Kanadoğlu: Cumhuriyetin savcısıydım | Erdoğan şiirden mahkûm olmadı

Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, anılarını ve yakın geçmişin bunalımlı süreçlerini Cumhuriyet’e anlattı.

Işık Kansu

Adli tatilde Ayvalık’tayken AKP’nin kurulduğu haberi geldi. Mahkûmiyeti olan Erdoğan, kurucu genel başkan olmuştu. Mahkûmiyetin nedeni şiir okumak değildi. O hale sonradan getirildi. Hemen Ankara’ya geldim. Yaptığımız başvuru ile Anayasa Mahkemesi’nden AKP’ye ihtar verilmesi ve Recep Tayyip Erdoğan’ın genel başkan yetkilerinin tedbiren durdurulmasını istedim. Ertesi yıl adli yıl açılış resepsiyonundayız. Erdoğan da orada, canım hiç karşılaşmak istemiyor. Ama yakaladı beni bir yerde, bir gazeteci de fotoğrafımızı çekti. Memnu haklarının iadesini almış, rahat. 

Bakırköy’deki hâkimlik görevimin ardından 19 Temmuz 1984’te Yargıtay üyeliğine seçildim. O tarihlerde, 9. Ceza Dairesi vardı. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı’nda genellikle kaçakçılık suçlarına bakmıştık. Ancak daha çok devlet aleyhine işlenmiş suçlarla ilgili dosyalara bakan 9. Daire’de görevlendirildim. Orada çok ilginç dosyalar geldi önümüze. O tarihte 12 Eylül’ün aslında temel insan hak ve özgürlüklerini tamamen ortadan kaldıran bir uygulaması vardı: Kürtçe konuşmak, Kürtçe şarkı söylemek yasaktı ve suçtu. Diyarbakır Cezaevi’nde tutuklu oğluyla konuşamayan ananın ıstırabını düşünün. Bu suçtan çok mahkûmiyet kararı geliyordu. O mahkûmiyet kararlarını onama hiçbir vicdanın kabul edeceği bir şey değildi. Bu nedenle dairede sevgili arkadaşım Ahmet Cemal Göğüş ile bu kararların bozma gerekçelerini arayışımızı anımsıyorum. 

ARINÇ VE BOZMA KARARI  

Bir konuşmadan dolayı Bülent Arınç’ın TCK 163. maddeden verilmiş 1.5 yıllık mahkûmiyeti düşünce ve vicdan özgürlüğüne dayanılarak bozulmuştu. Ayrıca, Süleymancılığın suç olduğu konusunda bir karar vermiştik. Fikir özgürlüğü değildi. Devleti dini esaslara uydurma amaçlı bir örgütlenmeydi. 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 163. maddesi 12. 4. 1991 gün ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ile yürürlükten kaldırıldı. Bu hükmün anayasaya aykırı olduğu düşüncemi o tarihte de belirtmiştim. Anayasanın 24. maddesine göre, hiç kimse devletin temel düzenini kısmen de olsa din kurallarına dayandırma veya siyasi çıkar yahut nüfuz sağlamak amacıyla dini, din duygularını veya kutsallarını istismar edemez ve kötüye kullanamaz. Bu Anayasa metnini hayata geçiren ve koruyan TCK’nin 163. maddesiydi. Anayasaya aykırılık sadece yasa düzenlemekle değil, onu koruyan yasanın yürürlükten kaldırılmasıyla da yapılabilir düşüncemi halen koruyorum. Bir hâkim tarafsız olmalıdır, bağımsız olmalıdır, elbette ki hiç şüphe yok. Ama taraf olması gereken bir başka konu da anayasaya bağlılıktır. 

CUMHURİYET İÇİN...

Bir hâkimin, “Anayasa ne derse desin ben böyle düşünüyorum” deme lüksü yoktur. Türk hâkimi Türk anayasasına bağlı olmak ve onun hükümleri içerisinde karar vermek zorundadır.    

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nı bir amaç, bir hedef olarak gördüm mü? Evet, gördüm. Yargıtay Başkanlığı’ndan çok, yapmak istediğim görev buydu. Yargıtay Başkanlığı’nın mesleki faaliyetlere ve kararlara etkisi yoktur. Daireler ayrılmıştır, her işin görevli dairesi vardır. Ceza Genel Kurulu zaten başkanvekili tarafından yürütülür, hukuken genel kurul da aynı şekilde. Yani, Yargıtay içtihadının oluşmasında Yargıtay Başkanı’nın rolü yoktur. Yalnızca bir temsiliyet olayı vardır. Ama Yargıtay Başsavcılığı böyle değildir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nı hem itirazlar yoluyla, hem talepler ve düşüncelerle Türk anayasal siyasi hayatının anayasaya uygun olarak yürütülmesinde en başta rol sahibi ve önemli sorumluluk üstlenmiş bir görev olarak gördüğüm için başsavcı olmak istedim. Açıkçası Cumhuriyete yönelik tehlikeler her dönemde var olduğu için de bu görevi üstlenmek istiyordum. Görünüyordu bu ama açıkçası Türkiye’nin bugünkü hale geleceğini tahmin etmedim.    

AKP’DEN GELEN YANIT ÇOK HOŞTU

14 Ağustos 2001, benim Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı olarak önemli sorumluluk almam açısından önemli bir tarihtir. Adli tatildeydik ve Ayvalık’taydım. O gün AKP’nin kurulduğu haberi geldi ve kuruculara baktığımda mahkûmiyeti olan Recep Tayyip Erdoğan kurucu genel başkan olmuştu. O mahkûmiyet, bir şiir okuma nedeniyle değildi. O hale sonradan getirildi. Mahkumiyet, doğrudan doğruya halkı din vb. itibarıyla kin ve düşmanlığa tahrik etmek suçundan verilmişti. Düşünce özgürlüğü ile hiç ilgisi yoktu. Ankara’daki görevli arkadaşları aradım, siyasi partiler bürosunun hazırlık yapmasını istedim ve hemen Ankara’ya geldim. Doğrudan yapılacak tek şey AKP’ye ihtar davası açmaktı. 21 Ağustos 2001’de yaptığımız başvuru ile Anayasa Mahkemesi’nden AKP’ye ihtar verilmesi ve Recep Tayyip Erdoğan’ın genel başkan yetkilerinin tedbiren durdurulmasını istedim. Bu başvuruya 8 Ocak 2002’ye kadar cevap verilmedi. Başvurduk, durum nedir diye. 

AYM BAŞKANI’NIN ACAYİP AÇIKLAMASI

Anayasa Mahkemesi Başkanı Mustafa Bumin’den çok acayip bir açıklama geldi, ne yapmak istiyor, bizden ne soruyor, amacı nedir gibisinden. Biz de, “Kamu adına dava açtık, talepte bulunduk, davanın ne aşamada olduğunu sormak bizim hakkımızdır” diye yanıt verdik. Bunun üzerine aşağı yukarı bir hafta- on gün sonra karar vereceğiz dediler. Ancak Anayasa Mahkemesi’nde ocak ayında verilmiş karar, nisanın 22’sinde yazıldı. Karar oyçokluğu ile AKP’ye ihtar verilmesi yönündeydi. Başkanlık yetkilerinin tedbiren durdurulması istemini reddettiler. O zaman, “Herhangi bir terör örgütünün başkanı bir parti genel başkanlığına getirilse, siz yine ihtarla yetinip genel başkanlığı sürdürmesine izin mi vereceksiniz?” demek zorunda kaldık. 

BİR TEK KİŞİDEN TELKİN ALMADIM

Anayasa Mahkemesi AKP’ye altı ay süre vermişti durumu düzeltmesi için. Altı ay sonra AKP’ye sorduk. Gelen yanıt çok hoştu doğrusu: “Recep Tayyip Erdoğan parti üyeliğinden istifa edip başkanlığa devam ediyor.” Bu yanıt, Meclis Başkanı milletvekilliğinden istifa etti, Meclis Başkanlığı’na devam ediyor gibi bir şeydi. Böyle bir şey olur muydu? Oldu. Erdoğan başkanlığa devam ediyordu ve on gün sonra da seçime gidilecekti. Önümüzde iki seçenek vardı: Ya 3 Kasım’da yapılacak seçimi bekleyecektik ya da ihtar kararının yerine getirilmemesinin sonucu kapatma davası açacaktık. Görevimiz neyse onu yaptık. Seçimden sonraya bırakmak hangi partinin işine yarar, hemen açmak kime yarar; böyle bir düşünme tarzı savcı olarak bize düşmemeliydi. AKP’ye kapatma davasını açtım. Bu dava Anayasa Mahkemesi tarafından 9 Temmuz 2009 tarihine kadar kapağı açılmadan elde tutulduktan sonra, Siyasi Partiler Yasası’nın 104/2. maddesinin 11 Haziran 2009 tarihinde iptali gerekçe gösterilerek düşürüldü. Burada özellikle belirtmek isterim ki, meslek hayatım boyunca 43 sene 3 ay içerisinde hiçbir makamdan, hiçbir kurumdan, hiçbir kuruluştan, cumhurbaşkanından nereye kadar sayarsanız sayın, bir tek kişiden telkin ya da tavsiye almadım.  

SEÇİM ÖNCESİ ANKARA PALAS’TAKİ KARŞILAŞMA

3 Kasım 2002 seçimi öncesi Recep Tayyip Erdoğan yine genel başkan. O günlerde Üsküdar’dan bir haber geldi. Erdoğan, ağır ceza mahkemelerinden birisine başvurmuş ve memnu hakların iadesi kararını almış. Kararı veren Üsküdar 2. Ağır Ceza Mahkemesi ve Başkanı da AKP döneminde Yargıtay Başkanı olacak İsmail Rüştü Cirit’ti. Memnu hakların iadesi talebi memnuiyet kararı veren mahkemeye yapılabilirdi. Görevli ve yetkili mahkeme Diyarbakır 3. Devlet Güvenlik Mahkemesi’ydi. Üsküdar 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ne yapılan itiraz sonucu verilen iade kararı kaldırıldı ve iade teşebbüsü sonuçsuz kaldı. Benzer bir girişim daha olmuştu. Tarih 6 Eylül 2002. Yani seçime iki aydan az kalmış, Ankara Palas’ta adli yıl açılış resepsiyonundayız. Gazeteciler etrafımı sardı, “Diyarbakır 4 Numaralı Devlet Güvenlik Mahkemesi, Recep Tayyip Erdoğan’ın memnu haklarının iadesine karar verdi, ne diyorsunuz?” diye sordular. Şaşırdım tabii. “İnceleyeceğim” dedim ve içeri girdim. 

Recep Tayyip Erdoğan da orada, canım da hiç karşılaşmak istemiyor. Ama yakaladı beni bir yerde, bir gazeteci de fotoğrafımızı çekti. Nasıl keyifli, memnu haklarının iadesini almış, rahat. Ertesinde Diyarbakır DGM Başsavcısı’nı aradım. Dosyanın hemen gönderilmesini istedim. Dosya geldi, temyiz ederek kararın bozulmasını istedik. Yargıtay 8. Ceza Dairesi, bizim talebimizin de ötesine geçerek, Diyarbakır 4. DGM’nin temyize tabi 3. DGM kararını görev vasfı yaparak kaldırmasının yok hükmünde olduğuna karar verdi ve Erdoğan’ın memnu hakları iade edilmemiş oldu. Milletvekili seçilmesi de seçimlerden önce önlenmiş oldu.  

YARIN: YSK’NİN YAPISI İLE BİRLİKTE REJİM DE BOZULUYOR