Almanya’dan Mısır’a zengin ve yoksul
İki haftadır ülkeden uzakta 2 farklı seyahat yaptım biri batının sanayi devi Almanya diğeri milattan önceki çağların en zengini Mısır uygarlığı.
Ümit OrmanAlmanya ziyaretim gurbetçi Türk kadınlarının muhteşem girişimlerini desteklemek içindi. Düzenledikleri geceye davetli gittim ve yaptıkları iyilikleri, katkılarını sergiledikleri etkinlikte minik minik akan gözyaşlarıma engel olamadım. Çünkü bir zamanlar bu duygularla çalışan Türkleri bir bayrak altında dernekler vasıtasıyla toplamayı bilirim, o duyguyu yaşadım. Bu yaşadıklarım beni bir an için 1990’lı yıllara, Hollanda günlerine götürdü. O kadar genç, o kadar hevesli ve Türkiye sevdalısıydım ki vatan için, Türklük için can verebilirdim. Tüm gençliğimi de solcu olarak geçirdim. Fakat vatan sevgim ve gurbet ellerde geçirdiğim zaman aynı zamanda beni milliyetçiliği benimsememe de yol açtı; kalbim adeta ikiye bölmüştüm. Aslında kalbin siyaset için 2’ye bölünmesine gerek yok bizi tek yürek ve tek bayrak altında toplayan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü anlamaya çalışmak yeter.
Atatürk 10. Yıl Nutku'nda ''Daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü, Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir'' demiştir.
Biz dışarıda yaşayan Türklere muhteşem doping verir o sözler. Dinle devlet işlerini birbirinden ayırarak önce eğitim ve bilim ile üreterek büyüyebileceğimizi bundan 100 küsur sene evvel anlatmıştır Atatürk.
Ben de bu durumu en çok az gelişmiş müslüman ülkelere yapmış olduğum gezilerde görüyorum. Bu gezilerde defalarca kez Atamın sözleri kafama vuruyor: “En büyük savaş, cahilliğe karşı yapılan savaştır.“
Almanya’nın hemen ardından yine eğitim amaçlı dünyanın gelmiş geçmiş en büyük kültür hazinelerini saklayan Mısır ülkesine bu seferki gidişimde şunu gözlemledim: 'Yüksek binalar, neon ışıklar hariç hiçbir şey fazla değişmemiş.' Mısır'da en ilginç ve bir o kadar da komik bir durumsa trafik ışıklarının olmaması. Fazla maliyetli bulunduğundan trafik hasbel kader kornalarla ve curcunayla gayet de güzel işliyordu onlara göre. Bana göreyse yanınızda polis olmadan karşıdan karşıya geçemezsiniz. Biri çarpar ve çeker gider. Kimsenin arkasına bakma gibi bir huyu da yok. Önce karnını doyur, gündüz yat, gece çalış. Çünkü iklim gündüz çalışmaya pek uygun değil. Mayıs ayında resmen 46 dereceyi gördük, Akdeniz iklimine alışkın Türkler için çok keskin derece farkı birçok arkadaşımızı (ben dahil) serum takılacak derecede hasta etti.
Eric Van Daneken bundan 40 sene evvel yazdığı Tanrıların arabaları kitabında Mısır piramitlerinin insan eliyle gücüyle inşa edilmesinin pek mümkün olamayacağını ve uzaylılar tarafından inşa edildiğini söylediğinde bizzat en büyük piramit olan Khufus’un içeriden tam tepeye insan boyunun sığamayacağı genişlikte yerden çıkarak tamamladığımda, “Hayır bu kesinlikle uzaylıların işi asla insan eliyle yapılamaz” dedim. Ki kendi tarih kitaplarında 100.000 kişi bedenen 25.000 kişinin de bizim beyaz yaka tasvir ettiğimiz beyin takımının toplam 4500 sene evvel meydana getirdiği bu devasa yapı tarih kitaplarının söylediğine göre 20 seneden fazla bir zamanda tamamlanmış. Her gün 10 saat çok zor şartlar altında çalışan işçi kesimi açlıktan sıcaktan yorgunluktan ölmüş şimdilerde biz gezelim görelim diye. Bize rehberlik eden Mustafa, Mısır’ı meth ede ede bitiremedi; onun anlatmasına göre dünyanın en zengin altın rezervleri, en zengin tuz, kristal, gümüş gibi madenlere sahip olduğunu ve kötü bir yönetimden dolayı hiçbirini çalıştıramadıklarını, yabancı yatırımların atmaca gibi başlarında beklediklerini söylerken çok da üzgündü. Çünkü Türkiye’de nişanlısı vardı ve aramızdaki gelişim farkını gözlemleyebildiğinden laikliğin ne kadar da kıymetli olduğunu bizlere üstüne basa basa söyledi. Aslında bizler bunu havalimanına iner inmez anlamıştık. Maaşlar çok düşük ve bahşiş dedikleri sistemle ülke yönetiliyor. En iyi asker, polis bile 100-150 dolar arası aylık maaş alırken işini iyi bilen memur bahşiş dedikleri ama aslında ciddi ciddi rüşvet sistemi ile 1000 dolara yakın maaş+rüşvet kazanıyor. Etik olarak doğru bulmadığımız bir sisteme son derece karşıyız. hatırlayın rahmetli Turgut Özal “Benim memurum işini bilir“ demekle ne kadar Arapvari bi cümle veya üslup kullanmıştı.
Gelişmiş ülkelerde Almanya gibi yüksek maaşlarla insan haklarını kollayan koruyan etik kurallar çercevesinde yaşam sürerken az gelişmiş şeriata yakın ülkelerde azıcık maaşlarla bol bol rüşvetle devleti zengin eden halkını fakir bırakan sisteme asla saygı duymam söz konusu olamaz.
Artık gelişmiş ülkenin havalimanında kahve ikramlarını yapay zeka servis ederken diğer az gelişmiş ülkede peşinde en az 3 adam bahşiş için koşturmakta, ver bavulunu ben taşıyayım veya “Gel ben seni duty free shop’a götüreyim” şeklinde yalvaran gözlerle para dilenilmesi açıkçası hiç hoş değil.
Sokaklar küçücük çocuklarla dolu ellerinde mısır piramitlerini gösteren bluzlar, magnet veya minik el çantalarını satabilmek için seninle birlikte bütün yol boyunca yürüyorlar. İlk başladığı 50 dolardan en son al al tamam 10 dolara diye bırakmasıyla koşturmaca son buluyor ama bende bıraktığı o üzüntü hiç de son bulamadı. Hâlâ aklıma geldikçe üzülüyorum. Minicik elleriyle eve götüreceği rızkını alabilmek için verdiği mücadele içler acısı. Devlet kendi zengin ve feci şaşalı bir hayat sürerken halkın sokaklarda turiste yapışarak üç beş dolar kazanacağım diye dilenmesi çok acı. Ey gidi Mısır ey sen bir zamanlar dünyanın en zengin en kudretli topraklarıydın veya imparatorluğuydun. Şimdi ne oldu da buralara geldin.
Hadi bi düşünün! Acaba neden müslüman ülkeler bir türlü istenilen refaha kavuşamıyor? Arap Emirlikleri gibi petrol zengini müslüman ülkelerini saymıyorum onlar maşallah petrol sayesinde batıyı kendilerine hizmet ettirdikleri gibi kendileri de en üst rütbe ülkelere hizmet ederek ödeşiyorlar.