Hukuk ve siyaset dünyası değerlendirdi: En demokratik anayasa 1961 Anayasası’dır
CHP, İYİ Parti, Demokrat Parti, Deva Partisi, Gelecek Partisi ve Saadet Partisi temsilcilerinin hazırladığı, “güçlendirilmiş parlamenter sistemin” ayrıntılarını anlatan Bilkent Deklarasyonu’ndaki önceki anayasalarla ilgili ifadeler tartışmalara neden oldu.
İklim ÖngelDeklarasyon, özellikle 1961 Anayasası’nı yeniden gündeme getirdi. Kimileri için “Türk tarihinin en ileri anayasası” iken, kimileri için ise eleştirilerin hedefi olan 1961 Anayasası’nı hukukçular ve o dönem anayasa çalışmalarında yer alan isimlerle konuştuk.
PROF. DR. SÜHEYL BATUM:
ETKİN, ETKİLİ VE ÇAĞDAŞ
- 1961 Anayasası’nı hak ve özgürlükler açısından nasıl tanımlarsınız, eleştirileri nasıl karşılarsınız?
Türkiye’de anayasa hukukçularına sorduğunuzda, ezici çoğunluğunun söyleyeceği ilk şey, “1961 Anayasası’nın, çoğulcu, özgürlükçü ve hukukun üstünlüğü ilkesine dayalı, demokrasi yönünde, bugüne kadar yapılmış en iyi anayasa olduğudur.” 1961 Anayasası, güvenceli ve çağdaşları ile kıyaslandığında ileri bir anayasadır. Örneğin “Hukukun üstünlüğü için zorunlu kurum ve kurallara; “yargıç bağımsızlığı ve güvencelerine ilişkin ayrıntılı düzenlemelere”; Anayasa Mahkemesi’ne ve üyelerinin tek bir kişi ya da ideoloji tarafından atanmasına imkân vermeyen yapısı bakımından Yüksek Hakimler Kurulu’na yer vermiş ilk anayasadır. Yine 1961 Anayasası, “siyasal alanda bir partinin ya da ideolojinin, millet egemenliği adı altında, muhalefeti etkisizleştirmesini, kişi ve kurumlar üzerinde tahakküm oluşturmasını gerçek anlamda engeller. Gerçi anayasa yapıldıktan hemen sonra “çoğulcu değil çoğunlukçu bir demokrasiyi, millet egemenliği adı altında bir partinin tahakkümünü, siyasetin hukuk kıskacı içine alınmasını değil, savundukları partinin ve kararlarının, hukuktan üstün olmasını ısrarla savunanlar”, bu anayasaya karşı çıkmışlardır. “Vesayetçi, bürokratik, ekonomik gelişmeye karşı anayasa’’ gibi hukuk dışı bahaneler günümüzde sürüyor. Hatta bu görüşler 2002’den beri iktidarda. 1961 Anayasası’nın getirdiği “gerçek bir kuvvetler ayrılığı, bağımsız yargı, iktidarın denetlenmesi, etkin ve etkili denge ve denetim araçları, seçimlerin yargıç denetiminde yapılması, çoğulculuk” gibi ilkeler, çağdaş bir anayasacılık anlayışının ortaya çıkardığı en temel güvenceler olup, bundan sonra yapılacak ilk anayasanın da yer vereceği “vazgeçilmez, savsaklanmaz ilke ve kurallar” olmalıdır.
KURUCU MECLİS ÜYESİ ALTAN ÖYMEN:
KAZANIMLARI HATIRLAMALIYIZ
- Basın özgürlüğü açısından 1961 Anayasası nasıl bir yenilik getirdi?
1950’de iktidara gelen Demokrat Parti’nin basın özgürlüğüne saygı gösterip, eleştirilere tahammül etmesiyle başlayan döneminin ilk yıllarında, önemli bir tartışma çıkmamıştı. Ama 1954’ten sonraki tahammülsüzlük süresinde iktidarın çıkardığı basın yasaları ve onun sonucu olarak uygulanan hapis ve para cezaları ile yayın durdurma ve gazete kapatma cezaları başlayınca durum değişti.
Türkiye’de o tehlikeye karşı önlem almak gerektiğinin anlaşılması ise kolay olmadı.
Çünkü, Türkiye’nin o zamanlar yürürlükte olan anayasasında, basın özgürlüğünün kanunlarla daraltılabileceğine imkân veren bir ifade vardı. 1876 Anayasası’nda da yer alan “Matbuat Kanun Dairesi’nde serbesttir” ifadesi... Meclis’teki iktidar partisi, çıkardığı kanunlarda basına koyduğu yasakları “Bunlar benim yetki alanımdadır. Basın özgürlüğünü, kanun çıkararak sınırlamak anayasaya aykırı olmaz” diyordu.
1961 Anayasası hazırlanırken, Anayasa’nın özgürlüklere uygulanan “kanun dairesinde serbestlik” formülünün değiştirilmesi ve o sınırlamanın bir kurala bağlanması gereği üzerinde duruldu ve o amaçla anayasaya 11’inci madde olarak şu kilit madde eklendi:
“Temel hak ve hürriyetler, anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak, ancak kanunla sınırlanabilir. Kanun, kamu yararı, genel ahlak, kamu düzeni, sosyal adalet ve milli güvenlik gibi sebeplerle de olsa, bir hakkın ve hürriyetin özüne dokunamaz.”
İlk cümlesi, Kanun-i Esasi’den beri var olan “kanun çerçevesi”ni şarta bağlıyordu. İkinci cümlesinde de, anayasaya uygunluk-aykırılık tartışmalarında, bazı iktidarların pek sevdiği o genel ahlak, “kamu düzeni gibi gerekçelerle de olsa “temel hak ve özgürlükler”in “öz”üne dokunamayacağını vurguluyordu. Peki, kim belirleyecek Meclis çoğunluğuna dayanarak çıkarılan kanunun basın özgürlüğündeki söz konusu “temel özgürlükler”in “öz”üne dokunup dokunmayacağını?..
O sorunun yanıtı da, gene 1961 Anayasasıyla kurulmakta olan “Anayasa Mahkemesi”ydi. O yüksek mahkeme, bizim 1961 öncesi anayasalarımızda yoktu ama, özellikle İkinci Dünya Savaşı öncesindeki Hitler ve Mussolini olaylarını ve benzerlerini yaşamış olan o zamanki dünyanın demokrasiye bağlı kalmak isteyen ülkelerince “demokrasinin olmazsa olmaz”ları arasına alınmıştı. Ülkelerinde “temel hak ve hürriyetler”i savunan, “demokrasi” nutukları çekerek iktidara gelip de diktatörlüğe yönelen siyasi liderlerin yaptıkları, demokrasi yanlıları için unutulmaz dersler haline gelmişti. Bu yüzdendir ki, birçok ülkede yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı ile anayasaya uygunluk kontrolünü esas alan Anayasa reformları yapılmıştı. İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra çok partili siyasal hayata geçip demokrasisini geliştirmeye çalışan Türkiye’nin de temel hak ve hürriyetler alanındaki o eksikliğini tamamlaması, çok önemliydi. Bugün de 1961 Anayasası’nın yürürlüğe girişinden sonraki yılların büyük bir bölümünde demokrasi alanında edindiğimiz kazanımları ve deneyimleri hatırlamakta büyük fayda var. Gerçi arada 12 Mart, 12 Eylül gibi, 1961 Anayasası’nın kazanımlarını aksatan olaylar yaşanmıştı. Ama 2000’li yıllara gelirken, bunların çoğunu aşmıştı Türkiye... Demokratik kurum ve kuralları yeniden işleten bir ülke haline gelmişti. Bu dönemde ise yaşanan sıkıntılar ve karşı karşıya bulunduğumuz tehlikeler malûm. Ancak şu bellidir: Milletçe onları da elbette aşacağız.
Ve geçmişteki kazanımlarımızın da katkısıyla basınımızın yeniden özgürleşmesi, devletimizin yeniden demokratikleşmesi dahil, yeniden güzel gönler görmeye başlayacağız.
PROF. DR. ERGUN ÖZBUDUN:
ÇOĞULCU DEMOKRASİ ANLAYIŞINA GEÇİLDİ
- 1961 Anayasası kabul edildikten sonra Avrupa’da nasıl karşılandı?
1961 Anayasası, Osmanlı-Türk anayasa tarihinin en liberal-demokratik anayasasıdır. Bu anayasa ile 1924 Anayasası’nın çoğunlukçu anlayışından çoğulcu (plüralist) bir demokrasi anlayışına geçilmiş, temel haklar güçlü güvencelere kavuşturulmuş, çoğunluğun mutlak iktidarı anayasa yargısı ve bağımsız yargı gibi kurumlarla sınırlandırılmış, sosyal hukuk devleti Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında sayılmıştır. Bu nitelikleri nedeniyle 1961 Anayasası, kurumsallaşmış Batı demokrasi çevrelerince çok olumlu bir adım olarak karşılanmıştır. Buna karşılık Anayasanın işleyişi, beklentilere uygun olmamıştır. Bunda 1961 seçimleri ile iktidarı sivillere devreden Silahlı Kuvvetler’in yeni düzen içinde de siyasal ağırlıklarını korumaları büyük rol oynamıştır. Nitekim yüksek komuta heyetinin 12 Mayıs 1971 tarihli muhtırası ile yaklaşık üç yıllık örtülü bir askerî yönetim dönemi yaşanmış, bu dönemde 1971 ve 1973 anayasa değişiklikleri ile bazı antidemokratik hükümler kabul edilmiştir. 1973 seçimleriyle sivil yönetime tekrar dönülmüşse de aşırı sağ ve aşırı sol grupların şiddet eylemlerinin zirveye çıktığı, günlük ölü sayısının ortalama 20-25’i bulduğu, zayıf koalisyon hükümetlerinin bunları önlemekte âciz kaldığı istikrarsız bir dönem olmuştur. Bu dönem de tahmin edileceği gibi Batı demokratik çevrelerince endişe ile izlenmiş ve 1980 darbesi bir çeşit kurtarıcı gibi görülmüştür.
YARIN: Bilkent deklarasyonu ve deklarasyondaki 1961 Anayasası’na yönelik eleştiriler. - Oktay Ekşi - Rıdvan Akın - Nuri Alan