Nerede benim güzel Midillim?
KONUK YAZAR | Bergama eski Belediye Başkanı Sefa Taşkın, Cumhuriyet Ege için yazdı...
İZMİR / CumhuriyetBatı Anadolu kıyılarına karşı, Edremit Körfezinden İzmir açıklarına kadar uzanan Midilli Adası ile Küçük Asya arasında tarih boyunca hep sıkı bir ilişki vardı.
Çanakkale’nin Assos kayalıklarından İzmir’in Karaburun’una kadar, kuzey rüzgârı poyrazın köpürttüğü dalgalarla akan bir ırmak gibidir arada deniz.
Zaman zaman çoğaldı zaman zaman azaldı, hatta koptu Midilli ile Anadolu kıyıları arasındaki ilişki.
Yabancı güçlerin kışkırtması, siyaset adamlarının öngörüsüzlüğü savaşa bile yol açtı.
Aynı sokağın komşularını birbirinden ayırdı.
Ancak toplumlar artık çekişme, gerginlik istemiyor.
Ne olur karşılıklı anlayış için sorunlar çözülse!
Kara bulutlar görünmese masmavi gökyüzünde!
Huzur içinde yaşansa kadim Ege Denizi çevresinde.!
Barış insanın ekmeğidir.
Son günlerde, varış iskelesi merkez Midilli kenti yerine Plomari köyü olsa bile, İzmir Büyükşehir Belediyesi çok yerinde bir kararla, İzmir ile Midilli Adası arasında gemi seferlerine başladı.
Metropol İzmir ile güzel Midilli arasında yeni bir bağ kuruldu.
Turizm ve ticaretin gelişmesinin önü biraz daha açıldı. Eskiden, çağlar boyunca ne kadar çok gider gelirdi insanlar karşılıklı bu kıyılarda.
1900 başları Midilli'de liman ve kordon
*
Çağlar boyunca nice kültürlerin boy attığı Midilli Adası Türklerin geçmişinde de önemli bir yere sahiptir.
Ada 1462 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedildi. Uzun yıllar Osmanlı toprağı olarak kaldı.
Ege Denizinde önemli bir yersel konuma sahip Ada’ya giderek artan bir Türk nüfus yerleştirildi.
Barbaros Hayrettin Paşa gibi Osmanlı tarihine damga vuran kişiler yetiştirdi Midilli.
Fetihten sonra, Fatih Sultan Mehmet’in buyruğuyla Ada’ya yerleşen sipahi beyi Vardar-Yeniceli, Adem oğlu Yakup Ağa Midillili Katerina adlı bir hanımı nikahladı. Oruç, Hızır, İlyas, İshak adlı denizci, tüccar, Devlet adamı olacak dört oğlu oldu.
Bu oğullardan, sonraları Barbaros/Kızıl Sakallı olarak anılacak adalı Hızır, Hayreddin (din için hayırlı olan) adını aldı, Osmanlının “Kaptan-ı Deryalığı”na yükseldi.
Artık tüm Akdeniz’in egemeniydi “O”.
Baba ocağı Midilli’ye medrese, hamam, çeşme gibi eserler bıraktı.
İzmir’in derin körfezinden çıkılınca hemen karşıya çıkan Midilli Adası ile İzmir’in eski çağlardan beri süren ilişkisi Osmanlı döneminde de sürdü.
1670 yılında Midilli Mutasarrıfı (yörenin devlet yöneticisi) olan Dervişzade Mehmet Paşa, İzmir-Ödemiş-Birgi kökenliydi.
O, aynı zamanda yörenin “Derya Beyi”; Ege Denizinde güvenliği sağlayan, tüccar gemilerini soyan korsanlarla mücadele eden, Osmanlı donanmasına gerektiğinde gemi ve asker sağlayan bir yöneticiydi.
Ruslarla Ege Denizinde yaşanan çatışmalar ortamında, 1772’de, Cezayirli Gazi Hasan Paşa Midilli kentinin çevresini yeni surlarla güçlendirdi.
1867 yılında yaşanan korkunç depremle kentle birlikte yıkılan surlar günümüzde özenle restore ediliyor.
Su kemerleri inşa edip kente su getiren, çeşme ve hamamlar yaptıran Hasan Paşa, 1773'te İstanbul Teknik Üniversitesi'nin ilk nüvesi olan Mühendishane-i Bahr-i Hümayun'u kuran Devlet adamıdır aynı zamanda.
Midilli Kalesi içindeki, hala ayakta kalan kışla ve cephane de onun eserleridir.
“Vatan Şairi” olarak anılan Namık Kemal’e de sürgün edildiği yıllarda kucak açtı Midilli.
1879’da geldiği, 5 yıl kaldığı Ada’yı çok sevdi, büyük şair. Birçok eserini, 20 kadar yeni Türk okulunun açılmasına öncülük ettiği Midilli’de yazdı.
Yaşadığı sürece hep aykırı bir politik tavrı olan Namık Kemal’in çağının siyasal ortamını yansıtan şu dizeleri hiç unutulmamıştır:
“Muini zalimin dünyada erbab-ı denaettir
Köpektir zevk alan sayyad-ı bi-insafa hizmetten"
"Dünyada zalimin yardımcısı, aşağılık kimselerdir;
İnsafsız avcıya hizmetten zevk alan ancak köpektir."
*
Osmanlının Balkan Savaşında aldığı ağır yenilginin ardından Midilli Adası Ocak 1913’da, o zamanların küçük Yunanistan devletinin gönderdiği Averof adlı zırhlı gemiye çatışmasız teslim edildi.
O zamanlar Osmanlının ağır silahlarla donatılmış, zırhlı denilen gemileri yoktu.
Oluşan gergin ortamda birçok Midillili Türk adayı terk etti. Kalanlar da Ocak 1923’de imzalanan Lozan Anlaşmasıyla Anadolu’daki Rumlarla mübadele edildi.
Çok sancılı süreçlerdi bunlar.
Doğdukları topraklardan ayrılmak hem Türkler hem de Rumlar için zor olmuştu.
Midillili muhacir Türkler başta Ayvalık, Bergama, Foça, İzmir’e gönderildi. İstanbul’a gidenler de oldu.
Bunlar arasında Ada’yı en son terk edenlerden biri Kulaksızoğlu Halim Bey’in oğlu Suphi Bey ve yakınlarıydı.
Halim Bey ve ailesi
*
19.yüzyıl sonu, 20.yüzyılın başında Midilli Adası’nın en tanınmış ailesiydi Kulaksızoğulları.
Soyun başlatıcısı, bir Yeniçeri ağası olan Mehmet Ağa idi. Büyük olasılıkla Osmanlı Devleti’nin 18.yüzyılda yaptığı savaşların birinde kulağını kaybetmişti. Bu nedenle ona Kulaksız diyorlardı.
Trabzon’a yerleşmiş Kulaksız Mehmet Ağa burada geniş bir aileye sahip oldu. Kızını Kütahyalı bir Bey ile evlendirdi. Torunu Mustafa Trabzon’da doğdu.
Kulaksız Mehmet Ağa ölünce, aile içinde mal mülk paylaşımı anlaşmazlığı ortaya çıktı. Mehmet Ağa’nın oğulları Kütahyalı damadı öldürdüler.
Mehmet Ağa’nın kocası öldürülen kızı, bebeği Mustafa’yla birlikte Midilli’ye, Ada’da bir tersane işleten, ona kucak açan dayısının yanına göçtü.
Dayı yanında yetişen Mustafa, farklı olumlu davranışlarından dolayı olsa gerek Ada’da saygınlık kazandı ve ünü Payitaht’a, İstanbul’a kadar ulaştı.
Sultan onu “Nazır”, “Bakan” yaptı. Midilli Adası ve karşısındaki Küçük Asya kıyılardan sorumluydu.
Ada’yı, 1821 Yunan isyanı gibi olaylarda suhuletle yönetti. Midilli kentinin Müslüman mahallesindeki, bugün bile tüm görkemiyle kısmen ayakta kalan Yeni Camiyi, Çarşı Hamamını inşa etti.
Bu toplumsal ortamda depremlerle sürekli sarsılan Ada şiddetli bir veba salgını yaşadı 1840’da. Kırık bin kişi öldü.
Hayat devam ediyordu. Kulaksızoğlu Mustafa Paşa kendine, şimdi yerinde olmayan, yıkılmış büyük bir konak yaptırmıştı. Osmanlı’nın paşalık verdiği oğlu İsmail, Ada’yı 1850’lerde ziyaret eden Sultan Abdülmecid’i bu konakta ağırladı.
Armağan olarak konağa iki büyük ayna gönderdi genç yaşta ölen Sultan. Sonraları yıkılıp gitti bu konak.
Kulaksızoğlu Mustafa Paşa’nın oğlu İsmail Paşa, onun oğlu Halim Bey de benzer sorumluluklar, görevler üstlendi Ada’da.
Soy, Osmanlıya sadıktı ve hizmete devam ediyordu.
Kulaksızoğlu Halim Bey hoş görülü, ama otoriter kişiliğiyle Midilli’de Rum, Türk herkes tarafından saygı gören bir insandı. Bir süre Mutasarrıflık yaptı. Yani Midilli Sancağının, çevresinin (ilçenin) yöneticisi.
Daha sonraları Ada’ya Mutasarrıf olan Namık Kemal Bey ve Fahri Bey dönemlerinde Osmanlı yönetimi ile Rumlar arasından zaman zaman ilişkiler gerginleşti.
Balkanlardaki yerel milliyetçilik rüzgarları adalı Rumları da etkiliyordu.
1876 yılına gelindiğinde Ada’nın Mutasarrıfı Mehmed Haşim Efendi idi. Üçü Müslüman üçü Hıristiyan’dan oluşan bir Belediye Meclisi tarafından yönetiliyordu Ada’nın bayındırlık işleri.
Osmanlının “Kocabaş” dediği Rum ileri gelenleri Ada’nın toplumsal yaşamında oldukça etkiliydi.
O yıl yapılan sayıma göre Ada’da yaklaşık 80.752 Hıristiyan, 13.696 Müslüman yaşıyordu.
Zeytinliklerle donanmış Midilli Adası bunca insanın karnını doyurabiliyordu.
Günümüzde Halim Bey Yalısı ve kent manzarısı
*
Bugün de Midilli kentinin en mutena yerinde bulunan, üç katlı, duvarları pembe renkli alımlı konak/köşk Kulaksızoğlu Halim Bey’in ailesi için yaptırdığı, yaşadığı yapıdır,
Konağın merdivenli ön cephesi kuzeye, bağlı oldukları İstanbul yönüne bakar.
Kulaksızoğlu Halim Bey ve oğlu Suphi Bey, yeni filizlenen Osmanlı burjuvazisinin, moderniteye yönelmiş örneklerindendi.
Sahip oldukları geniş mal mülkün, Osmanlının onlara verdiği güçlü otoritenin, köklü İslam geleneğinin yanı sıra Avrupai yaşam tarzının da pek uzağında değillerdi.
Ama yerel geleneklere de bağlıydılar. Kız evlatlar el üstünde tutulurdu Ada’da. Ne yapılır edilir kız çocuklara iyi bir çeyiz hazırlanır, mutlaka bir ev sahibi yapılmaya çalışılırdı.
Suphi Bey evlenince alımlı yalıdan ayrılmış kentte başka bir eve taşınmış, Halim Bey’in konağı kızı Cahide Hanım’a bırakılmıştı.
Kadim Anadolu’nun köklü anaerkil geleneğinin bir türevi olan bu tutum, kadını öne çıkaran görünümüyle, Midilli’de de devam ediyordu.
Kulaksızoğullarının Midilli’deki son temsilcisi Suphi Bey ailesi ile birlikte, Balkan Savaşından sonra Ada’nın Yunanistan’a bağlanmasıyla, muhacir olarak, muhtemelen gözyaşları içinde Midilli’den ayrıldı.
Bir gün geri döneceğini düşünüyor muydu? Bilinmez!
Yalnızca anılar kalıyordu geride.
*
Halim Bey’in görkemli yalısı yakın zamanlarda, dedesi Mustafa Ağanın yaptırdığı Çarşı Hamamı gibi, Midilli Belediyesince restore edildi ve çeşitli sergilerin açıldığı bir mekâna dönüştürüldü.
Darası Midilli kenti ortasında narin bir inci gibi duran Yeni Caminin ve Ada’nın dört bir yanına dağılmış Osmanlı eserlerinin onarımına.
Aynı şekilde Anadolu’nun çeşitli yerlerinde bulunan gayrı Müslim yapılarına ve antik yerleşimlere.
Umulan, bu övgü dolu davranışların, onarımların yaygınlaşması.
Geçmişten günümüze kalan eserler; nerede olursa, kim yapmış olursa olsun insanlığın bize bıraktığı birer miras değil mi?
Korumak, yaşatmak tarihin bize verdiği bir sorumluluk…
Midilli Yeni Cami
*
Midilli’nin tanınmış yazarlarından Stratis Balaskas, 2000’li yıllarda, Halim Bey’in İstanbul’a göçmüş torunu, Suphi Bey’in kızı Müzdan Hanım’la bir ropörtaj yaptı. Türklerin Midilli’de yaşadığı o dönemle ilgili Müzdan Hanım’ın anılarını kaydetti.
Daha sonra bu anılar Midilli’de Halim Bey’in köşkünde açılan bir sergide, Müzdan Hanım’ın oğlu Can Elgiz’in katkılarıyla, o dönem fotoğraflarıyla birlikte panolarda da gösterime sunuldu.
Bana da Midillili dostların isteği üzerine, Yunanca sergilenen bu anıları, İngilizceden Türkçeye çevirmek düştü.
Halim Bey’in günümüzde İstanbul’da yaşayan bir diğer torunu Aslı Melek Görk de Kulaksızoğlu ailesi ile ilgili açıklayıcı bilgiler iletti.
Müzdan Hanım’ın olduğu kaydedilen anılar içinde annesi, Halim Beyi’in tek kızı, Suphi Bey’in kız kardeşi
Cavide Hanım’ın anılarının yoğunluklu olduğunu belirtti Aslı Hanım.
Midillili Kulaksızoğlu Müzdan Hanım’a atfedilen anılar, başta İzmir olmak üzere Ege kıyılarında yaşayan birçok adalı muhacirin atalarının yaşadığı topraklarla ilgili ortak duygularını yansıtan bir belgedir.
Bu tanıklık, İzmir’de, Batı Anadolu’da yaşayan muhacirlerin sahip olduğu kültürün yaygınlığı ve derinliğini de kaydeden çok kıymetli izlerdir.
S.Balaskas’ın söyleşisinde, bakın 1900’lerin başlarında Midilli Adası ve kenti, oradaki hayat konusunda neler anlatıyor Müzdan Hanım:
“Tepe’nin üstündeydi Midilli Kalesi. Üç tarafı denizle çevriliydi. Duvarları kalındı. Kalenin dışına muhteşem bir okul inşa etti Hıristiyanlar. Türk çocukları da okuyacaktı orada. (Dedem) Halim Bey okulun kadın öğretmenlerine, kız çocuklarına yardımcı oldu. Onun evinde de kadınlar vardı. İyi şeyler öğrensinlerdi kız çocukları”.
“Bir başka türlüydü (Midilli’de Yeni) Caminin minaresi. Gördüklerimizden daha kısa, bildiklerimizden daha kalındı. Kızıl taştan yapılmıştı. Şerefesinde küçük lambalar vardı. İmam her gece ışıklarını yakardı. Aman Allahım, ne güzeldi Caminin avizelerinin ışıkları. Cam pencerelerden dışarıya aksederdi. Daracık sokaklar mavi, yeşil, kırmızı renklere boyanırdı bu ışıklarla!
Bütün mahalle iyilikle, güzellikle doluydu… Ah Anacım… Bütün bu iyilikler nereye gitti? Kim aldı onları, kim sakladı? Avizeleri kim söndürdü?”
“Küçük çocuktuk. Çarşıdaki (Yeni) Caminin karşısındaki büyük hamama giderdik. Onu büyük dedem Mustafa yaptırmıştı. Hamamın yuvarlak kubbelerinde küçük pencereler vardı. Yıldız şeklindeydiler. Pencerelerden içeri sızan ışıkları seyretmek harikaydı…
Kendi evimizde de hamamımız vardı. Ama biz gene de çarşıdaki hamama giderdik. Annem arkadaşlarıyla orada muhabbet ederdi. Meraklı (dedikodu seven) kulaklar onları hamamda dinleyemezdi ki!”
“Ekimin ilk günlerinde ortadan kaybolurdu (dedem) Halim Bey...Şafakta atına biner gider, gece geç saatlerde geri gelirdi. “Zeytinliğe gitti…”, derdi annem. Şehrin yakınındaki tarlalara. Büyük (adanın kuzeyindeki) Kalloni Ovası’nın yukarısına.
Halim Bey eve döndüğünde zeytinyağı kokardı. Kedro, Nikhtanda yağhanelerinin, yağ depolarının ağır kokusu sinerdi üstüne. Yeşil zeytin tanelerinden sıkılan taze yağın kokusu. Bir dilim sıcak ekmek üstüne bolca dökülmüş yağın, onun üstüne serpilen kekiğin kokusu”.
“Ah güzel kızlar… Ama (Halim Bey’in köşkü) ne ev! Önde büyük bir bahçe, arkada bir tane daha. Bütün aileye yetecek büyük odalar. Büyük pencerelerden dışarısını seyrediyorduk. Kaledeki suvarileri, büyük denize açılmış gemileri, büyük dedem Mustafa’nın yaptırdığı (Yeni) Caminin muhteşem kubbesini.
Burası (Halim Bey’in yalısı), işte bir efendinin evi…Üç katlı, kızıl duvarlı, (Ayvalık’taki) Sarımsak’ın hoş kızıl taşlarından yapılmış, büyük merdivenli. Görmediniz mi?”
Duygu dolu anılar, Kulaksızoğlu Suphi Bey’in kızı Müzdan Hanım’ın dilinden peş peşe sökün ediyordu:
“Allahım… Sokağa bak…Belediye işçileri ne kadar tembel! Kirliliğe, çöpe bak…Görmüyor musunuz? Eğer dedem (Halim Bey) sağ olsaydı ve bu dağınıklığı görseydi, Rum olsun, Türk olsun, hepsini (Midilli’de) çarşıya toplar, azarlardı.
Bu işi yapmaları için onlara para vermiyor musunuz? Utanın? Ah, dedem bir sağ olsaydı…O sert fakat merhametliydi. Bu sebeple kimse ondan şikâyet etmiyordu. Herkes hürmet ediyordu. Papazlar da imamlar da. Hristiyanlar da biz de…”
“Halim Bey’in güvercinleri meşhurdu. Koyu kızıl-yeşil veya gri boyunluydu güvercinler. (Midilli’nin ünlü güvercinleri) sanki havada dans ediyormuş gibi uçarlardı. Şu acayip Avrupa dansları gibi.
Bunlardan birini ben de öğreniyordum. Pazarları öğleden sonraları, büyük bir salonda, gramafonun çıkardığı seslerle sallanıp duruyordum.
Herkes bu güvercinleri tanıyordu. Kuşlar, mahallelerin üstünde daireler çizip uçarken, ahali onları parmakla gösteriyor, “İşte Halim’in güvercinleri geliyor”, diye bağırıyordu.
Güvercinler büyük evimizin arka bahçesine inmeliydi. Bunun için Halim garip sesler çıkarıyor, onlara yol gösteriyordu. Bu sesleri hala hatırlıyorum.”
1900 başları, Midillide çarşı ve Yeni Cami
*
İşte böyleydi Kulaksızoğlu Müzdan Hanım’ın anlattıkları.
Bir ayna!
Muhacirlerin belleğinden silinmeyen izler, hala yaşayan duygular.
Ancak anılarda kalmamalı güvercinler.
Güvercinler getirmeli huzuru, barışı!
Kuş gibi özgür olmalı insan! O yakadan bu yakaya uçmalı.
Müzdan Hanım’ın hatırladığı güvercin sesleri günümüzde de karşılıklı yankılanıyor hala.
Dostluk, hoşgörü, sevgi…
Kem sözlerin duyulmadığı, kem gözlerin görmediği günler yaşamalı bu denizin, bu toprakların insanları. Kötü niyetlilere fırsat vermemeli.
Karşılıklı gidip gelmeli durmadan gemiler.
Birçok Midilli muhacirinin dilinden düşmeyen; Bergama’da Romalılardan kalma Serapion mabedinin, Kızlavlu’nun yıllarca bekçiliğini yapan Midillili muhacir rahmetli Raise Hanım Teyzenin avluda oynayan çocukların başını okşayıp, yaşlı gözlerle mırıldanarak söylediği,
“pu ine omorfi Mitili mu”,
“nerede benim güzel Midilli’m”;
sözcükleri gibi ifadeler, anılar dostluğun bir parçası olmalı:
Sonunda hepimiz insanız.
Sefa Taşkın
Dikili/Bergama/İzmir
26.08.2022