Zeynep Kaçar'dan 'Kabuk'
Zeynep Kaçar, ilk kitabı “Kabuk”ta, sıradan olmayan bir ailenin üç farklı kuşağının hikâyesini anlatıyor.
Dünyayı sırtlanan kadınlar
İnsanın sınırları nerede başlar? Yaşayacağını, yaşamayacağını, üzüleceğini, çok ağlayacağını, seveceğini, çok ama çok seveceğini, hiç sevilmeyeceğini, görünmez olacağını, kilolu olacağını, kâbuslar göreceğini, hiçbir rüyayı hatırlamayacağını, karanlıktan korkacağını, yalnız kalmaktan veya kalabalıktan nefret edeceğini, tek dostunun kendi olacağını, yalnız kendiyle konuşmayı seçeceğini, susmayacağını ama duyacak kimse de bulamayacağını, yemek yemeği değil yemek yapmayı seveceğini, acılarını yemek kokularıyla bastırıp başkalarını doyurarak unutacağını, başkalarının görmediği insanları olacağını, duymadığı sesleri duyacağını, kaçışı yalnız uykuda bulacağını kim bilir?
Dünyaya yalnız ait olduğu kabuk kadar dayanabileceğini, ne kadar esnetirsen esnet kabuğun kadar olduğunu kim bilir? Kim çizer insanın sınırlarını?
Zeynep Kaçar’ın ilk kitabı Kabuk’un sınırları aile ağacının uzandığı dallarla belirlenmiş. Bir yandan kendi kabuğunu kırmaya çalışan diğer yandan içinde doğduğu kabuğa sıkı sıkıya tutunan kadınların hikâyesi bu. Kendi tedavisini kendinde arayan, birbirine kan bağıyla bağlı kadınlar.
KAYBEDİLENLERİN HAYALETLERİ
Sabiha, Sezin ve Füsun... Sıradan olmayan bir ailenin üç farklı kuşağı. Kocasını başka kadına uzun zaman önce kaptırmış, oğlunu kaybetmiş korkularından saklanmayı uykuyla keşfetmiş Sabiha. Geçmişinin hayaletleriyle başa çıkamayan, kardeşini özleyen kızlarını besleyen Sezin. Annesi ve anneannesinin kaderini paylaşmamak için her şeyi denemeye hazır, yolunu kaybetmiş dayanacak sağlam bir kaya arayan Füsun.
Elli yaşında aşkı bulan bunun için her şeyi yapmaya hazır Efsun. Bir insanı delirmenin eşiğine ne getirir? Hangi yaşanmışlık ya da yaşanmamışlık. Ne kendini unutmasına sebep olur? Ne kadar tutunursa tutunsun düşmesi için son çelmeyi kim çakar? Kader mi? Kendisi mi? Genler mi? Kabuk mu? “Normal”lerin çoğunluk olduğu bir dünyada delirmenin sınırında dolaşan kadınlar göze batar. “Kim bilir, kim bilebilir ne güzel bir histir tam olmak? Sıradan bir ailede dünyaya gelme kaderiyle taçlanmak.Orada güvende büyümek; sancısız, acısız, korkusuz” diye anlatıyor Kaçar. Toplumsal bir kodlama belki bu; bazı aileler normal görünmeyi başarır. Bunun için çaba gösterir. Yalnızca kalabalıklar içinde parmakla gösterilmemek için belki... O kol kırılır da gerçekten yenin içinden çıkamaz. Bazı ailelerdeyse farklı işler. Ne yapılırsa yapılsın hangi roller üstlenilmeye çalışılırsa çalışılsın saklanamaz.
Saklanamayacak farklılıklar. İşte bu yüzden bir de üzerine fazla kiloları binince fark edilmeyen olmak bir amaç olur Füsun’da. Ne annesi ne anneannesi olmak ister. O yüzden teyzesi Efsun’a sığınır. Anneannesi gibi terzi olan Efsun’dan alır gücünü. Onun hayata tutunmasından, kumaşlara verdiği hayattan, yaptığı işle tanınır olmasından. Zira ailenin en az deli olanıdır Efsun. En kendini bileni. Tek zaafı kedileri belki de. Ama kesinlikle Füsun’un aileden gelme deliliğinin kader olmadığını gösteren bir umuttur o.
Füsun’un annesi Sezin, yalnızca kaybettiklerinin hayaletleriyle başa çıkmaya çalışırken durmadan yemek yapar. Kendini ancak kocası Haluk’un gözlerinden görebildiğinde sevebilir Sezin. Kendi ihtiyaçlarını yüreğine kitler, alabildiği sevgiyle tutunur hayata. Füsun’un kilolarının sebebi kıramadığı annesi, Sezin.
Sabiha, terzi Sabiha. Ağzına geleni söyleyen Sabiha. Yapması gerektiğini düşündüğü an kimseyi takmayan Sabiha. Oğlunu kim bilir neye kocasınıysa başka bir kadına kaptıran Sabiha. Çirkin çarşafta yatmaktansa ölmeyi tercih eden Sabiha. Tüm dertlerini uykuya teslim eden Sabiha. Sezin’in annesi Füsun’un anneannesi Sabiha.
Kabuk’un kadınları kimi zaman nefes almadan, es vermeden art arda sıralanıyor; yaşam savaşlarını, kadınlık gururlarını, arayışlarını, buluşlarını, bulamayışlarını, normal bir hayat isteyişlerini ve en çok sevgisizliklerini. Belki de yanlış yere yönelttikleri sevgiyi. Bunu doğru yola sokmak için en gerçekçi çabayı gösteren Füsun belki de. Gerçeklere odaklanıp doğru sorunun peşinde koşan Füsun.
DÜRÜST İÇ SESLER
Kimseye söylemediği şeyleri aile içinde rahatlıkla dillendirir insan kimseye yapmadığını aileye yapar. Belki geçmişten gelen bir hınçla belki de DNA’sına kodlanmış bir bilgiyle yapar bunu. Kibarlığın, “toplum içindeciliğin” sınırları genişler aile içindeyken.
Peki ya kendine? Kaçar’ın kadınları en çok kendine anlattığı için açık sözlüler gereksiz kibarlıktan arınmışlar. Belki de o yüzden kabuğuna işliyorlar insanın; bir parça ben bir parça annem bir parça kız kardeşim dedirttiği için. Günlük bile yazarken ister istemez sesine hâkim olur insan. Kitabın yazılış şekli; bilinç akışı, iç ses... Bunlar yabancı olduğumuz yazım tarzları değil. Ama Kaçar’ın kadınları, her şeyden önce dürüstler.
Hikâyenin başında benzer ağızlarla konuştuğunu düşündüğünüz üç kadın; neslin devamlılığını, ortak acılarını, korkulan ama sonunda yine aynı kabuğun içinde kalan sesleriyle duymamızı sağlıyor.
Kadınların Kabuk’unda erkeklerin sesi yok. Kabuk’un kadınlarının erkeklerle derdi yok. Bir kadının bir dünyayı baştan kurması için neye ihtiyacı olduğunu biliyor onlar: Kendi gücüne, kendi sesine. Bulmaya çalıştıkları yalnız o belki ve elbette sevgi. Yoklukları varlıklarından daha acı verici değil çoğu noktada. Elbette nereden baktığınıza göre değişir. Ama hangi acıları çekerlerse çeksinler sayfadan hüzün fışkırmıyor. Her seferinde biraz umut var. Çünkü kabuğunu koruduğun sürece özgürsün, kabuğunu koruduğun sürece güçlü. Onların savaşı koruduğu kabuklarında.
Dünyayı yükleniyorlar sırtlarına; aşkı, aşksızlığı, kiloları, kayıpları, terk etmeyi, yalnız bırakılmayı, sevilmeyi, sevmemeyi, bırakılmayı, bırakamamayı, yemek yapmayı, dikiş dikmeyi, öğretileni, ezberletileni... Dünyayı yüklenmiş, altında ezilmemek için iki ayaklarının üzerine bir kez daha ve bir kez daha kaldıracak kadınlar. Korkularıyla birbirlerine destek veren, bunu yaparken deliliğini bulaştıran, dünya üzerinde tek başlarına da kalsalar delirecek bile olsalar yapacaklarını yapacak olan kadınlar. Bakışları hatta ağızlarından çıkanlar benzer bile olsa kendine has kadınlar: “Oysa her kadın başka türlü bir derinlik, başka türlü bir kuyudur. Ve açını iyi ayarlamasını bilirsen her kadın kendi dünyasında çok katmanlıdır. Sırf bir dünya kurabildiği için. Bir dünya kurmayı bildiği için.”
Zeynep Kaçar, “akıcı” gibi tanımlamaların ötesinde fısıldarcasına anlatmış tüm hikâyeyi. Birkaç kadın, masa başında oturmuş kendi başına, kendi ama ötekinin hikâyesini anlatır gibi. Tiyatro yazarı olmasının güzelliklerinin hiçbirini sakınmadan yazmış: Konuşurcasına. Onun nefes alan, soran, sorgulayan karakterleri arasında birinden diğerine geçerken ve hepsinden biraz alırken gıpta edebiliyor insan. Her şeyden öte teşekkür ediyor, gerçeğin rotasını bu kadar güzel çizdiği insanın ciğerine bu kadar güzel oturduğu için.
Kabuk / Zeynep Kaçar / Sel Yayıncılık / 174 s.
En Çok Okunan Haberler
- Kanal D'den flaş 'Annem Ankara' kararı
- Gözaltına alınan Kadir İpek hakkında yeni gelişme
- Nedir bu Emevi Camisi takıntısı?
- 'Senin ne kadar acınacak bir hale geldiğinin...'
- Boykot çağrısı yaptı!
- Suriye’de Aleviler sokağa çıktı
- Müebbet hapse çarptırılan 31 er tahliye edildi
- Davutoğlu'nun 'hazırım' çıkışına yanıt verdi
- Fenerbahçe, Cengiz Ünder için kararını verdi!
- Emekli ve memura ne kadar zam yapılacak?