Lebon'da her şey güzeldi.
İstiklal Caddesi’nde 19. yüzyıldan bu yana faaliyette olan Lebon için sadece pastane demek, tabii ki eksiklik olur. Türkiye’nin hem edebiyat hem siyasal birçok figürüne ev sahipliği yapması onu bu sıfatından daha farklı değerlendirmemize yol açıyor.
Mustafa K ErdemolKültür mimarimizin oluştuğu/oluşturulduğu en önemli mekânlardandı. Duvarlarında Yahya Kemal, Abdülhak Hamid Tarhan, Halit Ziya Uşaklıgil, Cenap Şahabettin, Ali Faik Ozansoy, Süleyman Nazif, Celal Nuri, Ahmet Haşim, Mithat Cemal Kuntay, Yusuf Ziya Ortaç, Orhan Seyfi Orhon, Sait Faik, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “görüntüleri” kazınmıştır. Dikkatli bakan görür.
ROMANDA DA VARDI
Sadece yazanların değil, kitapların da “mekânlarından” biri oldu Lebon Pastanesi. Orhan Pamuk’un Cevdet Bey ve Oğulları’nda rastlamışsınızdır, Peyami Safa’nın “Fatih Harbiye” romanında rastladığınız gibi. Yazarların, şairlerin ortak “kamusal alanı”ydı Lebon. Bu yüzden elbette kültürümüze olağanüstü bir mekân kazandırdığı için Eduard Lebon’a teşekkür borçluyuz. İyi ki Fransız elçiliğinin mutfağındaki işini bırakıp kendi işletmesini kurmuş, 19. yüzyılın ortalarıdır. Batılı yaşam tarzının gayri müslimlerce yaşatıldığı İstanbul’da, o muhteşem, o güzel insanların kendilerinin dışındakilere de açtıkları bir “dünya”ydı Lebon. 19. yüzyılın İstanbullusu, birçok açıdan trajik bir yaşam sürse de “mutlu insan”dır. Bu mutluluğun kaynaklarından biri olarak Lebon ile benzerlerinin önemi küçümsenemez. Dışarıya açılan kapıdır önceleri. Şu meşhur mu meşhur Orient Express’le İstanbul’a gelen yolcular önce orada ağırlanırlar. Belki de bu yüzden, yerlisiyle, yabancısıyla herkes çok benimsemiştir şu sözü: “Chez Lebon, tout est bon / Lebon’da her şey güzeldir.”
MARKİZ PASTANESİ OLUR
Mösyo Eduard, üzerinde biraz daha durmayı hak ediyor kuşkusuz. Elçilikten ayrılınca bir ara Vallauary ailesinin pastanesinde çalışır, ardından Charles Bourdon tarafından Rus elçiliğinin karşısında kurulan pastaneye ortak olarak alınır. Adının değişip Lebon et Bourdon olması kısa süre sonradır. Osmanlı sarayının da gözdesi olunca halk nezdinde de popülaritesi artar haliyle. Bourdon 1903’te ölür, Lebon, 1937’ye yani ölümüne kadar işletir pastaneyi. Uzun bir süre yardımcısı Kostas Litopoulus tarafından yönetilir. Nihayet Lebon Pastanesi, 1940 yılında Avedis Ohanyan Çakır tarafından satın alınarak el değiştir, adı da Markiz Pastanesi olur. 1985’ten başlayarak Lebon adıyla yeniden girer yaşamımıza.
GİTTİĞİ YER LEBON’DU
Cumhuriyet ilan edileli dört yıl olmuştur. Atatürk, İstanbul ziyaretini dört gözle beklemektedir. Nihayet 1927 Temmuzu’nda çok sevdiği kente gelir. Şöyle anlatırlar: Büyük karşılama törenleri yapılmıştır, halk heyecan içindedir. Ama Atatürk bulduğu ilk fırsatta yayaların arasına karışır, hatta öyle ki tramvaya biner, bilet parasını ödeyerek. Gençliğinin Galatası’nda, Beyoğlusu’nda gittiği mekânlara uğrar tek tek. Uğradığı yerlerden biri de Lebon Pastanesi’ydi.
Tamam, elitti elit olmasına ama kendi aralarında da hem edebi hem sınıfsal açıdan farklılıklar olan yazarların, şairlerin, tiyatrocuların ortak/tek kimliğe kavuştukları yerlerdendi Lebon. İçeriye adım attığınızda, dışarıdaki dalgalardan korunduğunuz bir gemiye binmiş gibi olurdunuz muhtemelen. İnsan, özellikle yaratıcı insan, sığınmak ister. Toplumu kılcal damarlarına kadar hissettiği sokaklardan ona biraz uzaktan bakan mekânlara girmek istemesi anlaşılabilir yazarın, şairin. Lebon bu olanağı sağlayan mekânların en önde gelenlerindendi.
Muhabbetlere birbirinden güzel pastaların, çayın, kahvenin eşlik ettiği o ortamda, yazılan ne varsa önce birbirine sunulurdu. Bunu sıradan bir kahvanede yapamazsınız. Büyük Osmanlı münevveri Şinasi de böyle mi düşürdü bilemem, ama adını değiştirdikten sonra bile gelip gitmelerini eksik etmemiştir Lebon’dan.
ATMOSFERİ YOK EDİLDİ ÖNCE
Kimbilir ne edebi fırtınalara, yıkıcı, yaratıcı tartışmalara, hatta kavgalara tanık oldu Lebon. Bundan tabii ki zarar da görmedi, görmezdi de. Bu “kavgalar” yüzünden kapanacağı yoktu. Ama, iş dünyasının acımasız kuralları, insafsız zorlamaları bu güzel mekânın da sonunu getirdi elbette. Lebon, mülkün sahibi olan vakıfla sorunlar yaşadı 2014’te. Çıkan tahliye kararı, son anda varılan anlaşma nedeniyle uygulanamayınca devam edebildi faaliyetine.
Şimdi sona gelindi. Kent kültürümüzün de edebiyatımızın da en önemli sembollerinden biri, hayır zamana değil, yaratılan “değer yıkımı” fırtınalarına yenik düştü. Soluk alacağı atmosferi kesileli hayli zaman oluyor. Yine de iyi dayandı denebilir.
Bir gün, “değer yıkımı” durdurulursa yine kavuşuruz belki Lebon’a. Bir umut işte.