Son Dakika: Meral Akşener Gökhan Zan'a rozetini taktı

Son dakika haberi... Eski futbolcu Hatayspor Antrenör Yardımcısı Gökhan Zan, İYİ Parti’den milletvekili aday adayı oldu. İYİ Parti lideri Meral Akşener partisinin grup toplantısında Zan'a rozetini taktı. AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin'e destek veren Akşener, "Ama razı olmayacağız! Susmayacağız! Pes etmeyeceğiz!" dedi.

cumhuriyet.com.tr

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, eski futbolcu Gökhan Zan'a İYİ Parti rozetini taktı. Zan, İYİ Parti'den Hatay milletvekili aday adayı oldu. Öte yandan Akşener, eski teknik direktörü Ünal Karaman'a da rozet taktı. Karaman, memleketi Konya'dan İYİ Parti milletvekili aday adayı oldu.

Zan açıklamasında şunları söyledi:

"Sayın Genel Başkanım, değerli misafirler... Tabii ki heyecanımı bağışlayınız lütfen. Ünal hocam da aramızda. Kendisini saygıyla selamlıyorum. Medeniyetin topraklarından Hatay'dan geliyorum. Hatay insanları toplumu, kendi tırnaklarıyla sırtından yükü eksik etmeyen her seferinde küllerinden yeniden doğan memleketin çocuklarıyız biz. Ata'mızın bize son armağınıdr, göz nurudur Hatay. Mustafa Kemal Atatürk'ün dediği gibi; 'Hatay benim şahsi meselemdir'. Bundan sonra Hatay hepimizin, 84 milyonun şahsi meselesidir."

Akşener'in grup toplantısında gündemi değerlendirdiği açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

İmreneceğimiz değil, paylaşarak doyacağımız, bir sofraya oturmanın; Kimsenin, gölgede kalmayacağı, bir güneşin altında buluşmanın; Sırt sırta vereceğimiz, bir ocağın başında, neşeyle toplanmanın; hayalini kuruyoruz. O sofranın da, o hayalin de, o hedefin de adı; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. Çünkü o Cumhuriyet; Öz çocuklarına, şefkatle davranan, Her renkten çiçeğine, gözü gibi bakan, Ocağındaki ateşin, bereketi hiç sönmeyen, ana kucağıdır. Çünkü o devlet; Bahçesine, ayrık otlarını sokmayan, Nifak saçanlara, dünyayı dar eden, O ateşi, yangına çevirmeye kalkanlara, aman vermeyen, baba ocağıdır. Bu hayalimizden vazgeçmedik, asla da vazgeçmeyeceğiz.Baharı kışa çevirmek isteyenler olacak. Vazgeçmeyeceğiz. Nevruzlarda, yeniden doğuşu değil; meydanlarda, ölümü kutsayanlar olacak. Vazgeçmeyeceğiz. Öz kardeşlerimizden can yoldaşlarımızdan asla vazgeçmeyeceğiz. İcazetini nereden aldıkları belli olmayanların karşısında, Çanakkale’de kanlarımız üzerine ettiğimiz, o kardeşlik yeminini bozan biz olmayacağız. Varsın tipinin, boranın, yıkımın peşinde koşanlar, bildikleri yolda gitmeye devam etsinler… Kimse merak etmesin. Biz o kara kalplere, o kirli emellere, o kötü niyetlere geçit vermeyeceğiz. Çünkü biz; O birlik için kendini feda etmesini bilenleriz. Biz ateşten gömlek giyip ateşte yürüyenleriz.

Bizim için Nevruz, sevginin günüdür, katile özgürlük dilenme günü değildir. Bizim için Nevruz, kardeşliğin günüdür, düşmanlığın günü değildir. Bizim için Nevruz, birliğin günüdür; terörün, günü değildir. Bizim için Nevruz, bastığı toprağı, cennet vatan bilenlerin günüdür; vatanın her değerine, düşman olanların günü değildir. Ama kimsenin şüphesi olmasın. Bugünleri, hep birlikte atlatacağız. Tarihimizden ilham aldığımız, büyük kararlılıkla, güneşli baharlara, hep birlikte ulaşacağız. İYİ Parti iktidarında bahar bayramımız Nevruz’umuzu resmî tatil olarak hep birlikte kutlayacağız. O ateşin üstünden, bir büyük medeniyet olarak, hep beraber atlayacağız. Emin olun, çok az kaldı.

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ VURGUSU

Nitekim; iktidarın bizi alıştırmak istediği konulardan biri de; rafa kaldırdıkları, İstanbul Sözleşmesi… Hatırlayın: Kirli bir zihniyetin, dolduruşuna gelip, bir gece aniden, İstanbul Sözleşmesi’ni yırtıp attılar. Kendi imzaladıkları sözleşmeyi, kendileri reddettiler. Üstelik, uluslararası bir sözleşmeden, meclis kararı olmadan, hukuksuzca çıkmak istediler. Sonra da oturup, bizim buna alışmamızı beklediler. Sözleşmeye, türlü türlü, kılıflar uydurup, bu hukuksuz ve vicdansız kararı, normalleştirmeye çalıştılar. Biz buna hiçbir zaman, izin vermedik. Emin olun ki; bundan sonra da izin vermeyeceğiz. Sandılar ki, biz, İstanbul Sözleşmesi’ni savunurken; sadece bir sözleşmeyi savunduk… Sandılar ki, biz, kadınların can güvenliği derken; sadece kadınları koruduk… Oysa ki, biz; Kardeşi, eşi, dostu, birbirine düşürmek isteyen bir çirkinliğe karşı durduk. İnsanlığını kaybetmiş, kadınları düşman gören, kirli bir zihniyete karşı durduk. Kadınların hayatından verilen bir tavize, karşı durduk. Ve kimse kusura bakmasın dimdik durmaya da devam edeceğiz. Bugün geldiğimiz noktada, görüyoruz ki; iktidarın, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkarak açtığı yolun sonu, artık kadınların hayatını etkileyecek, yeni tartışmalara çıkıyor. 6284 sayılı, Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun bugün ‘birileri’ tarafından, tartışmaya açılıyor.Ancak, artık bu durumdan rahatsız olan sadece biz değiliz. Bizzat AK Parti’de siyaset yapan kadınlar da rahatsız… AK Parti’nin Aile Bakanı bile, o koltukta otururken, böylesine ucube bir tartışmayı, millete açıklayamayacaklarını biliyor. AK Parti’nin grup başkanvekili bile, bu tartışmadan duyduğu rahatsızlığı, dile getiriyor.

Hatta, “6284 kırmızı çizgimiz” dediği için, hedef hâline getirildiğini, bunun esas sebebinin de, kadın olmasından kaynaklandığını, eğer konuşan bir erkek olsaydı, sorun olmayacağını söylüyor.

AKP'Lİ ZENGİN’E DESTEK

Evet, doğrudur. Tıpkı, bu ülkede yaşayan, her kadın gibi… Tıpkı, bu ülkede konuşan, her kadın gibi... Tıpkı, bu ülkede doğruları savunan, her kadın gibi… Sayın Özlem Zengin de yaşadığı çirkinlikleri kadın olduğu için yaşıyor. Evet, ideolojisi, hayat tarzı ne olursa olsun, bu ülkede konuşan kadınlar sevilmiyor. Korkmayan, susmayan, inandıklarını savunan, yılmayan, pes etmeyen ve inatla doğruları konuşmaktan, vazgeçmeyen kadınlar mobinge, linçe, tacize uğruyor…

Biz, bu iki yüzlülüğün farkındayız. Sadece kadın olduğumuz için; söylediklerimizin, birilerini rahatsız ettiğinin farkındayız. Sadece kadın olduğumuz için; tepkilerimizin, sindiremediklerinin farkındayız. Sadece kadın olduğumuz için; dayatmalara, razı gelmemiz gerektiğini düşünenler olduğunun da elbette farkındayız. Ama razı olmayacağız! Susmayacağız! Pes etmeyeceğiz!

İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasını kabul etmediğimiz gibi; 6284’ün tartışılmasına da, izin vermeyeceğiz! Kadınların yaşama hakkının, dillere düşmesine; dün olduğu gibi, bugün de göz yummayacağız! Kadınların hayatından taviz verilmesine; dün olduğu gibi, bugün de razı olmayacağız. Kadınların, sırf doğruları söylediği için, linç edilmesine; dün olduğu gibi, bugün de sessiz kalmayacağız.

Kimse kusura bakmasın; biz her daim, konuşan kadınları savunacağız. Türkiye’de var olmaya çalışan, tüm kadınların yanında olacağız. Sesi duyulmayan kadınların, sesi olacağız. Şiddet gören, ölümle tehdit edilen, özgürce yaşaması engellenen tüm kadınlarla, birlikte mücadele edeceğiz. Kadınların hakkını, hukukunu, hiçbir kirli zihniyete kaptırmayacağız. Görüşlerimiz, düşüncelerimiz, ne kadar farklı olursa olsun, mesele kadınların davası olduğunda, Özlem Hanım’la da, elbette, amasız, fakatsız, omuz omuza duracağız.

ERDOĞAN'A SERT SÖZLER

Emin olun ki; 14 Mayıs’tan sonra da; İstanbul Sözleşmesi’ni imzalayacak ve uygulatacağız. Kadınlarla beraber güçlenen Türkiye’yi, herkesle tanıştıracağız. Yaşayan kadınlarla, özgürleşen kadınlarla, konuşan kadınlarla, Cumhuriyetimizin yeni asrında, tarih yazacağız.

Ak Parti iktidarının en büyük becerisi,kirli zihniyetinin ürettiği, her türlü pisliği, halının altına süpürme yeteneğidir. Yaşadığımız felaketler, krizler ve sorunlarsa; işte o halının kalkıp, şöyle bir silkelendiği, ve ne kadar kir, ne kadar toz varsa, etrafa saçıldığı anlardır.

Bu halı, daha önce, defalarca silkelendi. Orman yangınları ile silkelendi. Döviz krizi ile silkelendi. Depremlerle silkelendi. Sel felaketleriyle silkelendi. Ama 21 yılın kiri, artık öyle birikti ki; Daha fazla yolsuzluk, Daha fazla kayırmacılık, Daha fazla beceriksizlik, Daha fazla ahlaksızlık, halının altına sığmaz oldu. O kadar kabahat işlediler ki; Artık bu kabahatleri, örtecek bir halı bulamıyorlar. O kadar günah işlediler ki; Türkiye’deki tüm kanalları, satın alsalar bile; hiçbiri artık, o günahları örtmeye yetmiyor.

O kadar suç işlediler ki, tüm yargı sistemini, vesayet altına alsalar bile, vicdanlardaki yaralar, artık kapanmıyor. Hangi konuda, büyük büyük konuşuyorlarsa; Emin olun, en büyük yalanları, o konuda söylüyorlar. Hangi konuda, hamasi nutuklar atıyorlarsa; Emin olun, en kirli dümenler, orada dönüyor. Hangi konuda, gösteriş yapıyorlarsa; Emin olun, en başarısız işler, orada oluyor. Bu iktidarın yalanlarının, ortaya saçılmadığı, tek bir afet hatırlıyor musunuz? Yangın oluyor, söndüremiyorlar. Deprem oluyor, yetişemiyorlar. Sel oluyor, canlarımızı kurtaramıyorlar. Düşünebiliyor musunuz? İnsanlarımız okyanusta boğulmuyor. 2023 yılında, insanlarımız, alt geçitte boğuluyor. Böyle bir rezalet olabilir mi? Çünkü; bilime, akla, ahlaka ve kurallara düşmanlar. Çünkü; ne iş yapıyorlarsa sahte, ne iş yapıyorlarsa göstermelik, ne iş yapıyorlarsa, günü kurtarmak için yapıyorlar. Çünkü; bütün projeler, bütün yatırımlar, bütün işler, bunların gözünde, birer rant ve yolsuzluk fırsatı…

Aziz milletim; Biliyorsunuz geçtiğimiz hafta, Şanlıurfa ve Adıyaman’da, hepimizi derinden üzen, sel felaketleri meydana geldi. Buradan bir kez daha; Selden zarar gören vatandaşlarımıza, geçmiş olsun dileklerimi iletiyor, Hayatlarını kaybeden vatandaşlarımıza, Yüce Allah’tan rahmet, ailelerine ve sevdiklerine sabırlar diliyorum. Her gün canımız daha çok yanıyor. Her gün acımız daha da derinleşiyor. Ve her gün, aynı gerçek gözlerimizin önüne seriliyor. O gerçek de; Ülkemizin içinde bulunduğu bu ucube sistemin; Sadece kerim devlet anlayışımızı değil, devleti yönetenleri de bozduğu gerçeği… Sadece Cumhuriyetimizi değil, kalpleri de kuruttuğu gerçeği… Sadece kurumlarımızı değil, vicdanları de çürüttüğü gerçeği…

Nitekim, bu gerçek; neredeyse her gün, bir başka iktidar mensubunun, ağzından dökülen ibretlik sözlere de yansıyor. Depremden sonra yaralarımız hâlâ tazeyken; İnsanlarımız hâlâ, psikolojik olarak yıkılmış durumdayken; Ve üzerine bir de, sel felaketi yaşanmışken; bu ülkenin, Tarım ve Orman Bakanı, çıktı, ve ne dedi biliyor musunuz? “Sel 15 canımızı aldı. Ama toprak da suya kavuştu.” Ondan feyz almış olsa gerek, Şanlıurfa Belediye Başkanı da çıktı ve dedi ki; “Sel felaketinde belediye olarak hiçbir sorumluluğumuz yok” Yahu bu nasıl bir şuursuzluktur? Bu nasıl bir vicdansızlıktır? Bu nasıl bir utanmazlıktır? Yuh olsun, yazıklar olsun!

Aziz milletim; Sayın Erdoğan’ı kılavuz bilenlerin, bu çamurda debelenmelerine, elbette şaşırmıyoruz. Biliyorsunuz kendisi de, Her sıkıştığında, “kader” diyerek, “şükür” diyerek, kendi beceriksizliğini, örtmeye çalışıyor. Afet ve felaketlerde, makamının gereğini yapıp, sorumluluk almak yerine; sürekli olarak, saçma sapan açıklamalara sığınıyor. Nitekim, bu hafta da yine, bunun bir örneğini yaşadık. Hiç utanmadan, zerre sıkılmadan, dedi ki; “Geçmişten bugüne, bu işi masaya yatırdığımızda, çadırda bile kalite neydi? Bugün çadırda geldiğimiz kalite ne? Bunu bile yeterli görmüyoruz. İnşallah çadırlarda, bundan sonra, çok daha farklı adımlar atacağız.”

Üstelik bunu; Depremin, 7’nci gününde bile, hâlâ çadır bekleyen aileler varken dedi. Üstelik bunu; Bugün bile çadır isteyen insanlarımız varken dedi. Üstelik bunu; kendi dükkanlarına çevirdikleri Kızılay’ın, çadır stoklayıp, tüccarlığa soyunduğu rezaleti, gün gibi ortadayken söyledi. Yaa görüyor musunuz? Depremin ilk günlerinde, böbürlenerek duyurdukları, battaniyede yaptıkları büyük atılımın sonrasında;

Bu defa da, bu arkadaşlarımız, Çadır teknolojilerinde imza attıkları, önemli hamle sayesinde, çadırda kaliteyi arttırmışlar… Ancak maalesef, belli ki kalite o kadar artmış ki; Vatandaş çadır bulamıyor. Kalite o kadar artmış ki; Millet inim inim inlerken, kendileri Kızılay üzerinden çadır satıyor. Ama buna da şükür. Çünkü artık iyice, kurgusal bir karakter halini alan Bay Kriz, Elbette çıkıp, “Çadırı biz bulduk. Bizden önce çadır mı vardı?” da diyebilirdi… Ne diyelim? Allah akıl, fikir, izan versin.

"SABRIMIZI TAŞIRDINIZ"

Bak Sayın Erdoğan; Artık yeter! Daha önce söyledim, bir kez daha söylüyorum. Sirk yönetmiyorsunuz, devlet yönetiyorsunuz, devlet! Bu millet artık bıktı, usandı! Zaten şunun şurasında da, sadece 53 gününüz kaldı. 21 yıl boyunca; İnsanlarımızı zaten, yeterince yaraladınız. Beceriksizliğinizle, bu millete zaten, çok şey kaybettirdiniz. Şuursuzluğunuzla zaten, sabrımızı taşırdınız. Ve şükürler olsun ki, nihayet, 21 yıllık zulümden kurtuluşa, sadece 53 gün kaldı.

Bari şu son günlerinizde; Milletimizin acısına, biraz saygınız olsun. Yaralarımızı kapatamıyorsanız; bari deşmemek için, biraz gayretiniz olsun. Çok da ümitli değilim ama, bari giderayak, hoş bir sedanız kalsın. Bu kadar kendinizi zorlamayın. Zorladıkça batırıyorsunuz. Şunun şurasında, 53 gününüz var. Sakin olun.

Zaten, 54’üncü gün gelince, yani 15 Mayıs sabahında, sizin bıraktığınız bu enkazı, biz toparlayacağız. Endişelenmeyin. Sizin açtığınız yaraları, biz saracağız. Sizin kırdığınız kalpleri, biz onaracağız. Sizin ayırdığınız insanları, biz birleştireceğiz. Üstelik bunu, milletimizle birlikte yapacağız! Sinan Ateş'in katillerini biz bulacağız. Emir verenleri de, o işi planlayanları da, bu dümeni yapanları da biz bulacağız ve cezalandıracağız. Hiç merak etmeyin; 54’üncü günün şafağını; Milletimizle birlikte selamlayacağız! Milletimizle birlikte kazanacağız! Milletimizle birlikte, tarih yazacağız!

İşte bu yüzden; Bugün de, buradan, hep birlikte, milletimizin sesine kulak vereceğiz. Milletin Kürsüsü’nde, depremzede bir vatandaşımızı dinleyeceğiz. Asrın afetini, asrın felaketine dönüştüren bu iktidarın, hayatlarında açtığı yarayı ve sonuçlarını kendilerinden duyacağız."