Alev Coşkun anlattı: İsmet Paşa'nın çabası yetmedi
Söyleşimizin ilk kısmında, 27 Mayıs dönemi tanıklarından Doktor Alev Coşkun’la Kayseri ve Uşak olaylarından Tahkikat Komisyonu’nun kurulmasına kadar olan dönemi konuşmuştuk. Bugün ise Tahkikat Komisyonu’ndan 27 Mayıs’a giden süreci ve sonrasını konuşacağız.
Çağdaş Bayraktar
Bu konuda tartışma var. Bunun bilimsel yanıtını ünlü anayasa hukuku Hocası Prof. Dr. Ali Fuat Başgil vermiştir. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil, Fransa’da eğitim görmüş bir anayasa hukukçusudur. Kendisinin anayasa hukuku alanındaki bilgi birikimi çok güçlüydü. Muhafazakâr, hatta DP’ye yakın görüşlere sahipti. Ancak doğru bildiğini söyleyen, sırf ideolojik nedenlerle doğru bildiğinden sapmayan bilge bir hukukçuydu. 28 Nisan olayları İstanbul Üniversitesi’nde patlak verince o günkü Milli Eğitim Bakanı Atıf Benderlioğlu Prof. Başgil’i Ankara’ya davet ediyor.
Kendisi bir gün sonra Ankara’ya gitti. Hatıralarında yazıyor. (Kitabın ismi “27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri”.)
Çankaya Köşkü’nde akşam yemeğinden sonra yapılan toplantı çok önemlidir. Anılarında bu toplantıyı olduğu gibi yazmıştır. Bu sayfalardan aynen aktarıyorum:
“Toplantıda hazır bulunanlar: Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, Meclis Başkanı Refik Koraltan, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu.
Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’e bu toplantıda sorulan soru şudur: Tahkikat Komisyonu kurulması anayasaya aykırı mıdır?
Hocanın verdiği cevabın özeti şudur:
“Meclisler Tahkikat Komisyonu kurmaya yetkilidirler. Anayasaya göre Tahkikat Komisyonu kurulabilir. Ancak 27 Nisan 1960 günü Meclis’te kabul edilen ‘Tahkikat Komisyonu Yetkileri Hakkında Kanun’ anayasaya aykırıdır.” Daha sonra Cumhurbaşkanı Bayar, “Bu vaziyet karşısında ne yapmalıyız” diye sordu. (s.133)
Cevap: “Son derece ihtiyatlı davranmayı tavsiye ederim. Önce anayasaya tamamen uymadığına göre, Salâhiyet Kanunu’nun hükümlerini uygulamamalısınız. Bu bakımdan tekrar gözden geçirilmesi için kanunu derhal Meclis’e geri göndermelisiniz. Bilhassa gençliğe karşı çok sert tedbirlere başvurmamalısınız” (s.134) oldu.
Cumhurbaşkanı Bayar’ın yanıtı şöyledir: “Ben hiçbir şekilde bu görüşe katılmıyorum. Bilakis, son derece sert davranmak ve tahrikçileri örnek olmak üzere cezalandırmak lazımdır. Hükümet makamlarının çalışma tarzı şimdi böyle olmalıdır’. ”
‘Tenkit değil tenkil zamanı’
Bu konuyu Prof. Dr. Başgil kitabında şöyle anlatıyor:
“Burada hafif bir yanlış anlaşılma oldu. Bayar fikrini izah için suçluları çok sert ve ibret teşkil edecek bir şekilde cezalandırmak manasına gelen Arapça asıllı, ‘tenkil’ kelimesini kullandı. Tenkil ve tenkit kelimeleri arasında söyleniş itibarıyla büyük bir benzerlik olduğu için, iyi anlayıp anlamadığımdan emin değildim. Tenkit kelimesi, yalnız ‘Critique’ (eleştiri, uyarı) manasına geliyordu. Bu sebeple, Reis-i Cumhur’dan açıklamada bulunmasını istedim. Reis-i Cumhur biraz kızgın bir şekilde, tenkit zamanı çoktan geçmiştir, şimdi tahrikçileri tenkil zamanıdır diye cevap verdi.”
Başgil, Bayar’ın bu kelimeyi, “eleştiri yapan, protesto yapan üniversite öğrencilerinin kökünü kazımak anlamında kullanıldığını” belirtiyor. (s.134)
Bunun üzerine Prof. Başgil aşağıdaki yanıtı veriyor:
“Sayın Cumhurbaşkanı bu düşüncenize katılamayacağım. Mevcut düzeni bozanlara karşı muhakkak bir önlem alınabilir. Ancak bunun yerinde ve zamanında alınması gerekir. Kanımca memnuniyetsizlik hareketi orduyu da sarmaya başlamışsa nazik bir mesele ortaya çıkar...” (s.135)
n Toplantıda hazır bulunanlardan dönemin Başbakanı Menderes’in, Prof. Başgil’in sözlerine yaklaşımı ne oldu?
“İSMET PAŞA ‘YAPMAYIN’ DERDİ” DP çizgisinin kayıtsız şartsız destekçisi ve bugün de takipçisi olan bir kesim, 27 Mayıs ile İnönü’yü ilişkilendirmekte. İnönü üzerinden de 27 Mayıs’ı yapan ve Menderes’i asan bir CHP profili resmedilmekte. İnönü ile 27 Mayıs’ı gerçekleştiren kadro arasında bir ilişki var mıdır? İnönü’nün idam kararlarına yaklaşımı ne olmuştur? İnönü’nün 27 Mayıs öncesindeki söylemleri ortadadır. Yanlış bir yolda ısrar eden DP’yi defalarca uyarmıştır. Çünkü toplumsal tepkiyi görüyordu. Uyarıları yaparken de asla bir askeri müdahalenin içerisinde bulunmayacaklarını da belirtmiştir. Zaten Milli Birlik Komitesi Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel’in, 28 Mayıs’ta “Size karşı kusurluyuz Paşam! Hareketimizi daha önce haber veremedik” demesi, yine Gürsel’in 28 Mayıs’taki basın toplantısında İsmet Paşa’nın 27 Mayıs’la ilişkisi olup olmadığına dair sorulan soruya “Asla. Eğer İsmet Paşa’ya daha önce bu meseleyi açsaydım yapma diyecekti” demesi her şeyi açıkça ortaya koymaktadır. İdam kararlarına gelecek olursak, İnönü bu kararlara net bir şekilde karşı çıkmıştır. Bu kapsamda Milli Birlik Komitesi üyesi Ahmet Yıldız’a, ölüm cezasının onaylanmamasını, onaylanırsa İsmet Paşa olarak bu kararın karşısında duracağını belirtti. Bununla da kalmayıp Milli Birlik Komitesi Başkanı Cemal Gürsel’e mektup yazdı. Mektupta da ölüm cezalarının infazından vazgeçilmesi gerektiğini belirtti. İdam kararları üzerine aynı gün içerisinde iki kere Başbakanlık’a gitti. Fakat bu çabası sonuç vermedi. |
‘Öğrenci-subay Kucaklaşması’
Ali Fuat Başgil, Cumhurbaşkanı ve toplantıda bulunanlara İstanbul Üniversitesi bahçesinde 28 Nisan 1960 günü öğrencilerin yaptıkları protesto gösterilerini de anlattı. Bu hareketin normal bir eleştiri olduğunu belirtti. Özellikle, protesto eden öğrencilerle, onları önlemek için hareket eden askeri birliklerin başındaki subayların birbirleriyle karşılaştıklarında subaylar ve gençlerin birbirleriyle kucaklaştıklarını da anlattı ve bunun son derece önemli olduğunu söyledi.
Başbakan Menderes, “Hocam bu çıkmazdan kurtulmak için ne yapmalıyız” diye sordu. (s.135)
Ali Fuat Başgil’in cevabı: “Bu sorunuz beni son derece ağır bir sorumluluk altına sokuyor ancak çekinmeden düşüncemi söyleyeceğim” oldu.
Kısaca Başgil, bir an önce hükümetin istifa etmesi ve ılımlı kişilerden yeni bir hükümet kurulması önerisinde bulundu. Hatta muhalefetten de 1-2 kişi alarak bir koalisyon kurulmasını önerdi. Menderes bu düşünceyi hemen uygulamak istedi. Ancak, “dere geçerken at değiştirilmez” diyen Bayar buna engel oldu.
Sonrasında olaylar nasıl gelişti?
Sonrasında Meclis görüşmeleri ve özellikle Tahkikat Komisyonu’nun çalışmalarının yayımlanması yasaklandı. O gün İnönü, Meclis’te önemli bir konuşma yaptı. Kendisinin ve CHP’nin ihtilalden gelip demokrasiye geçtiğini, ihtilal yapmalarının olanaksız olduğunu, kurulacak böylesi bir komisyonun demokrasilerde yeri olmadığı için “gayri meşru” olduğunu, TBMM üzerinde bir baskı dönemi getireceğini belirtti. Ve şu ünlü cümlesi Meclis zabıtlrına geçti: “Demokratik rejim istikametinden ayrılıp ülkeyi baskı rejimi haline götürmek tehlike bir şeydir. Bu yolda devam ederseniz, sizi ben bile kurtaramam.”
Bu konuşmanın yayımlanması derhal yasaklandı. Konuşma her ne kadar gazetelerde yayımlanmadı ise de teksirle, daktilo ile çoğaltılarak bütün Türkiye’ye yayıldı.
Bu durumlar, İstanbul ve Ankara Üniversitesi öğrencilerini harekete geçirdi. 27 Nisan 1960 günü, İstanbul üniversitesi Tıp Fakültesi Öğrenci Derneği’nin Beyazıt Beyaz Saray Salonu’nda yapılan kongresi polisler tarafından basıldı, öğrenciler dövüldü. O gece 27 Nisan 1960, İstanbul’daki bütün öğrenci yurtlarında şu haber sonsuz bir acelecilikle bütün öğrenciler arasında yayılıyordu. “Yarın üniversite bahçesinde 9-13 arasında bir miting yapılacak.”
28 Nisan 1960. 1. sınıf amfisinde, kurulan Tahkikat Komisyonu’na gönderme yapıp, “Hukukun bittiği yerde hukuk okunmaz” diyerek ateşli bir konuşma yapan hukuk öğrencisi rahmetli Nuri Yazıcı kürsüden iniyor, binlerce öğrenci yürüyerek orta bahçeye çıkıyordu.
Orta bahçe tıklım tıklım dolu, heykelin önünde İstiklal Marşı söyleyen gençlerin üzerine, polisler coplarla saldırıyorlar. Eli tabancalı polisler büyük hukuk âlimi İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sıddık Sami Onar’ı tartaklıyorlar ve yerlerde sürüklüyorlar.
İstanbul Üniversitesi’nde polisin öğrencilere uyguladığı orantısız güç sonucu, yüzlerce öğrenci yaralandı.
Polisler, üniversite bahçesindeki gençleri Beyazıt Meydanı’na sürdü. Meydanda polisin aşırı güç kullanımı devam ediyordu. Bu arada Malatya doğumlu Orman Fakültesi öğrencisi 20 yaşındaki Turan Emeksiz kurşunlara hedef olarak devrim şehidi oldu. Yüzlerce üniversiteli genç yaralandı. Hukuk Fakültesi öğrencisi Hüseyin Onur, Tıp Fakültesi’nden Mevlüt Kurtoğlu, Hukuk Fakültesinden Cengiz Ballıkaya, Kenan Özten, İktisadi ve Tıcari İlimler Akademisi öğrencisi Hüseyin Irmak ağır yaralılar arasındaydı. Haseki Hastanesi’ne getırilen Hüseyın Onur’un sol kasığından kan fışkırıyordu. Kurşun damarı delmişti. Hüseyin Onur, sol bacağı dipten kesilerek yaşama döndürülebildi. Kenan Özten’in, ayağı tankın paletleri arasında ezilmişti, ölümden zor kurtuldu. Bütün gençlik “Hürriyet-hürriyet” diye bağırıyordu. Gençlik olayları, 29 Nisan 1960 günü Ankara’ya sıçradı. Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencileri zulme karşı başkaldırıyordu. Fakülte binası polis kurşunlarıyla taranıyordu. O hafta içinde sıkıyönetim, İstanbul’daki bütün öğrencileri, gemilere ve trenlere bindirerek ailelerinin yanına gönderdi. Ama gösteriler İstanbul ve Ankara’da 26 Mayıs’a kadar kesilmeden sürdü. Gençliğin hareketleri toplum içinde de yankılarını buluyordu.
27 Mayıs ile diğer askeri müdahaleler arasında farklar var mıdır? Varsa bunlar nelerdir?
Siyasal yaşamımızda sonuca ulaşmış 3 tane askeri darbe olmuştur. 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980. Bunlar aynı torbaya konulup değerlendirilemez. 27 Mayıs gençlik ve halk kitlelerinin yaptıkları bir siyasal harekettir. 27 Mayıs’ı yapan 38 kişilik asker grubu, emir komuta zinciri içinde değildiler. Albay, yarbay, binbaşı, yüzbaşı ve üsteğmenlerden oluşuyordu. 27 Mayıs hareketi çok ilerici bir anayasanın, 1961 Anayasası’nın yapılmasını sağladı.
1961 Anayasası, 27 Mayıs askeri harekâtının beraatı”dır(aklanmasıdır). Bu anayasa, Türk toplumunun binlerce yıllık tarihi içinde yarattığı en ilerici anayasadır. Çağdaş, laik, insan haklarına, hukukun üstünlüğü ve sosyal devlet ilkesine bağlı bir anayasadır. Böylesi ilerici bir anayasanın yaratılması, 27 Mayıs’ı diğer askeri müdahalelerden ayırmıştır. 12 Mart ve 12 Eylül, 27 Mayıs’ın getirdiklerini durdurmak, özgürlükleri geri almak amaçlarını taşıyordu. Bu nedenle 27 Mayıs gerek toplumsal dayanakları, gerekse yaratılan çağdaş ve devrimci anayasası nedeniyle tutucu ve hatta karşıdevrimci 12 Mart ve 12 Eylül’le bir tutulamaz... Bu anayasa, insan haklarını temel almıştır, hak ve özgürlüklere en üstün değeri vermiştir, sosyal devlet ve hukukun üstünlüğü ilkesini benimsemiştir ve bu ilkeleri yaşama geçirmiştir. Planlı kalkınma düşüncesini, kuvvetler ayrılığını, iki meclisli yasama organını ve Anayasa Mahkemesi’ni getirmiştir. Laik devlet ilkesine ve “Kuvayı Milliye ruhu”na dayalı bağımsız Türk devleti ilkesini ön plana çıkarmıştı. Bu nedenle 27 Mayıs diğer askeri müdahalelerden çok farklıdır ve 1961 Anayasası, 27 Mayıs’ın ölmez eseridir.
İDAMLAR, 27 MAYIS'IN KAZANIMLARINI GERİDE BIRAKTI 27 Mayıs sonrasında gerçekleşen ve 27 Mayıs’ın kazanımlarını gölgeleyen idam kararları var. Bu kararlar bugün, topyekûn bir 27 Mayıs karşıtlığına zemin oluşturuyor. Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
|