Ressam-yazar Celal Binzet, 24 Ocak 1993'ün ağlatan tablosunu anlattı

Celal Binzet, kötü haberi alır almaz, o anki duygularını hemen yağlıboya ile elinin altında bulunan bir “Kraft kâğıda” nasıl aktardığını Cumhuriyet’e anlattı.

Sertaç Eş

Gazetemiz çalışanlarının “Uğur Ağabeyi”, Türk toplumunun korkusuz araştırmacı-gazetecisi Uğur Mumcu’nun aramızdan ayrılışının 29. yıldönümü... Mumcu’nun dostu, ressam ve yazar Celal Binzet, kötü haberi alır almaz, o anki duygularını hemen yağlıboya ile elinin altında bulunan bir “Kraft kâğıda” nasıl aktardığını Cumhuriyet’e anlattı. Binzet, yaşanan aydın katliamlarının, Türkiye üzerinde oynan uzun vadeli bir oyun olduğunu, Mumcu’nun öldürülmesinin de bu süreçte önemli bir basamak olduğuna dikkat çekti. Binzet, “Bir deniz feneri düşünün. Söndürülünce gemiler alabora oluyor, rotasından çıkıyor. Bu da böyle bir şey” dedi.

Öngörülerini, uyarılarını, yazdıklarını güncel olarak yaşıyoruz. Yazarımız Uğur Mumcu’nun toplumumuzda bıraktığı derin izlerin gün geçtikçe yenileriyle karşılaşıyoruz. Ressam-yazar Celal Binzet, Mumcu’nun öldürüldüğünü duyduktan sonra, anında elinin altında bulunan malzemelerle bir resim yaptı. Hissettiklerini, yaşadığı şok ve tepkisel patlamayı Danimarka üretimi bir kraft kâğıt üzerine yağlıboya ile aktardı. Binzet, 24 Ocak 1993 günü yaptığı Uğur Mumcu portresinin yapılışını şöyle anlattı:

- 24 Ocak 1993 Pazar günü ne yapıyordunuz?

Kötü haberi şöyle öğrendim: Pazar günü evdeydim, evimiz birinci kattaydı. Alt katta oturan komşu, “Haberleri dinledin mi” diye sordu. Anlam veremedim, “Ne var” dedim. “Uğur Mumcu’yu duydun mu?” deyince... “Haberler, Uğur Mumcu...” O kadarla kaldı sohbet, koştum televizyonu açtım ve kötü haberi öğrendim.

- Hemen portreyi yapmışsınız...

Benim için şoktu. Mumcu çok sevdiğim, saygı duyduğum bir gazeteciydi. Yazılarını kaçırmadan okurdum. Evde pastel boya vardı. Hiç unutmuyorum. Bir kağıt vardı, kraft kağıt dediğimiz, ambalaj kâğıdı. Ama düzgün kesilmiş bir kâğıt değildi, orta boy büyüklükte. Daha sonra atölyede düzenlenecek, belirli boyutlara indirgenecekti. Fakat o an böyle bir şey düşünmedim. Pastel boyayla o kâğıdın üzerine Uğur Mumcu’nun portresini “Vurulduk ey halkım...” yazısıyla birlikte çizmeye başladım. Bir anda çıkan bir portre oldu. Planlanmış bir çalışma değildi. Sonrasında o öyle kaldı. Evden çıktım, o zamanki adıyla Karlı Sokak’a gittim. Cenaze törenine katıldım. Aradan birkaç gün geçmişti. Gazeteye uğramış, başka bir dostum Mehmet Açıktan’la sohbet ediyorduk. Söz portreye geldi. “Bana getir bir göreyim” dedi. “Düzgün bir kağıt değil” dedim. “Olsun, öyle getir” dedi. Ertesi gün getirdim. Açıktan panoya topluiğneyle tutuşturdu. Üç dört gün sonra gittim, resim yok. Oysa “Bir iki gün kalsın, alırsın’ demişti. “Açıktan resim nerede” diye sordum, “Hele otur bir kahve içelim” dedi. Benim için önemli, kahve içerken anlattı. “Senden isteseydi sen de yok demezdin” dedi. Kimin istediğini sordum. “Güldal Hanım geldi, ‘Bu resim kimin’ dedi, ben de anlattım. ‘Bu resmi istiyorum’ dedi. ‘Çerçevesini yaptırdım götürdüm, Uğur Ağabey’in evinde asılı’ dedi. ‘Bari bir fotoğrafını getir de arşivimde bulunsun’ dedim. Çekti ve gönderdi. 

- Başka anlık bir resim yapmışlığınız var mı?

Var ama bunun gibi değil. Bu istisna. Üzücü ve kötü bir olay... Bu bir patlamaydı...

- Türkiye’nin aydınlarının katledildiği süreci yaşadınız, Mumcu’nun öldürülmesi size ne hissettiriyor?

Türkiye üzerinde oynan uzun vadeli bir planın önemli bir basamağı. Ondan önce ve ondan sonra gerçekten çok değerli insanlarımızı kaybettik. Bunlar bir süreç gibi geliyor bana. Adım adım uygulanan bir program. Topluma yön veren aydınlatmaya çalışan kişilerin yok edilmesi... Deniz feneri gibi düşünüyorum. Bir deniz fenerini söndürüyorsunuz. İşte onlar gittiği zaman gemilerin alabora olması, rotadan çıkması gibi, toplum bir karmaşa dönemine giriyor. Bugün yaşadığımız sancıların nedeni de bu bence...