Deniz Gezmiş'in ağabeyi Bora Gezmiş, idam gününü anlattı: En çaresiz geceydi!

Bora Gezmiş o geceyi “Hayatımın en çaresiz gecesiydi” diye anlattı. Bora Gezmiş’in bir iç çekmesi var. Dedi ki, “Eğer Deniz 30 yaşına kadar muhafaza edilseydi, yine yasaların içinde kalarak mücadelesini en mükemmel şekilde sürdürürdü.”

Mustafa Balbay

Deniz Gezmiş’in ağabeyi Bora Gezmiş’le ilk 2008 yılında, “12 Eylül Sol-kırımı 78’liler” başlıklı kitabı yazarken konuştuk. Bir yıl sonra biz Silivri Mahpushanesi’ne girince diyaloğumuz koptu. 9 Aralık 2013’te gelen özgürlük sonrasında zaman zaman karşılaştık. Deniz’lerin idamının 50. yılı nedeniyle 2022 yılı içinde birkaç kez konuştuk. 

Deniz’i ve arkadaşlarını onların istediği gibi yaşatabildikleri için vicdanı rahat ama ne yapsalar bir eksik. Öyle hissediyor.  Deniz’in iki vasiyetini de ellerinde olmayan nedenlerle yerine getirememenin sancısı hiç gitmemiş. Birincisi, Taylan Özgür’ün yanına gömülme isteği, ikincisi, küçük kardeşi Hamdi’yi bilim insanı yapmaları. 

Bedenlerinin yan yana toprağa verilmesine o günün yetkilileri karşı çıkmıştı. Hamdi’nin bilim insanı olması için bütün aile seferber olmuş. Hamdi de o yönde ilerlemiş. Doktorasını da yapmış. Ne yazık ki dönemin üniversite yönetimi, “Boşuna uğraşmayın, Hamdi’yi ne asistan olarak ne de başka bir görevle üniversiteye alırız” demiş. Bunun üzerine yurtdışına gönderip teselli etmeye çalışmışlar. 

Bora Gezmiş, kardeşini gözü pek, tuttuğunu koparan, kafasına koyduğunu yapan bir delikanlı olarak tanımlıyor. Bir iç çekmesi var. Dedi ki:

“Eğer Deniz 30 yaşına kadar muhafaza edilseydi, yine yasaların içinde kalarak mücadelesini en mükemmel şekilde sürdürürdü. Deniz bu yola koyulduğunda 18 yaşındaydı. Yakalandığında 23 yaşındaydı. Dedim ya, 30 yaşını görebilseydi, yolunu çok net çizerdi, yine örnek olmaya devam ederdi. Yakalandığında kafasında kaçma düşüncesi yoktu, mücadelesini o koşullarda bile sürdürme düşüncesi vardı...”

"KİTAPLARINI YAKTIK"

Bunları anlatırken “Bir de insan Deniz var” dedi, şöyle devam etti:

“Deniz klasik müzik dinlerdi, şiiri çok severdi. Birçok yayını İngilizce okurdu. Ah ne yazık ki onun okuduğu kitapların çoğunu o ünlü İstanbul araması sırasında yaktık...”

Bora Gezmiş, Deniz’lerin idamla yargılandığı süreçte devlet katından bazı uyarıların dolaylı olarak kendilerine iletildiğini vurguladı, arkasını şöyle getirdi:

“Deniz’lerin idamı gelecek kuşaklara karşı gözdağı amacı da güdüyordu. Bakın biz üç kişiyi asarız, acımayız. Bu tür hedefler koymayın önünüze demek istediler... Mahkemede ılımlı davransalardı böyle bir karar çıkmazdı dediler. O dönem bize bu mesajı iletmişlerdi... Tabii doğrudan gelip böyle bir pazarlık ortamının içine girmediler. Aracılar kullandılar. Aracılar vasıtasıyla, Deniz’ler eğer, işte ordu da el koydu. Bu yaptığımıza pişmanız ya da istediğimiz zaten böyle bir şeydi gibi, özünde pişmanlık ifade eden şeyler söylerlerse durum değişebilir mesajı ilettiler ya da aileden böyle bir şey istediler. Deniz’ler asla böyle bir şeyi kabul etmediler. Babama sözleri var, ‘Baba sakın böyle bir şey yapma, reddederim’ dedi...”

Bora Gezmiş, kardeşinin hatırasını ve mücadelesini yaşatmak için onun hayattaki arkadaşlarıyla diyaloğunu sürdürüyor. İdamın 50. yılında, iktidarın bile Amerika’ya karşı bağımsız siyaset üretmenin gerekliliğinden söz ettiğini vurguluyor.

Deniz’lerin idamına giden süreç ve idam gecesi, başta avukatlarından Halit Çelenk’in birinci elden tanık olarak anlatımı olmak üzere önemli kaynaklardan aktarıldı. O gece Bora Gezmiş ne yaşadı?

Bora Gezmiş’le bunu konuşmak elbette kolay değil. Ancak ölüme gözünü kırpmadan giden Deniz’lerin aileleri, bu acıyı onurla taşıyıp yeri geldiğinde paylaşılması gerektiği kadar paylaşmayı da görev bildiler. 

5-6 Mayıs 1972 gününü ve gecesini Musa Kaplan’a anlatan Bora Gezmiş, Nisan 2022’de de bizimle paylaştı. İki anlatımı birleştirip onun ağzından, kendi dilimizle aktaralım...

ÖNCE MEZARLARI KAZILDI!

“5 Mayıs günü babamla Ankara’ya geldik. Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın da babaları Ankara’daydı. Görüş yapmak için cezaevine gittik. Kabul etmediler. Sayım var, bugün uygun değil gibi şeyler söylediler. 

Meğer infaz hazırlıkları yapılıyormuş. Sonradan öğreniyoruz ki Tercüman gazetesinin haberi olmuş ya da onlara haber ulaştırılmış, Karşıyaka Mezarlığı’nda yerlerini bile ayırmışlar. Bizim de içimizde her an infaz olur kaygısı var ama konduramıyoruz işte. Bir şekilde bir yerden döner diye umut ediyoruz. 

O gün görüşme yapamayacağımızı anlayınca kendimize en yakın hissettiğimiz ANKA Ajansı’na gittik. Altan Öymen’le konuşalım istedik. Sağ olsun Altan Bey bizimle çok ilgilendi. ANKA Ajansı’nda herkes bir koşuşturma içinde. Bizimle de ilgileniyorlar ama bir başka tedirginlikleri var. Biz yine de kötüye yormuyoruz. İşlerin yoğunluğuna bağlıyoruz. 

Niyetimiz görüş yaptıktan sonra akşam İstanbul’a dönmekti. Görüşemeyince o gece kalmaya karar verdik. Yarın görüş yaparız dedik. Hüseyin’in babası Hıdır Bey İzmir’den gelmişti. Ankara’da damadı varmış. Onda kalacağını söyledi. Yusuf’un babası Beşir Aslan da kızına gitti. 

Biz önceden herhangi bir rezervasyon yaptırmadan Ulus tarafında bir otele gittik. Saat sabahın üçü mü neydi, kapımız çalındı. Sıkıyönetim ortamı, sokağa çıkma yasağı var... Güvenlik güçleri, ‘Derhal hazırlanın, çıkıyoruz’ dediler. Nereye demeye kalmadan, cezaevinin bulunduğu yöne ters bir tarafa hızla yöneldik. Şehir bitti, evler geride kaldı. Karşıyaka Mezarlığı o yıllarda şehrin hayli dışında. 

Araçtan indiğimizde saat sanırım beşe geliyordu. Henüz ortalık ağarmamıştı. Bizi bir koridora aldılar. Hüseyin’in, Yusuf’un babası da bizimle. Demek ki sürekli takip etmişler. Etrafımızda sivil, resmi giyimli onlarca kişi vardı. Kıyafetleri farklı ama hepsi güvenlik görevlisiymiş. 

Durumu anladık tabii... İlk sorumuz avukatlarının yanında olup olmadığı idi. Yoktu dediler. İnanmaktan başka bir yolumuz yok. Bir vasiyetleri olup olmadığını sorduk. Ona da yok dediler. Bunlar bize inandırıcı gelmedi. Telefon olanağı kısıtlı. Zor koşullarda Halit Çelenk’e ulaşmaya çalıştık, olmadı. 

Görevlilerin tek derdi var, bir an önce toprağa vermek. Babalar kararsız. Ben İstanbul’a götürmekten yanayım. Görevliler karşı çıktılar. İlle hemen toprağa verin. Zaten cenazeleri Karşıyaka Mezarlığı’na getirmiş olmaları bir mesaj. Planı yapmışlar. Ben bir an önce cenazelere ulaşmak istediğimi söyleyince görevli çıkıştı:

“Ne yapacaksınız ölüsünü?”

"YAN YANA YATSINLAR İSTEMİ

Aslında onlar için mesele bizim ne yapacağımız değildi, bir an önce cenazeleri toprağa vermekti. Ben İstanbul diye ısrar edince babam, ‘O zaman bir araba bulalım’ dedi. Karşıyaka Mezarlığı şehrin dışında, dağ başında. Bahçelievler’e gelip araç bakabilir miyiz diye düşünürken babam, Hıdır ve Beşir Bey’le bir araya gelip “Bu gençleri ayırmayalım” dediler. Babamın şöyle dediğini hatırlıyorum:

“Mademki yola birlikte çıktılar. Yan yana yatsınlar...”

Bunun üzerine hemen belediye görevlisine ulaşmaya çalıştık, yan yana üç kişilik yer alacağız. Daha belediye yetkilisine gitmeden güvenlik görevlisi yanımıza gelip uyardı:

“Yan yana olmaz...”

Neden diye sorduk. Cevapları zaten hazırmış:

“Emir böyle...”

Hayatımda hiç o geceki kadar çaresiz hissetmemiştim kendimi. Ben başa döndüm. “O zaman biz cenazemizi İstanbul’a götüreceğiz” dedim. Ona da olmaz dediler. 

Neden olmaz. Bunun da yanıtı aynı:

“Emir böyle...”

Ben daha da gerildim, sesimi yükselttim:

“Bizim cenazemizi bize vermek zorundasınız. Teslim etmek zorundasınız. Veriyor musunuz vermiyor musunuz? Cevap bekliyorum...” 

Bu sırada gün aydınlandı. Güneş doğdu, mesai başladı. Biz hâlâ cenazelerimizi alıp alamama kavgası içindeyiz. Hem bir an önce gömülmesini istiyorlar hem de “yan yana olmaz” deyip işi yokuşa sürüyorlar. 

Etrafımız da giderek kalabalıklaştı. Bini aşkın güvenlik görevlisi var. Bunlar hep burada mıydı, yoksa gün ağarınca mı gördük, bilemiyorum. Sonunda Karşıyaka’da toprağa vermek kesinleşince, bir soru daha sordular:

“Cenazeleri görmek ister misiniz”

BABAM CANSIZ BEDENİNİ GÖRMEK İSTEDİ

Babam görmek istediğini söyledi. Hıdır ve Beşir Bey de göreceğiz dediler. Ben, Deniz’in o en son gördüğüm canlı, dipdiri haliyle belleğimde kalmasını istedim. 

Artık defin işlemlerini yapacağız. Babalar bir ezan okunsun ondan sonra deyince, yine olmaz cevabı aldık. Emir böyle, bir an önce toprağa verilecek. 

İmam son işlemleri yapsın, sonra toprağa indirelim dedik. Deniz’in tabutunu toprağın üzerine koyup, imam bakmaya gittik. Bulamadık, nerededir diye geri döndük. Bir baktık, Deniz’i mezara koymuşlar. ‘Siz ne yapıyorsunuz’ diye çıkıştık. İmamın da, ‘Ben onların cenaze namazını kıldırmam’ dediğini söylediler. O an babamın refleksini unutamıyorum. ‘Ben kıldırırım o zaman, çekilin’ dedi. Bunun üzerine hemen koşup imamı getirdiler. Biz toplam dört kişi cemaat olduk, namazı kılacağız. Babam, etrafta bizi kuşatanlara seslendi, “İçinizde hiç aptesli yok mu” diye sordu. Kimse çıkmadı.

Mezar yerlerine baktık, daha önceden hazırlanmış. Aralarına başka mezar yerleri koymuşlar. 

Defin işlemleri bitince Halit Çelenk’in evine geçtik. Orada gerçeğin bize mezarlıkta anlatılanlar gibi olmadığını öğrendik. İnfazda bulunmuşlar, son mektuplarını bir zarf içinde almışlar...”

AZA DENİZ GEZMİŞ

Ağabey Bora Gezmiş yaşamı boyunca hep onurla taşımış soyadını. Birkaç yerde sorun olmuş ama aldırmıyor. “Olacak o kadar. Bunca aleyhte propagandaya karşın halkın gönlünde yaşamaya devam ediyorlar” diyor. 

Bora Gezmiş, Deniz’lerin yaşayacağına yürekten inanarak paylaşıyor ama Deniz Gezmiş’le kan bağı olan ailelerin onun adını yeni kuşaklara vermeye yürekleri el vermemiş.

Deniz Gezmiş, daha yaşarken halkın gönlündeydi. Bu bölüme yaşanmış bir olayla nokta koyalım. Deniz’ler yakalandıktan beş gün sonra 21 Mart 1971 Pazar günü, Adana’nın Kozan ilçesine bağlı Harman köyünde muhtarlık seçimleri vardı. 

Oy tasnifi sırasında görüldü ki, köylüler azalığı Deniz Gezmiş’e vermişler!

Deniz Gezmiş Çukurova’da harman olmuştu.

SÜRECEK