Trablusgarp'tan Anadolu'ya, 'Kemal'in çeteleri'
Batılı devletlerin istihbarat raporlarına ilk kez 'Kemal'in çeteleri' adıyla girdiler, Anadolu'da örgütledikleri gerilla hareketiyle tarihin akışını değiştirdiler.
Mustafa Birol Güger15 Ekim 1911’de, Naci, Hakkı ve Yakup Cemil Beyler ile birlikte, Gazeteci Mustafa Şerif adına düzenlenmiş sahte bir pasaportla İstanbul’dan yola çıktı. İstikamet, o günlerde hala Devlet-i Aliyye'nin bir sancağı olan Trablusgarp'tı; henüz yolda beş parasız kaldı...
Yol güzergahı üzerinde bulunan Mısır'da, tanınmamak için Arap kıyafetleri giydi, fakat yürüyüşü bir asker olduğunu fazlasıyla ele vermekteydi. Bu yüzden iki kez tutuklanma tehlikesi geçirdi. İkincisinde bir gün süreyle gözaltında kaldı, ancak güçlü hitabeti sayesinde kurtuldu. Bu sırada yakalandığı şiddetli hastalıktan kurtulması ise o kadar kolay olmadı; 15 gün boyunca İskenderiye'de bir hastanede müşahede altında kaldı.
İskenderiye, Mısır, 1911
Dört silahşor çöl sıcağı altında, deve sırtında tam bir hafta yol giderek Tobruk dolaylarındaki Türk karargahına ulaştı. Görevleri, bölgede yaşayan Senusiler üzerinden bir mukavemet hareketi örgütleyerek, İtalyan işgaline fazlasıyla açık olan Trablusgarp'ı savunmaktı.
Henüz 24 yaşında bir kurmay yüzbaşıyken atandığı Suriye'nin başkenti Şam'da, "Hürriyet olmayan yerde ölüm ve batmak vardır, tarih biz çocuklardan görev beklemektedir" diyerek, 'Vatan ve Hürriyet' adlı ihtilalci örgütü kuran o genç subay için bu durum pek de yabancı değildi. Mekteb-i Erkân-ı Harbiye'de, Yarbay Nuri Bey'e sorduğu sualin peşinden ufuklara yürüyordu...
Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal silah arkadaşları ile - Şam, Suriye, 1906
Bağımsızlık yanlısı, laik ve yurtsever Türk ulusçuluğunun tarihsel köklerini oluşturan Jön Türkler, 1860'lardan 1918'e kadar, işgallere karşı vatan müdaafasına yetişen halkı silahlandırarak bilhassa Rumeli'de yoğun bir mücadele yürütmüşlerdi. Üstelik, 'Jön Türk' kavramı bu özelliklerinden dolayı Batı dillerine, "Düzeni tesis etmek için radikal değişikliklere istekli genç kişilik" tanımlamasıyla girmişti.
Osmanlı Harp Akademi'sinde, bir Alman istihkam subayı olan Friedric Wilhelm Rustow'un gerilla savaşı üzerine yazdığı La Petite Guerre (Küçük Savaş) adlı kitap okutuluyordu. 1865'te ortaya çıkan Yeni Osmanlılar Cemiyeti, Fransız Devrimi'nin ortaya attığı, 'Bütün milletin silahlandırılması' fikrini benimsiyordu. 1908 Devrimi'ni ilan eden ittihatçı subaylar, halk içinde gerilla müfrezeleri tesis ederek, onlara önderlik etmişlerdi. 1914 yılı Ağustos ayında, ülkenin daha kapsamlı bir işgal tehdidiyle karşı karşıya kalacağı öngörüsüyle kurulan Teşkilat-ı Mahsusa da yine bir tür gerilla hareketiydi.
İşte, Kasım 1911'de, Gazeteci Mustafa Şerif kimliği altında, memleketinden 5000 kilometre uzakta, dillerini bile pek az bildiği yiğit bedevilerle birlikte direniş örgütleyen Erkân-ı Harbiye Kolağası Mustafa Kemal de bu köklü geleneğin tedrisatından geçmiş gözü pek bir sıra neferiydi.
Erkân-ı Harbiye Kolağası Mustafa Kemal, Trablusgarp, 1911
Takvim yaprakları kışın eşikte olduğunu haber vermekteydi. Senusi direnişçilerin tüm vücutlarını saran mütevazı beyaz kumaş, yüzlerini kum fırtınalarına siper etmekteydi. Mustafa Kemal, aşiret reisleri ve toplum önderleriyle günlerce toplantılar yaptı. O ve üç arkadaşının çabalarıyla Trablusgarp'ta yakılan ateş bütün mevzileri sardı. Senusilerin yanı sıra diğer Arap kabileleri de ihtilalci saflarda tüfek kuşandı.
2 Aralık’ta, yolculuğun başladığı günden tam 70 gün sonra Tobruk’ta ilk başarılı muharebesini yaptı. 16 Ocak'ta Derne'de gözünden yaralandı; 1 Aylık tedavinin ardından, henüz iyileşmeden hastaneden ayrıldı. 4 Mart'ta hastalığı nüksetti; 15 gün daha hastanede kalmak zorunda kaldı ve tam bu sırada Derne'deki gerilla birliklerinin kumandanlığına atandı.
Mustafa Kemal, Trablusgarp'ta binbaşı rütbesine yükseldi ancak daha da önemlisi; o, orada 'harb-ı sağir' yani gayr-i nizami harbi; bugünkü adıyla 'gerilla savaşı'nın inceliklerini öğrendi. Anadolu ihtilalinin patlamaya hazır tohumlarını, ketumiyetle sırlanmış yüreğinde, palmiye ağaçlarının gölgelediği Trablusgarp'tan Ankara'ya getirdi...
Tarihler 1920 senesini gösterdiğinde, Libyalı Senusilerin lideri, Mustafa Kemal'in yoldaşı Şeyh Ahmed Senusi de Milli Mücadele'ye destek vermek amacıyla Anadolu'ya geldi. Görevi: "Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki Müslümanları emperyalist işgale karşı harekete geçirmek; aynı coğrafyadaki anti-emperyalist hareketlerin yanı sıra Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki Kürtleri de Andolu ihtilalinin saflarına çekmekti". Senusi, karış karış dolaştı Anadolu topraklarını; bir çok Kürt aşiret reisini o kattı milli mücadele saflarına.
Mustafa Kemal'in sol yanında, yerel kıyafetler içinde Milli Mücadele'nin Libyalı kahramanı Şeyh Ahmed Eş-Şerif Es-Senûsî görülmektedir.
12 Temmuz 1920'de, İznik'in Yunanlılar tarafından işgal edildiği gün Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yaptığı bir konuşmada şunları söylüyordu kumandan:
“Efendiler, böyle küçük küçük müfrezelerin başında subay bulundurmakla vücuda getirilen teşkilat, harb-ı sağir teşkilatıdır... Uzun müddet çarpışabilmek ve savaş şevkini ayakta tutmak için harb-ı sağir yapacağız..."
Bu konuşmadan tam 2 gün sonra, İstanbul Divan-ı Harbi, Mustafa Kemal Paşa ile birlikte hareket eden subayları idama mahkum etti. Ancak, tarihe ilk kez o günlerde, Batı basınının, 'Kemal'in çeteleri' kavramıyla birlikte telaffuz ettiği 'Kemalistler' sözcüğüyle geçen o subaylar, 18 Temmuz 1920'de, Mustafa Kemal'in önderliğinde, kardeş milletlerin hudud-u millisi, 'Misak-i Milli' üzerine ant içti.
Mustafa Kemal Ankara'da, 30 Ekim 1920
19. yüzyılın yetiştirdiği en büyük gerilla taktisyeni olarak anılan Mustafa Kemal, önce vatansever güçlerden teşekkül gerilla müfrezeleriyle direnişin temel örgütlerini oluşturdu. Ardından, Sevr Antlaşması’yla dağıtılmış olan düzenli orduyu, yeniden kurdu.
1937 yılının Ocak ayı başında Hatay sorunu gündeme geldiğinde; yalnızca 9 ay sonra cenazesinde komutan olarak tayin edilecek olan Orgeneral Fahrettin Altay'a şöyle diyordu:
"Paşa biliyor musun, ben Cumhurbaşkanlığını bırakıp Hatay'a çete reisi olacağım..."