Aydınlanmaya adanmış bir yürek

Hasta yatağındayken bir dostuna yazdığı mektubunda "Kimseye borcum yok, insanlara olan borçlarımı yüreğimle ödedim" diyen Aydınlanma bilgesi İlhan Selçuk, sadece insanlara değil ulusuna, aydınlanma devrimine ve halkına olan borçlarını da aynı hesaptan, yani yüreğiyle ödedi.

Aydınlanmaya adanmış bir yürek
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 21.06.2011 - 06:31

İdealleri ve inandığı dava uğruna bir ömür adayan İlhan Selçuk, mesleğinde 1 numara olmanın avantajını rahat ve refah içinde bir yaşama dönüştürme olanağına sahipken o, ilkeleri uğruna mücadele etmeyi ve bu mücadelenin kaçınılmaz sonucu olarak dayatılan çileli bir yaşamı, sayısını hatırlayamadığı kadar davalarla boğuşmayı, hapis ve işkenceli sorgulamalarla geçirmeyi yeğledi. Yaptığı bu tercih nedeniyle daha önce iki kez tekleyen yüreği, kendisine Ergenekon süreci ile yaşatılan işkenceye dayanamadı.

Mücadeleyle geçen 86 yıl

Girit’in fethinden sonra adayı şenlendirmek için Anadolu’dan asker kökenli pek çok aile gönderilmiş. İzmir Selçuk’tan yola çıkan Selçuk ailesi de El Greco’nun memleketi Kandiya bölgesine yerleştirilmiş. Muallim Musa Kazım Efendi’nin en büyük çocuğu Mehmet Kasım Selçuk, ailenin son Giritlisi.

Mehmet Kasım Selçuk, 1. Dünya Savaşı başladığında Harbiye’de öğrencidir. Savaş başlayınca zabit vekili olarak Şark cephesine gönderilir. Şark cephesinden de Suriye cephesine.

Mehmet Kasım Bey, yurtsever pek çok subay arkadaşı gibi Mustafa Kemal’in başlattığı Milli Mücadele’ye kayıtsız kalamaz ve Kuvayı Milliye’ye katılarak yeniden cephenin yolunu tutar. Bu kez görev yeri Uşak cephesidir. Anadolu düşman işgalinden kurtulur ancak bu kez de sarsılan devlet otoritesini yeniden tesis etmek gerekecektir. Bu kez savaşın kaçınılmaz sonucu olarak ortaya çıkan asayiş bozukluğu ile mücadele için Anadolu yollarındadır.

Hikmet Hanım’la evliliğinden sırasıyla Orhan, Turhan, İlhan ve Ülfet Selçuk dünyaya gelir. İlhan Selçuk, 11 Mart 1925 yılında İzmir’de doğar. Ancak nüfus kayıtlarında Aydın’da doğduğu yazılıdır.

Babasının görevi nedeniyle iki sınıfı üst üste aynı okulda okuyamaz. Bitip tükenmek bilmeyen tayinler nedeniyle evlerinden çok tren kompartımanlarında günleri geçer.

“Yıldızeli’ne gidişimizi hatırlıyorum. Bir tren kompartımanında babam, annem ve biz dört çocuk. Küçük Ülfet’i yatırmak için hamak gibi bir şey kurulmuştu. Biz trenden trene aktarma yapa yapa Sivas’ın Yıldızeli ilçesine ulaştık. Orada karşımıza çıkan bir ilçe merkezi değil, kasaba bile değil, bir köydü. Okulda her sabah bit muayenesi vardı. Öğretmen, arkadaşlarımı tek sıraya dizerdi. Hepsi soyunur, uzun donlarıyla soğukta titreyerek denetimin yapılmasını beklerlerdi. Öğretmen beni denetlemezdi. Subayın oğlu, üzerinde bit bulunmaz, diye… Ama ben utanırdım, beni neden denetlemiyor, diye. Sanıyorum bu yoksulluk beni çok etkiledi…’’

         
Yurttaşının avukatlığını yaptı

Yıldızeli’nden sonraki durakları Keskin’dir. Üçüncü sınıfa geldiğinde babasının tayini İstanbul’a çıkar. Mehmet Kasım Bey’in tayininin İstanbul’a çıkması tesadüfi değildir. Savaş zamanında Harbiye’yi yarım bırakıp cepheye gitmek zorunda kaldığından devlet kendisi gibi öğrenciyken savaşa katılan subayları İstanbul’a çağırarak Harbiye’de ikmal-i tahsil etmelerini istemiştir. Ortaokul çağına geldiğinde Mehmet Kasım Selçuk da Harbiye’den diplomayı aldığından ailece yeniden Anadolu yollarına düşerler. İlhan Selçuk ortaokula Silifke’de başlar. Burada da uzun süre kalamazlar. Babasının yine tayin vakti gelmiştir. Bu kez fazla uzağa savrulmazlar. Adana’ya atanmıştır Mehmet Kasım Bey. Orta son sınıftayken geldiği Adana’da kendi deyişiyle kişiliği biçimlenir. Dünya görüşünün ve mizah yeteneğinin mayalanmasına da ev sahipliği yapar. Sınıf arkadaşı Yaşar Kemal ve yine burada tanıştığı Orhan Kemal ve Abidin Dino ile ebedi bir dostluğun temelinin atıldığı Adana’da liseyi bitiren İlhan Selçuk, lise yıllarında futbola merak sarar. Adana takımlarında bir süre top koşturur. Ancak, tüberküloz hastalığına yakalanınca futbola veda etmek zorunda kalır.

Liseyi bitirince üniversite eğitimi için İstanbul’a gelir.

İlhan Selçuk, bir yandan İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne devam ederken diğer yandan karikatürleri çeşitli dergilerde yayımlanan ağabeyi Turhan Selçuk’tan dolayı günlerini Babıâli’de geçirir. Okulu bitirdikten sonra Selahattin Hakkı Esatoğlu ile birlikte ortak avukatlık bürosu açarlar. Ancak avukatlık yapmak niyetinde değildir. Bir süre sonra Turhan Selçuk ve ortak arkadaşlarıyla bir mizah dergisi çıkarma konusunda karar alırlar. 1952 yılında avukatlık yazıhanesini ortağı Esatoğlu’na devrederek derginin hazırlıklarına başlar. DP iktidarına karşı muhalefet eden ve ömrü 5 ay sürebilen “41 buçuk”, “çizgiyle mizah” anlayışı dışında başka ilklere de imza atar. Türk basın-yayın tarihinde ilk müstehcenlik davası “41 buçuk” dergisine açılmıştır. Derginin yazı işleri müdürü olması nedeniyle doğal olarak İlhan Selçuk hakkında açılmış bir davadır bu. Türk karikatür kuşağının bütün yeteneklerini bir araya getiren “41 buçuk”u kapattıktan sonra yine Turhan Selçuk’la birlikte “Dolmuş” dergisini çıkarır. “Dolmuş”un yolcuları arasında kimler yoktur ki?..

Turhan Selçuk, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Hasan İzzettin Dinamo, Ali Ulvi, Çetin Altan, Bedri Koraman, Altan Erbulak, Semih Balcıoğlu, Oğuz Aral, Nehar Tüblek, Ferit Öngören, Eflatun Nuri, Suat Yalaz, Mengü Ertel, Melih Cevdet Anday; gelecekte mizah sanatında her biri bir yıldız olacak isimler ilk kez bu dergide bir araya gelmişti.

“Dolmuş”, İlhan Selçuk’un ilk yazarlık denemelerine başladığı yayın organıdır. Derginin ilk sayfasında yazdığı yazıları, sonraki yıllarda yaşamının değişmesinde birince derecede rol oynayacak bir kişinin dikkatle takip ettiğinden habersizdir. Bu kişi Cumhuriyet gazetesinin imtiyaz sahibi ve başyazarı Nadir Nadi’den başkası değildir. Ondaki yazarlık istidadını ta “Dolmuş” günlerinden keşfeden Nadir Bey, 16 Temmuz 1957 günkü “Dolmuş”taki yazısını okuduktan sonra gönderdiği telgrafla gözlerinin üzerinde olduğunu hissettiriyor İlhan Selçuk’a.

“Dolmuş”un da ömrü 3 yılı geçemez. “Dolmuş”tan sonra yine ağabeyi Turhan Selçuk ve Aziz Nesin’le “Karikatür” ve “Taş Karikatür” dergilerini çıkaran İlhan Selçuk’un, bu dergilerinin de ömrü uzun süreli olmaz. Çıkardığı dergilerin yaşamının kısa süreli olmasında kendisinin ticarete yatkınlığının olmaması kadar muhalif bir yayın politikası izledikleri için DP iktidarının hışmına uğramalarının da payı vardır.

Kasım 1957

Handan Hanım’a Kasım 1957 yılında yazdığı bir mektubunda “Dolmuş”un davaları ve savcı ile yaptığı bir görüşmeyi şöyle anlatıyor:

Telefonda merak ettin diye yazıyorum: Savcı ile gidip konuştum. Turhan bir gün evvel kavga etmişti. Biz pek seviştik. Çok akıllı imişim. Pek memnun olmuş. Zaten 5-6 ayla kurtulabilirmişiz. ‘Beyefendi’nin karikatürünü yapmazsak ne olurmuş canım. 50 yaşında imiş ‘Aman ne kadar genç görünüyorsunuz’ dedim. O da benim yaşımı sordu. ‘Yazık değil mi bu yaşlarınızı hapishanelerde geçirirseniz’ dedi. Beni çok düşündüğü için teşekkür ettim. Senin anlayacağın eğleniyoruz.”

Mizah dergileri dışında bir de spor dergisi yayımlama girişimi var. Malum eski futbolcu ya. 1958 yılına geldiğinde hatırı sayılır bir borç yüküyle dergileri kapatarak askere gider. Yedek subay olarak Ankara’da iken “Ulus” ve “Akis” gazetelerinde imzasız yazıları yayımlanır. Ulus’ta Semih Balcıoğlu ile birlikte mizah sayfası hazırlar. Akis dergisinde tanıştığı Doğan Avcıoğlu ile uzun yıllar sürecek bir dostluğun temeli atılmış olur.

Askerlik dönüşü Akşam, Tanin ve Vatan’da çalışır. Bir yıl içerisinde üç gazete değiştirmek zorunda kalan İlhan Selçuk, bir yandan da Doğan Avcıoğlu ile önce “Yön Bildirisi”ni hazırlar ve Yön dergisine düzenli yazılar yazmaya başlar. Kısa sürede Türkiye’de sol entelejansiyanın en önemli yayın organı haline gelen Yön dergisi, Yön Hareketi olarak dalga dalga yayılır. Yön’den sonra Avcıoğlu ile Devrim dergisinde de yol arkadaşlığını sürdürecektir.


Sol gençliğin idolü

Hem Yön dergisinde, hem Vatan gazetesinde köşe yazıları yazan İlhan Selçuk, Adana’dan sınıfı arkadaşı Yaşar Kemal aracılığı ile bir teklif alır. Cumhuriyet’te çalışan Yaşar Kemal, “Nadir Nadi seni çağırıyor” diyerek sınıf arkadaşı ile Nadir Bey’in buluşmasına aracılık eder. Nadir Nadi ile ilk görüşmesinde ne kadar ücret alacağını konuşmak yerine “ Vatan’da yazdıklarımı yazabilir miyim” diye sorar. Nadi de “Biz de Atatürk devrimlerini ve özgürlükleri savunuyoruz, istediğinizi yazabilirsiniz” yanıtını alınınca “Pencere” başlıklı köşesinde yazı yazmak için el sıkışır.

1962’de Cumhuriyet’te yazmaya başladığı “Pencere” köşesi kısa sürede gazetenin en çok okunan köşesi, İlhan Selçuk da en çok okunan yazarı olmayı başarmıştır. İlhan Selçuk bir taraftan Cumhuriyet, diğer taraftan Yön dergisinde dönemin ruhuna uygun yazılarıyla sol gençliğin idolü ve ulusal solun en önemli ideologlarından biri haline gelmiştir.

12 Mart Muhtırası verildikten sonra kurulan Nihat Erim hükümeti 26 Nisan 1971’de 11 ilde sıkıyönetim ilan etti. Başbakan Yardımcısı Sadi Koçaş, “Balyoz Harekâtı”nı başlatan o ünlü radyo konuşmasını henüz yapmamıştır, ama sıkıyönetimin balyozu solcu asker, sivil, öğrenci, sendikacı ve yazarların tepesine daha ilk günden inmeye başlamıştır.

28 Nisan 1971 tarihinde Cumhuriyet’teki köşesinde yazdığı “Hoş Geldin Tanzimat Kafası” başlıklı yazısı nedeniyle İlhan Selçuk ve yazı işleri müdürü Oktay Kurtböke gözaltına alınırken Cumhuriyet gazetesi de on gün süreyle kapatılır.

Bu arada Selçuk ailesi, İlhan Selçuk’un tutuklu bulunmasının üzüntüsünü yaşarken haziran ayı başında bu kez Turhan Selçuk’un gözaltına alınmasıyla ikinci kez sarsılır. Toplum polisi tarafından gözaltında klasik yöntemlerle sorgulanan Turhan Selçuk’un kaburga kemikleri kırılır. Hastaneye kaldırılan Turhan Selçuk’un gözaltında yaşadıkları 5 Haziran 1971 tarihinde Akşam gazetesinde yayımlanınca Başbakan Nihat Erim polisler hakkında soruşturma açtırır.

İlhan Selçuk, sıkıyönetim mahkemesinin karşısında yaptığı savunmada, suçlanan yazılarında dile getirdiği fikirlerinin arkasında olduğunu belirterek şunları söyler:

“Sayın Yargıçlar,

Biliyoruz ki, bu dava sivil mahkemelerde görülseydi, iki aydan beri tutuklu olarak cezaevinde bulunmayacaktık. Ancak bugün içinde bulunduğumuz durum, salt bize özgü değildir. Bugün Türkiye’de yüzlerce aydın, profesör, yazar, gazeteci, bilim adamı ve ileri düşünceli insan tutukludur veya gözaltındadır. Böyle bir ortamda cezaevinde tutuklu bulunmayı kendim için tabii sayıyorum.

Biz inandığımız fikirlerin yolunda yürürüz. Yazarlığımız da iktidar çevrelerine dalkavukluk değil, gayri milli sömürücü çevrelere karşı mücadele etmek şiarı üzerinedir. Mahkemede yaşadığımız hukuk dışı olaylar bu kararlılığımızı etkileyemez.”

6 Temmuz 1971 günkü karar duruşmasında İlhan Selçuk ve Oktay Kurtböke 1’er yıl hapse mahkûm olurlar. Mahkeme ayrıca hapis cezası dışında Oktay Kurtböke’nin Tekirdağ, Selçuk’un ise Konya’ya sürgüne gönderilmesi yönünde karar verir. Selçuk yazdığı yazılar nedeniyle açılan davaların sonuçlanmasını ve Maltepe Tutukevi’nden tahliyesini beklerken bir de “Madanaoğlu Davası”na dahil edilir. Bu davadan da tutuklama kararı çıkar.

“Hoş Geldin Tanzimat Kafası” başlıklı yazı yüzünden açılan dava Askeri Yargıtay tarafından bozulur. Bu karar nedeniyle altı aydan beri tutuklu bulunan Oktay Kurtböke tahliye olurken İlhan Selçuk, Madanoğlu davasından tutuklu bulunduğu için askeri cezaevine gönderilir.

Madanoğlu davasından tutuklu yargılanan İlhan Selçuk, 28 Aralık 1971 günü Doğan Avcıoğlu ve İlhami Soysal’la birlikte tahliye edilir.

“Pencere” köşesinde yazmaya başladığının üçüncü günü bu kez Faik Türün cuntası tarafından gözaltına alınarak Ziverbey’e götürülür.

Köşkün bahçesine geldiklerinde arabanın arkasına gözleri bağlı bir şekilde yatırılan İlhan Selçuk, arabadan indirildikten sonra bastığı yeri görmek için eğildiğini fark edip “Dik dur ulan!” diye kendine komut verir. İşte bu kendisine verdiği “Dik dur ulan!” komutu, içerideki işkencenin dozu ne olursa olsun, onurunu koruma kararlılığıdır. Dışarıdan nahif, kırılgan gibi görünen İlhan Selçuk’un içinde mermi çekirdeği gibi sağlam bir direnci barındırdığına tanık oluyoruz. Selçuk, Ziverbey Köşkü’nde gözleri bağlı, elleri kelepçeli, ayağından da zincirlerle bağlı vaziyette sorgulaması yapılırken o müthiş zekâsıyla bir an önce sıkıyönetim mahkemesinin karşısına çıkmak için çareler düşünür.

Sonuçta İlhan Selçuk, içinde akrostiş yöntemiyle “işkence altındayım”, “zincire vuruluyum”, “ölüm tehdidi var”, “sağ çıkmak için bu kadar uydurmak gerek” tümcelerini yerleştirdiği yazılı ifadesini verdikten sonra, sıkıyönetim mahkemesine gönderilir. Ziverbey’de yasal olmayan kontrgerilla tarafından yapılan sorgulama İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nce alınmış gibi tutanak tutulmuştur. Duruşmada İlhan Selçuk, akrostişle yazdığı ifadeye yerleştirdiği işkence altında olduğunu açıklayan cümlelerini ifşa eder. Zaten Madanoğlu davası, ajan raporları ve ne olduğu bile anlaşılmayan teyp kasetleri dışında bir delile dayanmadığından 2 Ekim 1973 günkü karar duruşmasında tüm sanıkların beraatına karar verildi.


Her zaman pusula oldu

İlhan Selçuk, Ziverbey’de işkenceli sorgulardan geçerken Nadir Nadi de onun “pencere”sini kapatmayıp eski yazılarını yayımlayarak İlhan Selçuk’u sahiplenir.

Cezaevinden çıktıktan sonra Ziverbey’de yaşadıklarını kamuoyuyla paylaşmaz. Ta ki Tercüman gazetesinden Nazlı Ilıcak, malum makamlardan aldığı ifade tutanaklarını yayımlayıncaya kadar.

“Bilmem ki bu fırsatı bana verdiği için kime teşekkür edeyim?

Tercüman gazetesine mi? Bayan Ilıcak’a mı, Bay Faik Türün’e mi? Bay Memduh Ünlütürk’e mi?

En iyisi bu gruba toptan teşekkür etmek…

Niçin?

Çeşitli nedenleri var. Şurası bir gerçek ki Bay Faik Türün ile Bay Memduh Ünlütürk olmasalardı ben ‘akrostiş’ yazmayı hayatımda hiç düşünmeyecektim; akrostişleri Tercüman gazetesi yayımlamasaydı, yazı hünerlerim gün ışığına çıkamayacaktı.

Akrostiş kimin için yazılır? Çoğu zaman bir sevda sonucunda ortaya çıkar akrostiş.

Hele mevsim ilkbahar olursa…

Ne var ki ben akrostiş yazdığımda mevsim sonbahardı. Erenköy’de ünlü Ziverbey Köşkü’ndeydim. Yatakta zincirliğiydim. Şiir de yazmıyordum. Sıkıyönetim komutanı ve işkence köşkünün patronu Faik Türün’e ya da yardımcısı Memduh Ünlütürk’e aşk şiiri yazacak halim yoktu.

Yatağımın ucunda bir kurşun kalemle, kâğıtlar bırakılmıştı. Kâğıtların üzerinde sorular vardı. Bu sorulara ellerimi ayaklarımı zincirleyenlerin istediği biçimde yanıtlar vermek gerekiyordu.

Bu ne biçim sorgu demeyin…

O biçim sorguydu işte…

Benim akrostiş yazarlığım böyle koşullar ortasında uç verdi, açıldı, çiçeklendi.

Zoraki akrostiş yazarıyım.

İsterdim ki akrostişlerimi kendi gazetemde, Cumhuriyet’te yayımlayayım. Ancak Faik Türün mü desem, Memduh Ünlütürk mü desem, bir muzip kişi, akros-tişlerimi Tercüman’a vermiş.

Bayan Ilıcak da bilir bilmez yayımlamasın mı?

Bak sen Allah’ın işine?”

Selçuk, cezaevinden çıktığı 1973’ten 1980’e kadar hem kendisinin hem de Cumhuriyet gazetesinin sol kamuoyundaki pusulası olmuştur.



Hedef tahtası

12 Eylül darbesinden sonra solun üzerinden adeta buldozer geçer. Cumhuriyet gazetesi de darbecilerin hedef tahtasındadır. Gazete bir kez Nadir Nadi’nin, bir kez Oktay Akbal’ın, bir kez de İlhan Selçuk’un yazısı yüzünden kapatılır.. “Atatürkçülük Muz mudur?” başlıklı yazısı yüzünden gazete kapatılırken İlhan Selçuk hakkında da sıkıyönetim mahkemesinde dava açılır.

1991 yılına gelindiğinde Cumhuriyet gazetesinin imtiyaz sahibi ve başyazarı Nadir Nadi yaşama veda eder. İki ay sonra ise gazete içinde ideolojik ve yönetim anlayışından kaynaklanan bir ayrışma olur. Gazete içinde “Nadir Bey’in yazarları” diye ad takılan İlhan Selçuk ve arkadaşları Uğur Mumcu, Oktay Akbal, Ali Sirmen, Şükran Soner, Erdal Atabek, Mustafa Ekmekçi, Mehmet Kemal ve Hikmet Çetinkaya’nın aralarında bulunduğu yazarlarla İlhan Selçuk’a inanan yazı işleri çalışanları gazeteden ayrılır.

Aziz Nesin’in önderliğinde bir grup aydının başlattığı “Cumhuriyet Okumuyorum” kampanyası kısa sürede etkisini gösterir ve gazetenin tirajı 30 binlerin de altına iner.

Sonuçta küreselleşme rüzgârına yelken açan gazete yönetimi, yeni kimliği reddeden Cumhuriyet okurlarına yenilerek çekilmek zorunda kalır. Bu kez Berin Nadi’nin gazete yönetimini ele alması ve İlhan Selçuk’la arkadaşlarını göreve çağırmasıyla Cumhuriyet eski kimliğine kavuşur.

21 Mart 2008 günü İlhan Selçuk, Ergenekon davası ile ilişkilendirilerek sabaha karşı saat 04.00 sularında gözaltına alındı. Üç gün gözaltında tutulan Selçuk, tutuklanması istemiyle mahkemeye sevk edildi. Ancak mahkeme tutuksuz yargılanmasına karar verdi. Ergenekon davasından mahkemece serbest bırakılan İlhan Selçuk, bir hafta sonra yoğun bakıma kaldırıldı. Ağır bir by-pass ameliyatı geçiren İlhan Selçuk, savunmasını büyük bir heyecanla hazırlamıştı ki duruşmasının ikinci Ergenekon davası nedeniyle ertelendiğini duydu. Gazetedeki arkadaşlarına “Göreceksiniz bu dava bitmeyecek. Yeni dalgalarla hep ucu açık bir dava olarak yıllar yılı sürüp gidecek. Bize savunma yaptırmayacaklar. Ben yaştakilerin savunma yapacak kadar da ömrü olacağını hiç sanmıyorum” diyecekti. Nitekim savunma hakkı elinden alınan İlhan Selçuk, geçirdiği emboli sonrasında bir daha ayağa kalkamadı. Hastanede yatarken kendi doğum gününde ağabeyi Turhan Selçuk’u kaybetti. Ancak bunu kendisi hiçbir zaman öğrenemedi. Aydınlanma bilgesi İlhan Selçuk, 21 Haziran 2010 yılında

“Acı dirliğim isteyen

Tatlı dirilsin dünyaya

Kim ölümüm ister ise

Bin yıl ömür olsun ona”

diyerek aramızdan ayrıldı. Ağabeyi Turhan Selçuk gibi vasiyeti üzerine Hacıbektaş ilçesinde toprağa verildi.

Anısı önünde saygı ile eğiliyoruz.



Cezaevinden duygu yüklü mektuplar

BBasın-yayın dünyasına ilk adımını attığı günden bu yana hakkında pek çok dava açılan İlhan Selçuk’un sabıkası yok. Ancak 12 Mart döneminde sıkıyönetim mahkemesi tarafından iki kez tutuklanarak Maltepe 2. Zırhlı Tugay ve Davutpaşa Kışlası’nda hapis yattı. İlk tutuklanışı 12 Mart’ın ilanından sonra yazdığı “Hoş Geldin Tanzimat Kafası” başlıklı yazısı nedeniyle gerçekleşti. Bu davadan tutuklu iken bu kez Madanoğlu Davası’ndan ikinci tutuklama kararı çıktı. 1971 Aralık ayında tahliye edildi. Ancak 1972 yılında Ziverbey Köşkü’nde sorgulanarak Madanoğlu davasından ikinci kez tutuklandı. Hapisaneden ailesine, özellikle annesi Hikmet Selçuk ile eşi Handan Selçuk’a gönderdiği mektuplarda, verdiği mücadeleden dolayı hapis yatmasını doğal karşılayan ve başına gelenlerden dolayı pişmanlık duymadığını belirten İlhan Selçuk’un tek üzüntüsü, ailesine verdiği eziyetler ve onların kendisinden dolayı yaşadıkları acıdır. Bu mektuplardan bir seçki yaptık...

         
 
İlhan Selçuk’u özlüyoruz

İSTANBUL

Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi ve Başyazarı İlhan Selçuk, ölümünün birinci yılında Akatlar Kültür Merkezi'nde düzenlenen törenle anıldı. İlhan Selçuk'un kardeşi Ülfet Nuran Ertel'in yanı sıra meslektaşları ve sevenlerinin katıldığı törende konuşan şair-yazar Ataol Behramoğlu, Selçuk'un kendisi için büyük bir örnek olduğunu söyledi. Behramoğlu, İlhan Selçuk'un şiir ve şairler hakkında yazdıklarının kitap niteliğinde olduğunu belirterek, Selçuk'un her sözcüğün ağırlığının hakkını verdiğini ve ufak bir yazıda bile öfke ile mizahı bir arada sunabildiğini ifade etti.

Çehov'un kitaplarını Rusça olarak okuduğunda Selçuk'un kendisine imrendiğini belirten Behramoğlu, ''Bence onun kendisi bir Çehov'du. Şiirleri kendi manasını taşıyordu'' dedi. Selçuk'un, Namık Kemal gibi şairlerin soyundan geldiğine inandığını söyleyen Behramoğlu, ''Toplumsal sorunlar, İlhan Selçuk'u siyaset ve gazeteciliğe itti ancak yüreğinde sanatçı duyarlılığı kaynayıp durdu'' diye konuştu. Behramoğlu, İlhan Selçuk'ta ''başını alıp gitme'' duygusunun var olduğunu belirterek, Selçuk'u çok sevdiğini vurguladı.

Cumhuriyet Vakfı ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Orhan Erinç de Cumhuriyet Gazetesi çalışanları ve okurlarının, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün verdiği görevi sürdürmenin bilincinde olduklarını ve Türkiye Cumhuriyeti'nin Atatürk'ün ilkelerine uygun yaşamasını sağlamaya devam edeceklerini söyledi. Törende konuşmaların ardından konser ve dans gösterileri yapıldı.



İZMİR

İlhan Selçuk ölümünün birinci yıldönümünde sevenleri tarafından İzmir’de özlemle anıldı. Cumhuriyet ve İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen anma programı Ahmet Piriştina Kent Arşivi Müzesi’nde gerçekleştirildi. Etkinlikte Cumhuriyet yazarları Hikmet Çetinkaya, Serdar Kızık, yazar Muzaffer İzgü, sanatçılar Tarık Akan ve Rutkay Aziz, İlhan Selçuk’u anlatan konuşmalar yaptı. Etkinlikte klasik müzik dinletisi gerçekleştirildi ve Selçuk’un yaşamını anlatan video gösterimi sunuldu. Ahmet Piriştina Kent Arşivi Müzesi’ndeki programda ayrıca fotoğraf sanatçısı İsa Çelik’in çektiği İlhan Selçuk fotoğrafları sergilendi.


ANKARA

Ankara’daki ilk etkinlik bugün saat 12.30’da İlhan Selçuk Parkı’nda gerçekleştirildi. Burada yapılan saygı duruşunun ardından Cumhuriyet gazetesi Ankara temsilcisi Utku Çakırözer ve Çankaya Belediye Başkanı Bülent Tanık birer konuşma yaptı. Akşam Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’ndeki tören ise saat 18.30’da başladı. Cumhuriyet yazarı Işık Kansu’nun açılış konuşmasını yaptığı etkinlikte gazetenin eklerden sorumlu Yazıişleri Müdürü Miyase İlknur ve gazetenin yazarı Ali Sirmen, İlhan Selçuk’u anlatan konuşmalar yaptı. Ali Işıklı ve Çağan Işıklı’nın tango gösterisi yaptığı etkinlikte sinevizyon gösterimi; Murat Ertel’in “Efkârlı Yapraklar” bestesi eşliğinde ise İsa Çelik’in fotoğraflarından slayt gösterimi yapıldı. Zeliha Berksoy, İlhan Selçuk yazılarından seçmeler okudu, Devlet Tiyatroları Sanatçısı Şebnem Gürsoy da İlhan Selçuk’un sevdiği şiirleri okudu. Ayrıca Ali Seçkiner Alıcı tarafından Ruhi Su türküleri seslendirildi.


ADANA

Adana’da “İlhan Selçuk Sempozyumu” gerçekleştirildi. Saat 13.30’da multivizyon gösterimi ile başlan etkinlikte, İlhan Selçuk’un sevdiği şiirler ve yazılarından seçmeler okundu. İlk bölümde “Adanalı İlhan Selçuk” başlığıyla Yıldır Manisalı tarafından yönetilen sempozyumda İlhan Selçuk’un okul arkadaşı gazeteci Selahattin Canka konuşma yaptı. İkinci bölümde ise “İlhan Selçuk Gazeteciliği ve Cumhuriyet” başlığıyla süren sempozyumu Çetin Yiğenoğlu yönetti. Bu bölümde Cumhuriyet yazarları Orhan Bursalı ve Oktay Ekinci konuşmacı olarak yer aldı. Etkinlikte sanatçı Selda Bağcan sevilen parçalarını seslendirdi, İlhan Selçuk’un yeğeni Murat Ertel de Selçuk için bestelediği eseri okudu.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler