Kıymayın efendiler zeytin ağaçlarına!

Bergama eski Belediye Başkanı Sefa Taşkın, Cumhuriyet Ege için yazdı...

cumhuriyet.com.tr

Zeytin ağaçlarımıza elbette dokunmasınlar!

Yine birileri göz dikti zeytinliklerimize.

Bir kalem bir kağıtla, genelge, kanun adını verilen buyruklarla, zeytin bahçeleri tarumar edilecek, madenler işletilecek, tesisler kurulacak, ne istenirse yapılacak.

Böylece daha zengin olunacağı, daha çok para kazanılacağı düşünülüyor.

Oysa “O” ağaçlar koşullar uygunsa bin yıldan fazla yaşayabiliyor. Yeşil, kara taneleriyle, bir meyve suyu olan yağıyla, budanınca arta kalan odunuyla, Akdeniz sıcağında gölgesiyle insanlara yarar sağlıyor.

Yüzlerce yıl böyle yapmış, dokunulmazsa yüzlerce yıl daha böyle yapacak.

Bunu bilen İbrahimi dinlerin kutsal kitapları; Kuranı Kerim, Tevrat zeytinle ilgili örnek alınacak sözlerle dolu. Sümer, Helen, Roma mitolojisi zeytin ağacını anlata anlata bitiremiyor.

Atalarımızdan kalan bir tanım vardır. Emek vermeden sahip olunan bir varlığı çar çur eden, gereksiz harcamalarla tüketene, “Tohumuna para mı saymış” denir.

En iyimser yorumla, o ağaçların ne dirençle varlığını sürdürdüğünü ne emekle geliştiğini, ürün verdiğini bilmiyor olmalı onlara kıymaya kalkanlar!

Oysa doğa koynunda büyüttüğü yabani zeytin ağaçlarını, deliceleri yıllarca bağrında saklar. İnsan eli onları aşılar, akıllandırır. Özenli çiftçi, küçücük zeytin fidanlarını tarlasına diker, bin bir çabayla bir ormana dönüştürür.

Birisi kalksın, eline baltayı alsın, dev gibi makinaları soksun zeytin bahçelerine, ağaçları yok etsin. Sonra da o toprakları geçici fayda sağlayan ama çevreyi geri dönülmez bir biçimde kirleten işletmelerle doldursun.

Olabilir mi bu? Olması isteniyor!

Şu para, şu altın akılları kör mü ediyor?

Batı Anadolu, Ege ve Akdeniz kıyıları, Güney Doğu Anadolu’nun batısı zeytin yurdudur Anadolu’da.  Zeytin ağacı Akdeniz çukurunun endemik/yerele özgü bitkisidir.

Maden ocağı işletilsin diye, dokunulmasın zeytin ağaçlarına. Deşilmesin bu kadim topraklar.

Gidilsin; ıssız yörelerde, insana doğaya zarar verilemeyecek yerlerde aransın, işletilsin madenler, tesisler kurulsun.

“Maden bulunduğu yerde işletilir” yaftasının arkasına saklanılmasın.

Bu anlayış, “Maden ve sanayi tesisleri, insanlara ve çevreye zarar vermeyecek ortamda, güçlü önlemler alınarak işletilir” kavramıyla değiştirilsin.

Ana yasa olsun bu!

Laf olsun diye değil, anlamlı Çevre Etki Değerlendirmeleri (ÇED) yapılsın.

İtirazı olanlar aklıselimle, sabırla dinlensin, dikkate alınsın. Kararlara katılmaları sağlansın.

“Kirlettikten sonra temizleyeceğiz, ağaçları köklerinden sökeceğiz, sonra başka yerlere taşıyıp yeniden dikeceğiz,” gibi vaatler, daha önceki uygulamalara bakılınca hiç inandırıcı değil.

Üstelik zeytin ağacının yerinden koparıldıktan sonra tekrar verimli duruma gelmesi, kendini toparlaması için yıllar gerekiyor.

Ha yerinden köklenip başka yere ekilmiş, ha yeni fidan dikilmiş; yeni ağaç oluşumu için zaman açısından arada pek bir fark yok.

“Sökülür, yeniden dikilir” önermesi, ayıbı örtmeye kalkmaktan başka bir anlam taşımıyor.

Ağaçların kesilmesi ise onların ölümü demek!

Kimi kişilerin daha çok zengin olması için doğal değerler tahrip edilmemeli.

Ülkeye kaynak yaratmak için başka kıymetli varlıklar yok edilmemeli.

Ege kıyılarında, Bakırçay havzasında babaların, anaların evlatlarına anlattığı, erdem öğrettiği bir öykü vardır. “Darbımesel” derler eski insanlar buna:

Yaşlı bir adam ölüm döşeğindeymiş. Sayılı günlerinin geçmesini bekliyormuş. Oğulları babalarından, ölmeden önce altınlarını onlara vermesini istermiş.

Baba hasta haliyle gülümseyerek, “Benim altınlarım yok ki size vereyim” demesine rağmen oğullar ısrarla babadan, gizlediğini düşündükleri servetini isteyip durmuş.

Sonunda dayanamamış baba; “Evet, birçok altınım var, sizden gizledim, hepsini zeytin bahçemize, teker teker ağaçların dibine gömdüm” demiş ve son nefesini vermiş.

Oğullar babalarını toprağa verdikten sonra ellerine kazma kürek alarak zeytinliğe koşmuşlar.

Kolay yoldan zengin olacaklar ya! Toprağa gömülü altınları bulmak için zeytin ağaçlarının her birinin dibini kazmışlar, çapalamışlar. Ancak bir tane bile altın sikkesi bulamamışlar.

Söylene söylene, ölmüş babalarına takaza ederek, annelerine yakınarak arama işinden vaz geçmişler.

Yağmurlar yağıp, kış geçip bahar gelince bir de bakmışlar ki ağaçlar çiçek dolu.

Çiçekler poyraz esintisinde zeytin tanelerine dönüşmüş. Hasat zamanı çuval çuval zeytin, güğüm güğüm zeytinyağı almışlar zeytin bahçelerinden. Bu verim servet getirmiş onlara.

Başından beri olayları sessizce izleyen, bu aklı ölmeden önce kocasına veren yaşlı kadın acı acı gülmüş oğullarına. Tane tane sözlerle seslenmiş:

“Tabiat bir yere kadar yardım eder insana. Emek vermeden hiçbir ürün bol olmaz.

Babanızın size vereceği hazır altını yoktu ama bakın size bir ders verdi.

Altın bulmak için zeytin ağaçlarının dibini çapaladınız. Toprak işlendi, havalandı.

Ona baktığınızı, onun için emek harcadığınızı anlayan zeytin ağacı da dallarını zeytin taneleriyle süsledi. Siz de küplerinizi zeytinyağı ile doldurdunuz. Yağı sattınız kucakla para kazandınız.

Siz siz olun emek vermeden varsıl olmaya kalkmayın. Sizin altınınız aklınız, emeğiniz, toprağınız”.    

Sefa Taşkın
18.03.2022
Karşıyaka/İzmir