Keyif verici mamulatın Osmanlı serüveni
"Tütün İçmek Haram mıdır?" adlı kitap, Yahya Michot'nun notlarıyla bu risaleyi tekrar hatırlatırken o dönemin tartışmalarını bugüne taşıyor.
Akhisârî'nin tütün risalesi ve bir tartışma
Keyif verici mamulatın Osmanlı serüveni
Yazılan tarihle yaşanan arasında bazı farklılıklar ya da uçurumlar olduğu tartışma götürmez. Çarpıtma ve tahrifatların, birilerinin işine geliyor diye tarih olarak yutturulması ise bambaşka bir inceleme konusu.
Gel gelelim gerçeğin yerini sahtesinin aldığı tarih mevzu, bir gayya kuyusu. Herkes bir şey söylüyor ama kaynaklara başvuran ve konunun uzmanlarına soran çok az nedense. Aslında neden belli; "yeni" diye eskisini, hatta eskisinden de beterini ve kof olanını dayatmaya uğraşanalar, "şanlı" tarihten parçalar koparıp bunları kendince birleştiriyor. Üstelik elinde tuttuğunu yorumlamaktan kaçınarak.
Bu aralar Osmanlı konusu tavan yapmışken geriye yaslandığımız ve referans alıp pek bir moda ettiğimiz o parçaları daha dikkatle okumamız lazım. Geçelim yakın tarihi, uzaktaki hakkında ne biliyoruz? Ne kadar biliyoruz? Daha da önemlisi, bildiklerimizin ne kadarı bilgi? Konu netameli, dallı budaklı. En iyisi biz kültür tarihinden yürüyüp bugün bir sürü insanın öykündüğü on yedinci yüzyıla uzanalım. Belki o zaman yukarıdaki "hikâye" daha iyi anlaşılır.
Hıristiyan ailenin oğlu olarak Kıbrıs'ta doğan ve çocuk yaşta devşirilip Osmanlı evladı yapılan Ahmed er-Rûmî el Akhisârî, adından da anlaşılacağı gibi Akhisar'da yaşamış Hanefi âlimiydi. "Anadolu püriteni" olarak bilinen bu zat, kimilerine göre kendi halinde bir âlim kimilerine göre Osmanlı topraklarını Vahhabilikle tanıştıran Kadızadeli hareketinin hızlı bir üyesi.
Din âlimi ve risale üstadı olarak nam salan Akhisârî'nin birbiri ardına yazdığı risalelerde İslam'ın hemen her sokağına girip çıktığı görülüyor. Kâtip Çelebi, onu "Fanatiklik yüzünden çıkan ve hiçbir yararı olmayan münakaşalardan uzak durmayan biri" şeklinde niteler; katı ulemanın ve yasakçıların yanında saf tutan Akhisârî'nin, Osmanlı sokaklarında hızla yayılan tütün içmeye kafayı takıp Risâletü'd Duhâniye'yi (Tütün Risalesi'ni) yazmasını durduğu bu yere bağlayabiliriz.
"KENAR MÜFTİLERİ"
Osmanlı'nın, hem mali hem de manevi çöküş yaşamaya başladığı on yedinci yüzyılda adı duyulan Akhisârî, aynı dönemde "Osmanlı elden gidiyor" deyip harekete geçme gereği gören başkaca ulema ve âlimlerle kol kola girer.
Gerçekte bunu, Osmanlı'nın on yedinci yüzyılda geçirdiği evrimden duyduğu kaygıyla yapar ama musikîde olduğu gibi pek çok yeniliği günah ve küfürle eşleştirmesi de durumun abesliğini gösterir.
Akhisârî'nin yer aldığı grup, yine Kâtip Çelebi tarafından "sultanın disiplin altına alması gereken fanatikler" içine yerleştirilir. Denetlenmediği takdirde devletinki değil imamların yetkisi konuşmaya başlar ve onlar her konuda "icat çıkarır." Akhisârî ise yenilikler getiren ve bunların uygulayıcısına dönüşen devlet yetkililerini şeriata uymamakla suçlar. Ona göre şeriat, "zorbalığı engellemenin yoludur." Kendisi de bu yola gönülden bağlıdır. Bu nedenle Osmanlı topraklarına giren tütün, ona göre toplumsal felaketin ayak seslerinden yalnızca biridir.
Tütün, Osmanlı'da herhangi bir anlama sahip değilken afyon ise tam tersi bir yerde durur. Batı'ya Osmanlı'dan giden afyona karşılık İngilizler de Osmanlı'yı tütünle tanıştırır ve olanlar olur. IV. Murat'ın keskin yasaklarının dışında tütüne nasıl tepki verildiği ya da onun ne şekilde algılandığı önemli. Haz alınan, rahatlatan ve alışkanlık yaratan bu ürün, kahvehanelerin vazgeçilmezi haline gelince ulemanın dikkatini çekmeye başlar, arka arkaya fetvalar verilir. Akhisârî'nin risalesi de bu fetvalara dahil edilebilir.
Şarap, afyon, kahve ve kenevirde olanın aksine tütüne haram diyen bir ayet veya hadis bulunmayınca ulema da tütünü yasak kılmanın yollarını arar. Kültürel, sosyal ve dini tartışmalar açmayı hedefleyen Akhisârî, Duhâniye'yle bir anlamda ortam yaratır veya hazırlar. Sağlığı, başka yasaklayıcı hadisleri ve Batı'ya duyduğu güvensizliği öne süren Akhisârî, tütün için kalemini sivriltir ve haram müessesini çalıştırır.
Akhisârî, tütünün "zararlı ve kötü kokulu olduğu için" haram sayılması gerektiğini söyler ve tezini Kuran'la, hadislerle ve farklı ulemaların görüşleriyle destekler. Sis çökmüş kahvehaneler ve sokak sokak gezen tütün dumanı, Akhisârî ve onun ulema dostlarını günden güne rahatsız eder. "Ahlak dışı" ve "yozlaştırıcı" dediği kahvehaneleri sıkı takibe alırlar. Kâtip Çelebi'nin "kenar müftileri" dediği ve sonradan IV. Murat'a tütünü yasaklaması için fikir verenlerle yan yana bir isim Akhisârî. Fakat tüm çabasına ve püriten tavırlarına karşın o ve arkadaşları, tütünün Osmanlı ahalisi arasında yayılmasına engel olamaz çünkü Akhisârî gibi düşünenlerin "reform" dediği yasaklama "kültürü", hemen tepki görür ve tütün daha çok içilir.
BİR ELDE TÜTÜN BİR ELDE KAHVE
Şaraba benzetilen ve bu nedenle günah sayılan tütün, bazı Sufiler tarafından da içilmeye başlayınca kimi ulema tarafından usta bir manevrayla önce mubah, sonra da mekruh ilan edilir. Burada halkın alışkanlıklarına göre görüş değişir; tütünün, haramdan mekruh sayıldığı döneme kadar geçen sürede tiryakilik çoğalır. Âlimler ve ulema da buna göre vaziyet alır.
Âkhisârî, fetva verircesine kaleme aldığı risalesinde tütün içmeyi daha çok dini gerekçelerden hareket edip zevk vermesinden ya da kişiyi sorumluluklarından alıkoymasından dolayı haram sayar. Çoğunlukla net konuşmasına rağmen, ulemanın tütünle ilgili kafa karışıklığı Akhisârî'ye de yansır. Kiminin "şifa veriyor" dediğine bir başkası karşı çıkar, kitaptan ve hadisten söz açar ama yine de kimse tezini sağlam bir yere oturtamaz çünkü ne kadar yasaklanırsa yasaklansın ve "haramdır" diye fetva verilirse verilsin tütün, on yedinci yüzyılda Osmanlı'da hızla yayılır.
Akhisârî, tütün kullananın kullanmayandan ayrılması, hatta neredeyse toplumdan dışlanması gerektiğini ima eden cümleler kurar. Ona göre "mümin insana düşen, azap ehline benzememesi ve azap aracı olan böyle bir şeyi kullanmamasıdır."
Afyon ve kahve gibi tütün de "kişiyi yozlaştırdığı" gerçeğiyle "insanın dürüstlük, cesaret ve namus gibi asli özelliklerine zarar veren" tehlikeli madde kategorisine sokuluyor Akhisârî tarafından. Bir bakıma o, kıyas yoluna gidip yürüttüğü "mantıkla" birtakım çıkarımlara varmayı deniyor, dolayısıyla bir "içtihadı takip ediyor." Bu anlamda Akhisârî ters reformcu kimliğiyle öne çıkıyor.
Akhisârî'nin risalesinin bugün de güncelliğini koruduğu ortada çünkü benzer tartışmalar bu topraklarda hemen hemen aynı gerekçe ve bahanelerle sürüyor. O dönem gücü elinde tutanlar, kimi âlimlerin ve ulemanın etkisiyle tütünü yasaklama yoluna gitti. Tartışma büyüdü. Ancak halk arasında algı farklıydı.
Kıssadan hisse: Tütünün kokusu ve dumanı, Akhisârî ve arkadaşlarını neredeyse gücendirecek ölçüde etrafa yayıldı. O ünlü kahramanlık marşının tersine insanlar, duhâna karşı olan âlimleri ve ulemayı çok da ciddiye almadan, bir elde tütün bir elde kahve Osmanlı sokaklarında boy göstermeye devam etti.
alibulunmaz@cumhuriyet.com.tr
Tütün İçmek Haram mıdır?: Bir Osmanlı Risalesi/ Ahmed er-Rûmî el Akhisârî/ Çeviren: Ayşen Anadol, Mehmet Yavuz/ Kitap Yayınevi/ 96 s.
En Çok Okunan Haberler
- Erdoğan belayı satın aldı
- Kılıçdaroğlu'na 'Meral Akşener' yanıtı
- 'Hadi gelin kapatın!'
- ‘Kar leoparı’ neden cezaevinde
- Yeni dönem başlıyor: Taksi, otobüs, dolmuş...
- Bir sonraki ve en büyük ekonomik patlama...
- Ulaşım durma noktasına geldi!
- Ünlü kebapçının kardeşi 20. kattan aşağı düştü!
- Tarihi geçmiş ürün satan zincir market şubesine mühür
- Kayyum belediyeyi kapattı!