'AKP oyun kurmaya çalışırken oyuncak oluyor'
Kılıçdaroğlu'nun diplomasi kurmayı Korutürk ilk kez Cumhuriyet'e konuştu. Mısır'da Müslüman Kardeşler'in iktidara gelmesi olasılığının yüksek olduğunu, bu ülkedeki olayların sadece Hamas'ı değil, bütün bölgeyi etkileyeceğini söyledi.
CHP’nin dış politikadan sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Osman Korutürk, Mısır’da Müslüman Kardeşler’in iktidara gelmesi olasılığının yüksek olduğunu, bu ülkedeki olayların sadece Hamas’ı değil, bütün bölgeyi etkileyeceğini söyledi. Korutürk, “Mısır’da İslamcı yapılar iktidara gelirse bölgedeki İslamcı yapılar güçlenir, Ortadoğu’daki dengelerin sallanacağı da açık” dedi. AKP politikalarını eleştiren Korutürk, “AKP uluslararası alanda oyun kurmaya çalışırken, oyuncak oluyor” değerlendirmesini yaptı.
CHP Kurultayı’nda Parti Meclisi’ne giren ve Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkan Yardımcısı sıfatıyla dış politika dümenini emanet ettiği Türkiye’nin eski Paris ve Tahran Büyükelçisi Korutürk, Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı. Korutürk’ün değerlendirmeleri şöyle:
- Bizim dış politikaya bakışımızda çok teme bir fark var. Biz de Türkiye’nin kişilikli tutarlı, sonuç alıcı bir dış politika izlemesi gerektiğini savunuyoruz ama sonuç alıcı olmanın altını çiziyouz biz. Yapılmış olan girişimler, temaslar, çalışmaların hep sonucu almaya yönelik olması lazım, görüntüye değil de sonuç almaya yönelik olması lazım. Biz bu politikamızla, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını her alanda korumayı istiyoruz. Türkiye’nin güvenliğini sağlamayı, bağımsızlığını, egemenliğini, ülke bütünlüğünü korumayı, uluslararası saygınığı ile etkinliğini attırmayı amaçlıyoruz.Buraya baktığınızda çok büyük bir fark yok gibi görünüyor.
- Dış politikanın bugün eksik olan tarafı, ulusal konu dediğimiz dış politkanın bir sosyal uzlaşıya da dayanması lazım. Ama bugün o sosyal uzlaşı çok fazla yok, çünkü hükümetin yürütüğü dış politika hakkında ne siyasi çevrelere ne de kamuoyuna, ne de sivil toplum örgütlerine bilgi veriyor. Bilgi vermediği gibi görütş de almıyor. O zaman ulusal uzlaşıdan ayrılıyor.
- Dış politikamızı, demokrasi, özgürlük ve insan hakları, laiklik, hukukun üstünlüğü, toplumun kalkınması ve refahı, sosyal adalet, kadın erkek eşitliği ve evrensel uygurlık değerlerini esas alarak yürütmek hedefindeyiz. Buna geldiği zaman temel ayrılık buradan çıkıyor. Dış politika görüşümüzü hükümetin dış politikada yaptıklarını eleştirmek yerine, bu çerçevedeki politika üzerine ortaya koyuyoruz.
- Hükümetin dış politika gündemini takip edecek değiliz, kendi gündemimiz bu çerçevede gidecek ve o gündemin içinde yürürken, hükümetin uygulamalarında aksaklık görürsek, onları da eleştirmekten çekinmeyeceğiz.
Eksen kayması....
- Kaydı, düzeltmeye niyeti var mı? Eksen kayması doğru bir deyim değil, kayma irade dışı olan birşey. Siz istemeden, direksiyonu kaydıdırsınız. Öyle bir eksen kayması değil, eksen değişikliği var bence... Eksen değişikliği de dış politikada, özellikle dış politikada olan bir eksen değişikliği değil... Türkiye’nin genel ekseninde bir değişiklik var, o genel eksende olan değişiklik dış politikaya da yansıyor. Türkiye kendinden dönmeye başlayınca, dış politika çizginiz de dönmeye başlıyor. Var bu çok açık şekilde gözüküyor.
- Başbakan Kuveyt’te gittiği zaman, “biz bize yeteriz” diyor. “biz” diye bahsettiği, rejiminin de anlayışının da yaşam tarzının da bizimle aynı olmadığı bir takım ülkeler grubu... İçlerinde tane demokrasi yok, ekonomileri bizden farklı, üretimleri bizden farklı, refah gelir dağılımı -bizdeki de çok iyi olmamakla beraber- bizden bozuk. Bu memleketlerden “biz” diye bahsettiğiniz zaman belli ki yönünüzde bir değişiklik var. İslam ortak paydası... o payda milletleri biraraya getirmede yeterli değil. Şimdiye kadar, o paydanın bir bütün olarak hareket ettiği gözümkemiş dünya siyaset sahnesinde...
AB
- AB retoriği şöyle mi oldu diye düşünmek lazım, hükümet iktidara geldiği zaman büyük bir olasılıkla, bu kadar güçlü olarak geleceğini düşünmüyordu belki... Benim o sırada Meclis’te görevli olan arkadaşlarım var, onların antallıkları, partili milletvekillerinin birbirlerini tanımıyorlar diyordu. O kadar büyük bir güçle geldiler ki birbirlerini tanımıyorlar. Öyle olunca, AB konusunda büyük bir hazırlık bulundu, ortada olan hazırlık. O hazırlığın üzerine gidildi. Onun yerine başka bir politika olmadığı için. O hazırlığın üzerine gidince, oradan da cevap alınca, ciddi bir takım açılımlar yapıldı ve hızlı bir AB hamlesi başladı. O hamle de yurtdışından büyük bir destek sağladı AKP’ye... O zaman o etkileşim, o hamleyi bir süre yürüttü. Sonra AB’den beklediklernin tam olarak gerçekleşmediklerini görünce -Türkiye’nin AB’ye girişi açısından değil de, kendi bekledikleri açısından- o zaman oradaki heyecan yavaş yavaş azaldı.
Hükümetin içinde, AB fikrine gerçekten bağlı bakan sayısını iyi bir görmek lazım. Ben onların çoğunlukta olduğunu sanmıyorum. Çoğu AB’den yavaş yavaş, böyle dönme eğiliminde görüyorum. Egemen Bey uğraşıyor, çalışıyor ama AB’ye giriş konusunda ne kadar destek var, emin değilim. AB’yi başta manvela olarak kullandı. Ama geçen zamanla birlikte; hatırmayın AKP iktidara geldiği zaman, Türk kamuoyunda AB’ye destek yüzde 70 dolaylarındaydı, televizyonlara insanlar çıkıyorlardı, AB’ye karşı olduğunu bildiğimiz insanlar bile “AB’ye karşıyım” diye girmiyordu lafa. “Ben AB’ye taraftarım ama şu şu sakıncaları olabilir” diye lafa giriyorladı. Çünkü AB’ye karşı olmak siyasi getiri sağlamıyordu o sıra... Geçen zamanla, AB’nin kendi koyduğu engeller çıktı ortaya. Kıbrıs dolayısıyla bloke edilen bir takım fasıllar oldu. Fransa’da iktidar değişti. Sarkozy değişik bir tutum aldı. Zaten, Almanya’da iktidar değişmişti. Onlar, “imtiyazlı ortaklıklık” diye saçma bir takım öneriler öne sürmeye başladılar. O belli ber yavaşlama yaptı insanların heyecanında. Öyle bir noktaya geldi ki, bugün artık “çoğunluk AB istiyor” diyemeyiz Türkiye’de... “Girer misin girmez misin?” diye sorduğunuz zaman da çok düşük rakamlar çıkıyor. Böyle olunca, o AB rüzgarı yüzde 70’lerdeyken hükümet kullandı. İç politikada da kullandı, AB’ye yönelten iktidar olarak kullandı. Bu sefer de mesafe koyarak yine kullanıyor.
Lübnan...
- Çok karmaşık denklem, Lübnan’ın kuruluşunun denklemi... Lübnan’ın kuruluşundaki oranlar da zamanla nüfusun artmasıyla değişmiş, kuruluşunda mevcut olup da Lübnan’da belli bir toplumsal uzlaşıya yol açmış olan; “cumhurbaşkanı şuradan, başbakan şuradan olacaktır” diyen oranlar değişmiş. Bunları şimdi herkes tartışmaya başlamış, öyle olmaması lazım filan diye... Şimdi Hizbullah, bu krizi çıkartırken, Hariri suikastinden hareket ederek çıkarttı. Çünkü Hariri suikasti konusunda yapılan uluslararası soruşturma Hizbullah’ı işaret etmek yönündeydi zaten. Bu somutlaşmaya başlayınca Hizbullah bunun bırakılmasını istedi. Hariri bu soruşturmanın bırakılmasına taraftar olmayınca, Hizbullah hükümetten çekildi.
- Hizbullah’a baktığınız zaman, Hizbullah’ın İran bağlantısını gözardı etmemek lazım. Çok önemli İran bağlantısı... Onun da biraz şöyle düşünmek lazım; İran kendi rejimini kendi sınırları içinde olduğu gibi, kendi sınırlarının ötesinde de korumaya gayret gösteren bir ülke. Onun için Hizbullah’a baktığınız zaman kendi sınırlarının ötesinde İran paravanlığı yapıyor. Irak’ta da aynı şekilde, İran’ın ciddi bir unsuru var. Hamas da Sünni ve Müslüman Kardeşlerle bağlantısı olmasına rağmen İran destekli... Dolayısıyla, İran kendi sınırlarının ötesinde rejimini koruma gayreti içinde ve oralara da yayma gayreti içinde...
- İran aynı zamanda istikrara çok önem veren bir ülke değil, bizden farklı olarak. Biz kendi bölgemizde her zaman istikrar oluşturmaya çalışmış bir ülkeyiz. Çünkü biz ancak istikrar içerisinde etkili olabiliyoruz. İran istikrarsızlık içerisinde de aynı etkide çalışabiliyor. Veyahut da tekrar istikrara dönmek üzere pazarlığa oturmak üzere istikrarı bozabiliyor. Bizde böyle birşey yok, bizim dış politikamızda...
- Lübnan olaylarını İran’dan çok fazla ayırmamak lazım. İran’ın bölgedeki ağırlığından bağlantısını görmezden gelmemek lazım. Buna da baktığınız zaman bu olayların içerisinde arabulacağız diye yer almamızın hangi yan sonuçlara yol açacağını ve hangi başka ülkeleri de yararlandıracağını göz önünde tutmak lazım. Mesela, biz İran’a son dönemde çok fazla arka çıkıyor gözüküyoruz. “İran’ın nükleer programı silaha yönelik midir yoksa sivil kullanıma yönelik midir?” tartışması çok ciddi bir tartışma olarak Batı’nın gündeminde... Biz de Batı ittifakının bir üyesiyiz, AB’nin bir adayıyız. NATO’nun üyesiyiz, bütün bunların içerisinde, bunları hepsini bırakacak olursanız, İran’ın bu bölgede nükleer silah sahibi olması bizim için çok vahim birşey; yani Türkiye’nin o bölgedeki bütün ağırlığını da kaybettirecek birşey, Türkiye’nin güvenliğini de tehdit altına sokacak birşey.
İran’a dikkat...
- Böyle olunca, bizim tutumuz çok açık; biz diyoruz ki, her ülkenin barışçıl amaçlarla nükleer teknoloji sahibi olmaya hakkı vardır. Nükleer silahların önlenmesi anlaşmasına taraftar olması lazım, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı ile işbirliği içinde olması lazım, “şeffaf bir işbirliği içerisinde olursa herkesin nükleer teknolojiyi barışçı amaçla kullanması lazım” diyoruz.
- Bunda da fazla tereddüt yok, yalnız Batı camiasının İran’ın bu nükleer teknolojiyi, silah üretimine yönelik olarak elde etmeye çalıştığı yönünde çok ciddi bir şüphe var. Bu ciddi şüpheyi giderebilecek İran’ın elinde bir imkan var; Uluslararası Atom Enerjisi Ajansıyla gönüllü uygulamaya dayalı olan ek protokolü tam olarak uygulayıp çok şeffaf bırakmak... O da oraya yanışmıyor. Ve bu şüphe devam ediyor, bu şüphe devam ederken, biz araya giriyoruz ve diyoruz ki; İran ile bu işi diyalog yoluyla çözmek istiyoruz... Buraya kadar bir sorun yok, diyalog yoluyla çözmek lazım geldiğinden de bir tereddüt yok. Öyle yapmak lazım. Ambargoların yararlı sonuç vermediğini biz Türkiye olarak kendi acı tecrübelerimizden Irak’tan biliyoruz. Ambargolar, ancak halkları zora sokuyor, zora giren halklar da kendi yönetimleri etrafında daha fazla kenetleniyor. Kendi yönetimlerine daha fazla destek veriyor. Dolayısıyla tersine tepki yapyor, onu da biliyoruz. Dolayısıyla ambargoya da çok taraftar değiliz, onda da birşey yok.
- Fakat İran’ın nükleer silah yapmadığına dair bu kadar güvenen bir pozisyon içine girmemiz bize İran’a arka çıkıyoruz görüntüsü yaratıyor bizim için üçüncü çevrelerde. Şimdi, bu işi öyle bir noktaya getiriyoriz ki; BMGK’nin 5 üyesi ve Almanya dedikleri grup bir müzakereye girerken, o müzakereyi çabuklaştırmak ya da sonuçlandırmak için biz araya giriyoruz, Brezilya’yı da yanımıza alıyoruz. Amerika’dan “bu girişim için icazet almış gözükerek veyahut da icazet alarak” bu işe giriyoruz. İran ile bir uzlaşıya varıyoruz, ondan sonra Amerika o uzlaşıyı kabul etmediğini, böyle bir icazeti vermediğini söylüyor. Öteki, 5+1 bunla mutabık olmadığını söylüyor ve biz ortada kalıyoruz. Ortada kaldıktan sonra çıkıyoruz bu şeyden dışarıya, BMGK’de şimdiye kadar hiç yapmadığımız gibi, olumsuz oy vermek suretiyle bu konuda 5+1’in oluşturmaya çalıştığı uluslararası uzlaşıyı bozar bir tavra giriyoruz. Bu tavrı neden yaptın diye soranlara, diyoruz ki; İran bize dedi ki, “eğer Brezilya ve Türkiye çekinser dahi kalsa ben bu süreçten çekilirim” Onun için, onun bu süreçten çekilmemesi için yaptım, diyorsunuz... O zaman bir işe kendiniz soyunuyorsunuz, o işte taraflardan biri belki sizi kullanıyor, “İran nereye kadar gidecek” diye görmek için icazet verir gibi yapıyor. “Tamam uygundur” diyor, bakıyor nereye kadar gittiğini görmek için, ondan tatmin olmayınca da “ben öyle dememiştim” diyor ve çekiliyor. Ondan sonra, öte taraf da İran tarafı da size şantaj yapıyor. Eğer sen böyle yapmazsan, çıkarım bu şeyden, sen de ortada kalırsın diyor.
- Dolayısıyla siz oyunu bozayım derken veyahut oyun kurayım derken, iki tarafın da elinde oyuncak oluyorsunuz. Bu doğru bir yaklaşım değil, şimdi İran’a yaklaşmış vaziyete görünüyorsunuz ki, artık o güveni tarafların bir tanesinde kayboyuyor. “Ben bunu araya sokacak olursam bu İran’ın sözcüsü olarak ortaya çıkar” şeklinde bir görüntü yaratıyorsunuz. Bu hiç doğru birşey değil. Böyle denklemin içerisine illa ben sorun çözeceğim diye soyunmak bizim genel ulusal çıkarlarımıza uymuyor bence. Bir de ayrıca bizim her sorunu çözeceğiz diye bir mecburiyetimiz de yok, öyle bir yeteneğimiz de yok.
- Yanlış bir teorinin uygulamaya konması gibi düşünelim. Türkiye yeni dönemde kendisini olduğundan daha büyük görüyor, benim gördüğüm kadarıyla. Olduğundan daha büyük gördüğü zaman da çok daha güç işleri çözerim diye o işlerin içerisine giriyor. Hiçbirisini çözemeden geri dönüyor. Türkiye büyük bir ülke bundan hiçbir tereddüt yok. Türkiye bölgesel bir güç, bunda da bir tereddüt yok. Ama Türkiye henüz küresel bir güç değil. Türkiye’nin küresel bir güç olması için herşeyden önce kendi sorunlarının tamamen çözülmüş olması lazım. Türkiye’de şimdi çözüm bekleyen birçok sorun sorun var. Önce kendi sorunlarınızı çözeceksiniz, kendi içinizde herşeyiniz tamam olacak, ondan sonra ekonomiz, gerçekten üretime dayalı güçlü bir ekonomi olacak, refah dağılımınz adil olacak, memleketinizde işsizlik bir sorun olarak ortaya çıkmayacak, herkes işsizlikten şikayet ediyor, dört geçten biri işsiz dolaşıyor. Böyle bir durumunuz da ortadan kalkacak. Ondan sonra uluslararası alanda da daha fazla katıda bulunacaksınız çeşitli konularda, bütün bunları yaptıktan sonra belki biryerde uluslararası bir güç, küresel güç olma yoluna girersiniz. Biz şimdi küresel bir güç değiliz, bölgesel bir gücüz ve bölgesel güç olma yetimizi de korumamız lazım. Bunu, peşpeşe peşpeşe gelen başarısız girişimlerle bunu zayıflatmamız lazım.
- Şimdi biz İran’a büyük bir sempati besliyoruz gibi görünüyor. İran’ın bizi büyük bir takdirle mi izlediği yoksa kıs kıs gülerek mi kulanmaya çalıştığı konusunda bunu iyi bir görmemiz lazım.
- İran gayet rasyonel politikalar izler, İran kendi gündemini çok profesyonelce belirler ve uygular. O gündemin içerisinde de bizim çok büyük bir itibara sahip olduğumuzu söylemek güçtür. Bizim çok büyük bir itibara sahip olmamızı istediğini söylemek de güçtür İran’ın...
- İran ile biz, bu bölgede başa güreşen iki ülkesi olarak belli bir rekabetimiz var. Bu rekabet, bizim birbirimize saygı duymamıza engel değil. Bizim birbirimizle işbirliği yapmamıza engel değil. Bizim Asya’ya açılımımız İran, İran’ın Batı’ya açılışı biziz. Kaç yüz senedir sınır itilafına girmemişiz. Kültürlü, büyük derin felsefesi olan bir devlet. Bugünkü rejimden bağımsız olarak her zaman öyle olmuş bir devlet. Fakat o devlet ile bizim aramızda, hafif birbirine karşı dikkatli olma mecburiyeti vardır. O mecburiyeti bir tarafa bırakıp da İran ile iş yaptığınız zaman İran, siz onu kullanmak istemeseniz dahi, İran sizi kullanmak ister. Onda bir tereddüt yok.
- Öteden beri bizim dış politikamızda önemli ilke vardır. Bu ilke şu; başkalarının iç işlerine karışmayacaksın, kendileri tarafından talep edilmedikçe başkalarının işlerine karışmayacaksın, bu kötü niyetle karışmamak gibi, iyi niyetle de karışmamak. Birincisi bu. İkincisi Araplar arası itilaflarda da çok fazla yer almayacaksın. Çünkü Arapların kendi sorunları çok değişik denklemlere dayalı sorunlar ve o denklemlerin içerisine bizim girmemiz çok kolay değil. Bir de üstelik Arapların, -hükümetin onu çok gözardı ettiğini düşünüyorum- bizim Osmanlıcı eğilimler içerisine girmemizden bir böyle eskiden gelen kuşku var. O kuşkuyu canlandıracak biçimde o eğilimlere girmezdik çok fazla. Ancak Araplar tarafından istek gelirse, arabuluculuk isteği, kolaylaştırıcılık isteği, onu da çok iyi değerlendirerek çok fazla içerisinde yer almadan dengeli biçimde yapabiliriz bunu...
Irak
- Irak’a gelince, biz Irak’ın bütünlüğünü istiyoruz. Irak’ın bütünlüğünü istememizdeki maksat da Irak’ın bu bölgede çok önemli bir denge unsuru oluşu... Irak bölündüğü takdirde bu bölgenin dengeleri tamamen değişecektir. O zaman bize düşecek olan ya da bize biçilmek istenen rol de değişecektir. Bu rolün de değişmesini istemiyoruz. Bizim bu bölgedeki rolümüz, bir istikrar unsuru oluşturucu rol ve biz laik, demokratik, sosyal adalete dayalı, kadın-erkek eşitliğini öne çıkaran bir kendi açımızdan, başkalarında olmayan niteliklere sahip, çok modern, çok çağdaş ileriye dönük bir ülkeyiz. Bu kimliğimizi kaybetmmezi lazım.
- Bizim Irak’ın bölünmemesini istemediğimiz kesin. Irak’ın bölünmesini engellemek için de bizim yapabileceğimiz şeyler de belli. Irak’ın hükümet kurma çalışmalarına biz de ayrı bir formülle ortaya çıktığımız zaman o da tutmuyor. Benim hükümetin dış politika uygulamalarında gördüğüm, çok geniş bir alan içinde sorun çözme, Dışişleri Bakanı’nın bir yerde kullandığını okuduğum deyimle, “itfaiyecilik yapma” çabası var. Ama onlardan sonuç alamıyoruz. Onları gördüğünüz zaman, hangisinden sonuç aldınız diye sorduğunuz zaman, ben alınmış elle tutulur bir sonuç görmüyorum. Yangını söndüreyim derken, kendimiz yanmamamız lazım, ona dikkat etmemiz lazım. Her yangına koşarsanız bir taraftan tutuşuverirsiniz. Ona da mahal vermemek lazım. Şimdiye kadar olmadı ama bakarsınız oluverir yani bu işlerin içerisine çok girersek
Mısır
- Bu ülkelerde öteden beri kendine özgü adını “demokrasi” koydukları ama demokrasi uygulaması olarak görülemeyecek rejimler var. Bunlar genellikle baskı rejimleri, genellikle muhalefete yer vermeyen, muhalefetin filizlenmesine, ortaya çıkmasına izin vermeyen rejimler, öyle olduğu zaman bu ülkelerdeki muhalefet daha ziyade camiilerde oluşuyor. Onun içinde fanatik İslami kesimler içinde örgütlenme, muhalif örgütlenme oluyor. Burada Mısır’ın da durumu öyle, Tunus’ta aynı şeylerden çıktı.. Bu nedenle Müslüman Kardeşler büyük bir taban oralarda. Bu memleketlerde yaygın işsizlik var. Refah hiç adil dağılmıyor, çok büyük işsizlik var. Nüfus süratle artıyor, genç nüfus artıyor, bu genç nüfus kesinlikle önünü göremiyor. Bunlar nereye gidecek ne olacak? Çalışma yaşına geldi mi iş bulabilecek mi? Çok küçük ihtimal bunlar. Bunların içinde çok büyük bir yılgınlık var. Öteki tarafta da son derece rahat yaşayan yönetimin bütün yetkilerini kullanan etrafına baskı yapan, suistimalliğe yolsuzluğa çok bulaşmış bir yönetim kitlesi var, buna karşı tepki oluşuyor, halk tepkisi de ortaya çıktığı zaman neticede bu rejimler sallanıyor, sarsılıyor.
Tunus
Neticede Tunus’ta bin Ali terketti gitti, Tunus’ta yeni bir oluşumla, hükümet oluşturulacak. Tunus biraz daha farklı Mısır’dan... Baskı ile de olsa eğitimli bir kitle var. Tunus’ta eğitim düzeyi çok yüksek, kadınların durumu birçok Arap memleketine göre çok daha yüksek. Orada daha fazla değişik bir olgu var. Orada kendi aralarında bir hükümet kuracaklar. Belki demokrasiye geçecek, orada da dini partilerin bir ağırlığı olacaktır mutlaka Mısır’ın durumu daha değişik. Hükümet şimdi direniyor. Bu olayları bastırmaya çalışıyor. Bizim ümid ettiğimiz orada kanlı bir çatışmaya yol açmaşın iş, eğer şey olacaksa orada bir değişim olacaksa, o değişim demokratik, sosyal adalete dayalı refahın adil paylaşımını da öngören biçimde Mısır halkının yaranına bir değişim olması
Müslüman Kardeşler
Söylediğim örgütlenme sonucu Müslüman Kardeşlerin orada iktidara gelmesi olasılığı da yüksektir zaten. Mısır’daki olaylar sadece Hamas’ı değil, bütün bölgeyi etkilecektir. Hamas Müslüman Kardeşlerle çok bağlantılı olduğu için... Mısır’da İslamcı yapılan iktidara gelirse bölgedeki İslamcı yapıların güçleneceğini söylmemek mümkü tabi. Ortadoğu’daki dengelerin sallanacağı da açık...
En Çok Okunan Haberler
- Almanya'da 'Noel pazarına' araçlı saldırı
- Gazeteci Özlem Gürses gözaltına alındı
- Tel Aviv’i balistik füze ile vurdular
- Yoğun bakımdaki Emre'den acı haber
- 'Kanlı Noel' saldırganı hakkında neler biliniyor?
- Otel ve villa yapılacak
- Üniversiteden skandal ilan
- 'Ekonomist Erdoğan'ı sordu, yanıt İmamoğlu oldu!
- 'Yaptığınız kötülük hiç unutulmayacak!'
- 10 milyon dolarlık ödülü kaldırdılar!