Press; bu bir inat filmi
"Press" filmi Özgür Gündem gazetesi Diyarbakır Bürosu muhabirlerinin 1990'lardaki OHAL koşullarında gazetecilik yaparken yaşadıklarını anlatıyor. Altın Portakal Film Festivali'nden de ödülle döndü. Ama ne filmin içeriği ne de verdiği mesaj pek konuşulmadı. Filmin Antalya'daki tanıtım toplantısında Kürtçe açıklama yapılması ortalığı karıştırdı. Belki çatal bıçak atılmadı ama zihniyetlerin değişmediği ortada. "Press" ise metrekareye düşen faili meçhulleri hatırlatmak için yoluna beyazperdede devam edecek.
Özgür Gündem Gazetesi Diyarbakır Bürosu muhabirlerinin 1990’lardaki OHAL koşullarında gazetecilik yaparken yaşadıklarını konu alan “Press-Basın” filmi Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali'nden “Jüri Özel Ödülü” ile döndü. Ama dönerken çok daha fazlasını getirdi. Getirdikleri pek gösterilmek istenmese de güneş balçıkla sıvanmıyor. Elbette Emir Kustirica tartışmaları gündemi oyaladı ama orada yaşanan ve gözden kaçan bir tartışma daha vardı. O da festivalinin basın toplantısında konuşmalarını Kürtçe yapmaları üzerine “İngilizce konuş” diye tepki alan “Press” filmiydi. Filmin yönetmeni Sedat Yılmaz’a göre bu tepki planlı ve örgütlüydü. Bu tepkiye karşı tepki ise Derya Alabora ve Sümer Tilmaç’tan geldi. Biz de Press filminin yönetmeni Sedat Yılmaz, oyunculardan Aram Dildar, Engin Emre Değer, Sezgin Cengiz, Bilal Bulut ve Kadim Yaşar ile buluştuk. Sonbaharda gösterime girecek filmi ve anlattıklarını konuştuk.
Press filminin yönetmeni ve senaristi Sedat Yılmaz, 1992-1993 yılında bölgede gazetecilik yapan muhabirlerin basın özgürlüğü için verdikleri mücadeleyi anlatmak istediklerini söyleyerek başlıyor söze. Film, 1990’lı yılların ilkyarısında çatışmaların yoğun yaşandığı günlerde, Diyarbakır’daki insan hakkı ihlallerini duyurmaya çalışan bir grup gazetecinin, özellikle 17 yaşındaki Fırat’ın yaşadıklarını anlatıyor. Yılmaz, sinema öğrencisiyken Özgür Gündem gazetesi yazarı Musa Anter’in yazılarını okuduğunu hiç unutmuyor. Film, bu anlamda ona bir saygı ve selam. Filmin kahramanı 17 yaşında, gazetenin Diyarbakır Bürosu’nda çalışmaya başlayan Fırat. Gazetenin Diyarbakır’da dağıtılmasının OHAL Valiliği’nce yasaklanması, o dönemde muhabirlerin karşılaştıkları baskılar, tehditler ve öldürülmeler hikâyenin içeriğini oluşturuyor.
Küskün çocuklara çikolata
Yılmaz, bir amacının da çatışmanın yüksek olduğu dönemde, “holding gazetelerinin yüzüne ayna tutmak” olduğunu söylüyor. Filmin gösteriminden sonra gelen olumlu tepkilere rağmen “görünürlük” konusunda çok eksik bırakıldıklarının farkında. Günlerce Antalya’dan yayın yapan televizyonların onlara mikrofon uzatmamasını endişe verici buluyor. Aslında bunun hem bekledikleri, buna rağmen içlerine sindiremedikleri bir gerçek olduğunu eleştirmeden geçemiyor. Yılmaz, “İstanbul’a döndüğümüzde görsel medya yine bizi görmezden gelirken yazılı medya daha farkında davrandı. Buna sevindik” diyor. Ahmet Özal’ın çıkıp 1993 yılını incelemek lazım demesini çok önemli buluyor. Çünkü o da aynı yılların öyküsünü gün ışığına çıkarmanın peşinde. Anlatıyor: “Bu tarihlerin daha fazla tartışılması gerekir. Filmimin derdi de bu. Sözü geçen tarihte büyük gazetelerin bölge muhabirlerinin sokağa çıkmaktan utandığını biliyorum. Çünkü merkeze gönderdikleri haberler 180 derece çevirildiği ya da hiç basılmadığı için ne duruma düştükleri ortada. Orada neler yaşandığını orada yaşayanlar biliyor. Batılılar ise kendileri için hazırlanan metinleri okudu yıllarca. Ama artık herkes bir şeyleri anladı, biliyor ve kabul ediyor. Artık yüzleşme zamanı geldi. Ya şimdi ya hiç! Ötesi yok. Türkiye’de hafıza politikaları önümüzdeki günlerde çok daha fazla önem kazanacak, bu kesin.”
Filmin “Behlül Dal Özel Ödülü”ne layık görülen oyuncusu Aram Dildar da görmezden gelmenin Türkiye basın tarihinin bir geleneği olduğunu düşünüyor. Sonra da, “Yok saymayı iyi biliyorlar. Basın bazı şeyleri zamanında görseydi bunca yıl bu kadar insan ölmezdi. Bir ikiyüzlülük var ortada. Sivil toplum da hareketsiz. Savaş çığırtkanlığı yapmaktan çekinmeyenler var. Bu yüzden de ülkede şiddet hâlâ sürüyor. Biz bu film ile belki biraz umut verdik o kadar” diye özetliyor. Engin Emre Değer ise umudun yanına inadı da koyuyor. “Press”i de bu anlamda bir inat hikâyesi olarak yorumluyor. Hatta bu film onun için bir belgesel. Dönüp dönüp izlenmesi gerekli. Değer, artık sokağın dilinin değişmesi gerektiğini belirtiyor. Çünkü dökülen kan ve çekilen acılar çok derin. “Failleri meçhul, bizce ‘meşhur’ olan on binlerce insan var. Bu film bir tokat. Toplumun bu tokatı yemesi gerekli” diyor.
Sezgin Cengiz birçok şeyin değiştiğine inansa da festivalde gördükleri ilginin “gerçek” olmadığını düşünüyor: “Bizi Antalya’da sevimli ve sempatik bulmaları çok ilginç. Bu hâlâ içerikle kimsenin ilgilenmediği anlamına geliyor. ‘Küskün çocuklara birer çikolata’ muamelesi gördük aslında. Herkesin bizden birer makas alası geliyor ama bizim derdimiz bu değil, değildi ve olamaz da. Bir gazete düşünün, onlarca muhabiri katledilmiş. Bunun üzerine onlarca film çekilmesi gerekliydi. Bize ‘bu gençler ne güzel oynadı’ iltifatları yağdı. Benim canım yandı, kanım aktı. Bunu yememeliyiz gibime geliyor.”
Bakmakla görmek arasında fark var
Bilal Bulut gazetenin çalışanlarından biri. Defalarca polisten dayak yemiş. Suçu da gazete dağıtmakmış. Kızgın ve öfkeli. Çünkü bölgeyi tanımayanların ahkâm kesmesinden rahatsız. Yönetmen Sedat Yılmaz'a ise şükran borçlu. “Sedat Yılmaz özel biri. O bir Türk ama herkes onu Kürt sanıyor. Gerçek bir adam o” diyor. Son söz Kadim Yaşar’a ait: “Bakmakla görmek arasında büyük bir fark var. Biz bu coğrafyada yaşayan toplumlar olarak genlerimizde baskı ve şiddet kâbusunu taşıyoruz. Kirli miras nesilden nesile aktarılıyor. Bu da görmeyi zorlaştırıyor. Vicdanlarımız temiz değil. Gözümüzdeki perdeyi araladığımızda gerçekten görebileceğiz. Hz. Ali şöyle derdi; ‘Söz ağızdan çıktıktan sonra size sahip olur. Eğer o sözü gerçekleştirirseniz özgürleştirmiş olursunuz.' Ben Özgür Gündem üzerinden yapılan bu filmin bir sözü gerçekleştirdiğini ve özgürleştirdiğini düşünüyorum. Darısı nice nice özgür bırakılacak sözler adına olsun diyorum.”
“Press”
filmi bölgedeki gazetecilerin yaşadıkları, uğradıkları saldırılar ve öldürülmelerinin entelektüeller ve aydınlar tarafından yetirince sahiplenilmemiş olmasının sıkıntısını da beyazperdeye taşıyor. Yönetmen Sedat Yılmaz buna özellikle dikkat çekiyor. Onun ve ekibin umudu, yüzleşmenin zamanının geldiği ve daha yaşanabilir dünyanın böyle yaratılabileceği.
En Çok Okunan Haberler
- İstanbul'da hissedilen deprem!
- Tel Aviv’i balistik füze ile vurdular
- 'Kanlı Noel' saldırganı hakkında neler biliniyor?
- Yoğun bakımdaki Emre'den acı haber
- Salonu terk ettiler!
- Ukrayna 'bin kilometre' uzaktaki hedefleri vurdu!
- 'Bunu da yaptınız, yazıklar olsun!'
- 'Yaptığınız kötülük hiç unutulmayacak!'
- Özlem Gürses'e ev hapsi!
- 'Ekonomist Erdoğan'ı sordu, yanıt İmamoğlu oldu!