Tarık Akan, zulüm bekçilerine sinemadan, sokaktan, bariyerlerin ardından haykırdı: Utanın!
Türkiye’de darbe dönemleri, otoriter iktidar dönemleri dahil daima gerçekleri haykırmak kolay değildir. Tarık Akan haykırdı. Türkiye’de sanıkları şeytanlaştırılan bir davada mahkeme önüne gelip demir bariyerlere omuz atarak adalet istemek kolay değildir. Tarık Akan istedi.
Mustafa BalbayTarık Akan, askerlik sonrasında bıraktığı yerden doludizgin halkının yaşadığı gerçekleri sinemaya aktarmak üzere yürümeye devam etti. Ancak dönem darbe dönemiydi. Onun Maden filmi, 12 Eylül’cülerin de belleğine başka türlü kazınmıştı!
23 Mayıs 1981’de Almanya’da Hürriyet gazetesinin düzenlediği bir etkinlikten dönüşte, havaalanında gözaltına alındı. Yine zamanın Tercüman gazetesi manşet atmıştı:
“Tarık Akan, Almanya’da vatanına ihanet etti. İkinci kurtuluş savaşını kazanacağız dedi.”
49 gün, önce Gayrettepe’de ardından Selimiye’de çok ağır gözaltı ve tutukluluk koşullarında kaldı. Yaşadıklarını yıllar sonra “Anne Kafamda Bit Var” başlığıyla kitaplaştırdı. Sorguda ilk soru şuydu:
Maden filmini neden çektin?
Devamında şu yorum geldi:
Filmlerin artık sansürden geçmez!
Hapisten çıkar çıkmaz Yol filminin çekimi için yoğun bir çalışma içine girdi. Avukatları Burhan ve Orhan Apaydın, o günün koşullarında yurtdışına kaçmasının daha uygun olacağını düşünüyordu. Bu ikilemi çok yaşadı ama sonuçta kaldı. Ne olursa olsun, ülkesinde mücadele etmeliydi.
YOL FİLMİNİN UZUN YOLCULUĞU
Tarık Akan, Yol filminin senaryosunu Yılmaz Güney’den aldıktan sonra otel odasında kaç takla attığını hatırlamıyor. Senaryo, hapisten bayram iznine çıkan 6 mahpusun yaşanmış öykülerini içeriyordu.
Yılmaz Güney’le hapiste konuşurken hangi karakteri oynamak istediğini sordu. Tarık Akan yanıt verdi:
Hepsini!
Seyit Ali’de karar kıldılar. Hapisten çıkar çıkmaz karısını öldürmeye kafayı koymuş bir mahpus. O günlerde asker arkadaşı İbrahim Astarcıoğlu evine geldi. Zile bastı, karşısında doğu giysili, kirli sakallı bir tip!
Tarık Akan, oynayacağı rolü yaşamaya başlamıştı!
Yılmaz Güney hapiste olduğu için Sansür Kurulu’yla muhatap olmak dahil filmin tüm organizasyonunu Tarık Akan yaptı. Adını Yol değil, “Bayram” olarak verdi. Sansür Kurulu’na bir sunumu vardı ki:
“Efendim cezaevlerinde mahpusların da bayram iznine gidebildiğini gösteren, övücü bir film!”
Kurul izni, aynı zamanda Güneydoğu’daki çekimler için güvenlik güçlerinin kolaylık sağlamasıydı. Cemselerle çekim heyetinin etrafını kuşatan askerler de kameranın kapsama alanında oldu ve film büyük bir gerçeklik içinde çekildi. O zamanlar film, çekimden önce ve sonra olmak üzere iki kez Sansür Kurulu’na gidiyordu. Yol’da filmler ham haliyle, yine Tarık Akan’ın organizasyonuyla yurt dışına çıkarıldı. Yılmaz Güney, yönetmen değiştirince bunu oyunculara anlatıp ikna etmek de Tarık Akan’a düştü.
Film bittiğinde Yılmaz Güney de hapisten kaçıp Meis Adası üzerinden İsviçre’ye uçmuştu. Yılmaz Güney durumu gazetecilere şöyle anlattı:
“Türkiye’den kaçmadım, hapisten kaçtım!”
Yol, Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye Ödülü adlı. Tarık Akan en iyi erkek oyuncu ödülüne aday gösterildi. Pasaportuna el konduğu için törene gidemedi.
Barış Derneği davasının da sanığı yapılan Tarık Akan’a 1987 yılına dek yurtdışı yasağı kondu. Bu nedenle uluslararası tekliflere hayır demek zorunda kaldı. Yol filmi de yıllarca ülkesine dönemedi.
1980’li yıllar boyunca, daha 12 Eylül’ün demir pençesi inmemişken darbeye, işkenceye, insan onurunun çiğnenmesine karşı filmlerde oynadı.
Ses, Su da Yanar, Karartma Geceleri bunlardan bazılarıydı.
1984’te başrolü oynadığı Pehlivan filmi hem Antalya Altın Portakal hem Berlin ve Palermo Uluslararası film festivallerinde en iyi erkek oyuncu ödülünü aldı. En son 2003’te Gülüm filmiyle Altın Portakalı 7yedi kez alıp, rekor kırdı.
HER ALANDA MÜCADELE
Tarık Akan, sinemada halkın sesi olmanın yanı sıra sokaklarda, meydanlarda, mahkeme kapılarında, grev çadırlarında, hak arama yürüyüşlerinde de ruhunu ve bedenini ortaya koyarak toplumsal mücadeleye katıldı.
1989’dan itibaren işçilerden memurlara toplumun hakkı yenen kesimleri seslerini yükseltmeye başladı. Tarık Akan, onlara bizzat omuz vermeyi sorumluluk edindi. Kasım 1990’da Zonguldak maden işçilerinin direnişi tüm Türkiye’de yankılanırken doğal olarak Tarık Akan da oradaydı. 2009 Tekel işçilerinin direnişinden 2014 Soma maden cinayetine kadar her alandaydı.
3 Haziran 1990’da Nâzım Hikmet’in kız kardeşi Samiye Yaltırım’ın çağrısına uyup Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı’nın kuruluşuna katıldı. Yaşamını yitirdiğinde vakfın başkanvekili idi.
Bütün bu süreçler Yeşilçam patronlarının Tarık Akan’a sırtını dönmesine neden oldu. Zaman zaman hiç film çekemediği dönemler yaşadı. İyi gün kötü gün dostu Zeki’yle taksi işine girip, kimseye muhtaç olmadan yaşamasını öğrendiler. Bir taksiyi iki taksi yaptılar. Çiçek Bar, Bakırköy kahveleri başta olmak üzere “memleketin temel sorunları nasıl çözülür” sorusuna yanıt aramayı da sürdürdü. İşte böylesi bir dönemde yepyeni bir alanda karar kıldı:
Eğitim!
Ülkenin en önemli sorunu buydu. Sürü’den Kanal’a, Adak’dan Demiryol’a kadar çektiği filmlerde de bu sorunun, cehaletin yakıcılığını ortaya koyuyordu.
1990’da kendisinin de okuduğu, sonradan depo haline gelen Taş Mektep’i kiralayıp yeniden okullaştırdı. Temel ilkesi şu oldu:
Eğitim eşittir öğretmen!
İyi öğrenciler için iyi öğretmenler gerekiyordu. Onları yurtdışında özel eğitime gönderdi.
‘YALAN SÖYLEDİN... YALAN SÖYLEDİN...’
Tarık Akan’ın okulundaki öğrencilerle pek çok anısı var. Biri şöyle:
Okula müfettiş gelir. Genel denetimden sonra Tarık Akan’ın odasına bir öğrenci çağırmasını ister. Gelir. O sırada müfettişin cep telefonu çalar: “Yoldayım, geliyorum” der. Öğrenci bağırmaya başlar; “Yalan söyledin... Yalan söyledin... Odadasın, yoldayım diyorsun.” Müfettiş bozulur. Tarık Akan zevkten dört köşedir. Hep gerçeği söyleyen, özgüveni yüksek öğrenciler yetişsin ister.
Okulun başarısı yükselince bir gün genç, düzgün giyimli iki kişi kapısını çalar. Derler ki:
“Bizi Hocaefendi gönderdi... Sizi takdirle izliyor. Bizim okullara da örnek olsun diyor. Beraber olalım diyor...”
Tarık Akan iyi küfreden bir kişi. Onlara ağız dolusu laf edip “Bir daha kapımı çalmayın” diye gönderiyor.
Daha kimse kullanmadan FETÖ lafını o yapıştırıyor.
SİLİVRİ’DE BARİKATLARIN ÖNÜNDE
2010’lu yıllardan itibaren Türkiye’nin yönüne ilişkin derin kaygılar içine giren Tarık Akan’ı en çok kahreden olayların başında Silivri mahkemeleri geliyordu. Toplumun büyük kesiminin susarak beklediği, ayırdına varamadığı Silivri davalarında ilk günden itibaren tavrını koydu. 2008’de İlhan Selçuk’un gözaltına alındığı gece, soluğu Beşiktaş Adliyesi’nde aldı.
Zamanla toplumun Ergenekon başta olmak üzere Silivri davalarının büyük bir kumpas olduğunu görmesiyle birlikte bu kez mahkeme önünde yüz binlerle birlikteydi.
13 Aralık 2012 Perşembe günü, zemheri ayazında, Silivri’nin hayli uzağında tarlaların ortasında kurulu cezaevine geldi. Yüzbinlerin mahkeme önüne gelmemesi için sıra sıra güvenlik güçleriyle örülü bariyerler vardı. Tarık Akan bir süre bunların önünde durdu, sonra mahkeme salonuna doğru yanındakilerle birlikte hücum etti. Durdurmak isteyenlere bağırdı:
Utanın!
Tarık Akan bu dik duruşu sadece Silivri önlerinde değil, yaşamı boyunca her alanda gösterdi.
Benzer direniş 8 Mayıs 2013’te yenilendi. Tarık Akan yine oradaydı. Aynı gün akşamüzeri savcıdan özel izin alıp bizi hapiste ziyaret etti. O an özgürlük gibiydi.
‘SOYADIMI SATMAM’
Bütün bu ödüllü filmlerin, toplumsal duruşların yanında reklam dünyası da Tarık’ı yakından izliyordu. 1970’lerin ortasından ömrünün sonuna dek sürekli reklam filmi önerileri geldi.
Önce Türkiye’ye giriş yapmaya hazırlanan bir tıraş bıçağı firması temas kurdu. Ölçmüşler, biçmişler, Türkiye piyasasına girmek için en ideal reklam yüzünün Tarık Akan olduğuna karar vermişlerdi. Tarık Akan neredeyse teklifi kabul etmiş gibi hazırlıklarını yaptılar.
Reddetse bile çaresi vardı:
Rakamı artıracaklardı.
Parasıyla değil mi? Üstelik Tarık Akan’dan yaşam biçimine ters bir şey de istemiyorlardı.
Reddetti. Rakamı artırdılar, yine reddetti. Bunun duyulmasından yana bile değildi. Nedenini de şöyle açıkladı:
“Bu soyadı bana halk verdi. Onların sevgisiyle, ilgisiyle bugüne geldim. Herkes biliyor ki halkın bana olan büyük ilgisi nedeniyle böyle bir teklif geliyor. Kabul edersem soyadımı satmış gibi olurum. Bunu yapamam.”
Tıraş bıçağından sonra bir banka ve bir otomobil şirketi de aynı nedenle Tarık Akan’ın kapısını çaldı. Onları da kırmadı, diyalog kurdu ama yanıtı hazırdı. Otomobil firmasının sahibi olan holdingin temsilcileri kendilerinden biraz daha fazla emindi. Aynı yanıtı alınca sordular:
Bize mi? Bize de mi?
Tıraş bıçağı firmasının uluslararası merkezi Tarık Akan’ın peşini bırakmadı. Gülüşü, yüzü, cildi tam onlara göreydi. Çıtayı daha da büyüttüler:
Onu dünyadaki reklam yüzü olarak düşündüler.
Teklif böyle giderse büyük ihtimalle kabul ederdi. Bedeli neyse vereceklerdi.
Buna da hayır dedi. Firmanın merkezindeki yetkililer inanamadılar. Sanatçının gerekçesini duyunca saygı duymaktan başka çareleri kalmamıştı.
Tarık Akan, bu ilkesini yaşamı boyunca bozmadı. Bazı sanatçılar reklam filmlerinde oynamayı kabul ettiler. Elbette onların hakkıydı. Ancak Tarık Akan bir ara şu düşünceyi bile kendi kendine sorguladı:
Reklam filmi çeken sanatçılarla o reklam yoğun olarak kullanıldığı sürece sinema filmi çekmesem mi?
Çevresindekiler, “Yok artık” dediler, “Bu kadarı fazla”.
En son bir beyaz eşya firması şansını denedi. Güven kazanmayı reklamlarında en çok kullanan firma bunu Tarık Akan’la taçlandıracağını düşündü ama olmadı.
Bu konu kendisine sorulmaya devam ettiğinde şu düşünceyi paylaştı:
“Bir de şöyle düşünün... Ben reklam filmi çektiğimde büyük kabul gören o marka, ya sonradan kaliteyi bozarsa? Millet bana ne der?”
Tarık Akan’a reklam teklifi ölümünden sonra da geldi. Bir mağaza zinciri onun mirasçılarına, “İyi giyimli bir Tarık Akan’ı reklam yüzümüz yapmak istiyoruz” dediler. Üç çocuğu da reddetti. “Babama saygısızlık olur” dedi.
KOLAY OLMAYANLARI YAPTI
Türkiye’de bir ideal için çok şey kaybetmeyi göze alarak yola çıkmak kolay değildir.
Tarık Akan çıktı.
Türkiye’de darbe dönemleri, otoriter iktidar dönemleri dahil daima gerçekleri haykırmak kolay değildir.
Tarık Akan haykırdı.
Türkiye’de sanat yaşamının hem başında hem sonunda Altın Portakal alıp rekor kırmak kolay değildir.
Tarık Akan kırdı.
Türkiye’de en iyi sanatçı ödülünü alıp bir ustanın önünde öğrenciliğe oturmak kolay değildir.
Tarık Akan oturdu.
Türkiye’de lüks salonlarda aşk filmi çekerken, dağlara çıkıp mağaralara girmek kolay değildir.
Tarık Akan girdi.
Türkiye’de çok ünlü bir sanatçı olarak Nâzım Hikmet Vakfı’nın kuruluşuna öncülük edip o vakfın işçisi olmak kolay değildir.
Tarık Akan oldu.
Türkiye’de hem milyonların sevgilisi olup hem bir kadını ömür boyu mutlu etmek kolay değildir.
Tarık Akan etti.
Türkiye’de istediği partiden, istediği yerden siyasete girip milleti yönetmek varken, zor yola girip milleti eğitmeyi seçmek kolay değildir.
Tarık Akan seçti.
Türkiye’de birkaç dakikalık reklam filmiyle milyonlar kazanmak varken, dünya markalarının sunduğu bütün fırsatları tepmek kolay değildir.
Tarık Akan tepti.
Türkiye’de darbe yönetiminin en ağır koşullarında halkın acılar içinde olduğunu filme çekmek kolay değildir.
Tarık Akan çekti.
Türkiye’de sanıkları şeytanlaştırılan bir davada mahkeme önüne gelip demir bariyerlere omuz atarak adalet istemek kolay değildir.
Tarık Akan istedi.
Türkiye’de yaşamın bütün renklerini tadıp bir çocuk yüreği gibi kalmak, bozulmamak kolay değildir.
Tarık Akan bozulmadı.
Özgürlüğü istemek kolay, kullanmak zordur.
Tarık Akan kullandı.
Türkiye koşullarında Tarık Akan yaratmak kolay değildir.
Tarık Akan yarattı.