Saltanatla kimsesizlerin mücadelesi: Kerbelâ
Kerbelâ olayı, trajik yönünün yanı sıra alçakgönüllülük, sevgi, erdemli yaşam, haksızlığa karşı mücadele ve baş eğmezliğin de sembolüdür.
Cemal CanpolatUlusların köken ve geçmişlerinde söylenceler vardır. Toplumları bir arada tutan en önemli etkenlerden biri de ortak bir söylenceye sahip olmaktır. Onlara gerektiğinde cesaret, erdem, ahlak, dürüstlük vb. duyguları aşılamak için dilden dile aktarılarak gelen bu söylencelerin çoğunluğunun tarihsel gerçekliği yoktur, irrasyoneldirler. Buna karşın toplumlar bu söylencelere inanır; bir arada olmak, ortak değerler etrafında toplanmak, hedef belirlemek ve mücadele etmek için bu söylencelerle motive olurlar.
İslam dininde ise bu durum bir söylenceye değil, yaşanan somut olaylara dayanır. Bunların en önemlisi ise Kerbelâ’dır.
Kerbelâ katliamı, Müslümanlık tarihinde yaşanan en acı olaylardan biridir. Ama yalnızca Müslümanların değil, tüm insanlık tarihinde yaşanmış en acı olaylardandır. Yabancı araştırmacı Gibbon’un dediği gibi “Yıllar sonra bile insanlar nerede olurlarsa olsunlar Hüseyin’in bu trajik ölümü en soğukkanlı okuyucuyu bile üzecektir...”
EVRENSEL NİTELİKTE
Kerbelâ olayı bu trajik yönüyle birlikte, alçakgönüllülük, sevgi, erdemli yaşam, haksızlığa karşı mücadele ve baş eğmezliğiyle de bir sembol olarak tarihte yerini almıştır. Hz. Ali’den başlayarak tüm ehlibeyt, kendilerini topluma adamalarıyla, Hak ve halk uğruna mücadele edip şehit olmalarıyla evrensel nitelikte büyük simgelerdir.
Hz. Ali, Sıffin Savaşı’nda savaşı kazanmak üzereyken Muaviye’nin ordusunun mızraklar üzerine Kuranıkerim’den sayfalar takarak yürümesi karşısında durmuş ve işin hakem aracılığıyla çözülmesini kabul etmiştir. Çünkü önemli olan siyasal bir hırs ve arzuyu gerçekleştirmek için savaşı kazanmak değil, Allah’ın kelamına uygun davranmak, dürüstlük, ahlak, adalet, sevgi ve saygı ilkelerini yaşatmak ve yaymaktır. Tüm hayatı boyunca bu ilkelere uyan Hz. Ali’den de başka türlü davranması beklenemezdi. Nitekim tüm ehlibeyt ve “On İki İmamlar” da bu inanç, düşünce ve duygularla yaşamış, davranmışlardır.
Kerbelâ olayını anlamaya çalışırken dönemin şartlarını ve ilişkilerini de göz ardı etmemek gerekir. Aynı kabile içinde ve aynı soydan gelenlerin (Haşim ile Umeyye) arasındaki rekabet çok daha eskilere dayanmaktadır. Bu rekabet daha sonraki kuşaklarda, özellikle peygamberliğin Haşim’in torununa gelmesinden sonra Emevi soyu tarafından bir düşmanlığa dönüştürülmüştür. Yezit’in dedesi Ebu Sufyan Hz. Muhammed ile babası Muaviye ise Hz. Ali ile uğraşmış ve savaşmıştır. Yezit de keza Hz. Hüseyin’le bunu devam ettirmiştir. Emevi soyu zaman zaman diğer soyların da desteğini alarak yönetime egemen olmak için insanlık dışı yöntemleri uygulamıştır.
“Zalimin zulmüne karşı çıkmamak, mazluma yapılacak en büyük kötülüktür. Ben zalimlerle birlikte varlık içinde yaşamayı alçaklık sayarım. Zalime karşı gelerek bulacağım ölümü ise yücelik sayarım...”
Hz. Hüseyin
70 KEZ ÖLDÜRÜLSEK DE...
Hz. Hüseyin’in uğrunda mücadele ettiği değerlerle Yezit’in mücadele ettiği değerler bambaşkaydı. Bu durumu en yalın haliyle iki tarafın da kendilerine bağlılık gösterenlerin, bu bağlılık karşısında ne beklediklerine bakıp anlayabiliriz:
“Yezit, Hüseyin’i öldürmeleri için halkı teşvik ettiğinde ona dediler ki “Karşılığında ne gibi meblağ vereceksin?” Ama Hüseyin’in ashabı diyordu ki “Biz seninleyiz. Eğer yetmiş kez öldürülsek de gene senden asla ayrılmayacağız ve senin yanında savaşıp öleceğiz.” George Cordak (Hıristiyan yazar ve din adamı).
Emevi hükümdarı Muaviye iktidara yönelik siyasal amaçlarını ne pahasına olursa olsun elde etmeye uğraşmış, Sıffin’de Hz. Ali’ye yenileceğini anlayınca hileye başvurmuş ve Hz. Ali’nin vefatı ile de Emevi saltanatını kurma amacına ulaşmıştır. Hz. Ali’nin vefatından sonra Şam ve Mısır dışında bütün eyaletler Hz. Hasan’a biat etmişlerdi. Ancak Muaviye kendi iktidarı için tehlikeli saydığı Hz. Hasan’ı zehirletmekten de çekinmemiştir. Muaviye, ehlibeyte ve Hz. Ali yandaşlarına her türlü eziyeti yaptırmış, mescitlerde Hz. Ali’ye lanet okutmuş ve kendisinden sonra oğlu Yezit’in halife olmasını sağlamak yoluna gitmişti.
Hz. Hasan’ın zehirletilmesiyle Yezit’in önünde en büyük engel olarak Hz. Hüseyin bulunmaktaydı ve Hz. Hüseyin’i kendisine biat ettirmenin hiçbir yolu yoktu. Biat etmesi için mektup yazdığı Hz. Hüseyin, bu teklifi reddederek aile fertlerini de yanına alıp Mekke’ye gitti. Hz. Hüseyin’in biat etmeyip Mekke’ye gittiğini öğrenen Küfeliler kendisine elçi göndermiş ve Küfe’ye gelmesini, kendisini halife olarak tanıyacaklarını söylemişlerdir. Hz. Hüseyin amcasının oğlu Müslim’i Küfe’ye gönderip oradaki durum hakkında bilgi almak istemiş, daha sonra kendisi de Küfe’ye doğru yola çıkmıştır.
Önceleri Müslim’in etrafında toplanmaya başlayan Küfeliler, Yezit tarafından vali olarak gönderilen Ubeydullah’ın tehdit ve baskılarından korkarak uzaklaşmaya başlamışlardı. Hz. Hüseyin, Mekke’den Küfe’ye doğru yola çıktığında Müslim, Ubeydullah’ın adamları tarafından yakalanmış ve öldürülmüştü. Hz. Hüseyin kafilesiyle ilerlerken yolda, ünlü Arap Şair Ferezdak ile karşılaştı. Hz. Hüseyin ondan Küfe’deki durumu sorunca, Ferezdak, “Halkın kalbi seninle, kılıçları ise Beni Ümeyye (Emeviler) iledir; kaza ise gökten iner ve Allah dilediğini işler” dedi. Hz. Hüseyin de “Doğru söyledin, Allah’ın dediği olur” dedi ve yola devam edildi.
ASIL HEDEF HÜSEYİN
Müslim’in başına gelenler her şeyi gösterdiği, hatta kendisi için canını ortaya koyduklarını söyleyenler dağılıp kaçtığı halde Hz. Hüseyin, Mekke’den yola çıkan ailesi ve fedakâr dostlarıyla, yola devam etmekten çekinmedi. Kendisine Küfelilere güvenmemesi konusunda birçokları tavsiyede bulunulduğu ve geri dönmeye ikna etmeye çalıştıkları halde Hz. Hüseyin yolundan dönmedi.
Kerbelâ’ya vardıklarında da kendisinden Yezit’e biat edilmesi istenen Hz. Hüseyin hiçbir şekilde biat etmedi. Hz. Hüseyin asıl hedefin kendisi olduğunu, dileyenlerin yanından ayrılmasını söylediği halde yanındakiler ayrılmadılar. Yezit’in ordusu karşısında küçük ama davasından vazgeçmeyen bu topluluğun yapacak fazla bir şeyi yoktu. Saldırılar başladığında Hz. Hüseyin’i korumaya çalışan bu insanlar birer birer şehit edildi.
“Düştü Hüseyin atından
sahrayı Kerbelâ’ya
Cibril var haber ver
Sultan-ı Enbiyaya”
Kâzım Paşa
KATLİAMIN ACISI UNUTULMADI
10 Muharrem 61’de (10 Ekim 680) en son Hz. Hüseyin’e saldırıldı ve peygamberin torunu da şehit edildi. Henüz altı aylık olan Ali Asgar dahil, 72 kişinin şehit edildiği Kerbelâ’da hasta olduğu için İmam Zeynel Abidin’in öldürülmesi engellenmişti.
Yezit’in komutanlarından Şimr, İmam Hüseyin’in mübarek başını keserek bir tepsi içinde Şam’daki sarayında Yezit’e sundu. Daha sonra sevgili imamın başı, Şam sokaklarında gezdirildi. Hz. Hüseyin’in ailesini getiren kafile Yezit’in sarayına getirildi. Kısa süre sonra ehlibeyt kadınlarını Yezit’in huzuruna çıkardılar. Kadınlar, İmam Hüseyin’in kesik başını Yezit’in önünde görünce feryat figan etmeye başladılar. Kadınlarla birlikte zincirli bir şekilde İmam Zeynel Abidin de Yezit’in huzuruna getirilmişti. Manzaranın dehşetinden Yezit’in yanında bulunanlar bile dehşete kapılmışlar ve bunu açıkça belirtmişlerdi. Yezit Hz. Hüseyin’i ortadan kaldırdıktan sonra artık rahatlamış sayılırdı. Şimdi ehlibeyte yalandan da olsa saygılı davranabilirdi.
Derhal Zeynel Abidin’in zincirlerini çözdürdü. Yezit’in kadınları da ehlibeyt kadınlarını teselli etmeye çalışıyorlardı. Artık Yezit yaptığı kötülükleri ve cinayetleri unutturabilmek için ehlibeyte iyi davranıyor, sarayda onlarla konuşuyor, her isteklerinin yerine getirileceğini belirtiyordu. Daha sonra Numan bin Beşir komutasındaki bir muhafız kıtası eşliğinde onları Medine’ye kadar götürttü. Yezit, Zeynel Abidin’i uğurlarken şu yalanı bile uydurabiliyordu: “Allah, İbni Mercame’ye lanet eylesin. Vallahi ben olsaydım babanın her isteğini yerine getirirdim. Lakin kaderi ilahi böyleymiş ne yapalım!”
Üzerinden yüzlerce yıl geçmesine rağmen, acısı dün gibi taze duran, hafızalardan silinmeyen, yürekleri sızlatan Kerbelâ olayı kısaca bu şekilde olmuştur.
YARIN: SİYASİ ÇIKAR UĞRUNA