İzmir’in yapılamamış Hürriyet/Özgürlük anıtı

KONUK YAZAR | Bergama eski Belediye Başkanı Sefa Taşkın, Cumhuriyet Ege için yazdı...

İZMİR / Cumhuriyet

Her geçen günün dününde tanık olunan anlamlı olaylar, eğer kaydedilmiş ise tarih oluyor.

Yoksa yaşanmışlıklar anı olmaktan öteye gidemiyor.

Tabii ki çoğunlukla unutuluyor anılar ama bazıları toplum belleğinde iz bırakıyor, dilden dile, anlatıla anlatıla bir sözlü tarih oluşuyor.

Bazen de gerçeklikten uzaklaşıp söylentiye dönüşüyor.

Eskiden “söz uçuyor, yazı kalıyor” deniyordu ancak günümüzde, artık sözler, görüntüler de kaydedilebiliyor.

1900’lü yılların başında ülke düzeyinde yaşanan siyasal olayların İzmir’e yansımasını gösterecek görkemli bir anıt geçmişin silik izlerinde, Devlet Arşivinin ücra bir köşesinde unutulmuş.

Oysa toplumsal, kentsel değişiklikleri anımsatacak veriler her zaman yurttaşlar için uyarıcı olabilir. 

Anıtlar dünü kavramamıza yardımcı oluyor, bugünü kalıcılaştırıyor, geleceğe yön verebiliyor. 

***

(Vatan şairi Namık Kemalli bir kartpostal-I.Meşrutiyet Kutlanıyor-1876)

Türkiye Cumhuriyeti’nin öncülü Osmanlı Devleti, uzun yüzyıllar o zamanın cihanına hükmettikten sonra, Avrupa’da kapitalizmin ve evrensel bilimin gelişmesine ayak uyduramadı.

Orta Çağın sonuna doğru; tarım, vergi, işgal edilen ülkelerden alınan haraçtan oluşan ekonomisinden; sermeye biriktiren, bu sermayeyi sanayiye aktarabilecek bir burjuva sınıfı çıkaramadı. Buna yönelik devlet politikaları ve siyasal düzen üretemedi. 

Çağın gereklerini karşılayamayan askeri gücü Avrupa’nın birçok yerinde yenilmeye başladı.

Elinde tuttuğu, Viyana kapılarından Mısır’a uzanan topraklar adım adım küçüldü, daraldı.

 II.Mahmut gibi durumu fark eden, ülkenin kötüye gittiğini gören bazı ileri görüşlü yöneticilerin girişimleri Osmanlının tutuculuk ve yobazlıkla beslenen koca sosyo-ekonomik düzenini değiştirmeye yetmedi. 

Osmanlı varlığını sürdürebilmek için aldığı borçların pençesinde yavaş yavaş tükenmeye başladı.

***

(I.Meşrutiyetin İlanı-İstanbul)

Buna bir çare olarak, yaşanan dalgalanmaların bir aşamasında göreve getirilen Padişah II.Abdülhamit iç ve dış baskılarla, Avrupa’daki yönetim uygulamalarına benzer bir oluşumun yararlı olacağı kanısıyla 23 Aralık 1876’da I.Meşrutiyeti ilan etti.

Bazı yeni uygulamalarla birlikte çok milliyetli Osmanlı İmparatorluğunda azınlıklara eşit yurttaşlık hakkı veren bazı kararlar içeren “Kanun-i Esasi= Anayasa” ilan edildi.

Sözde halkı temsil eden, bir ölçüde taşralı etkin kişiler tarafından seçilen “Meclis-i Mebusan” (Milletvekili Meclisi) ve onun üçte biri sayısında Padişah tarafından atanan “Meclis-i Ayan”dan (İleri gelen kişiler Meclisi)) oluşan bir “Meclis-i Umum-i” (Genel/Büyük Meclis) kuruldu.

Osmanlı Devleti tarihinde ilk kez anayasal bir meşrutiyete geçiyordu. 

Meşrutiyet (Türk Dil Kurumuna göre), bir hükümdar tarafından yönetilen bir ülkede, hükümdarın ya da bir başbakanın başkanlığı altında bir hükümetin ve yasaları yapan seçilmiş bir parlamentonun bulunduğu yönetim biçimi”ne deniyor.

Ancak bu gelişmenin, 1876’da ilan edilen Meşrutiyetin hemen ardından çıkan 1877-78 Osmanlı Rus Savaşında (93 harbi) ağır yenilgi alınması, Rusların İstanbul kapılarına, Yeşilköy’e/Ayastefanos’a dayanması durumu değiştirdi.

Yapılan Berlin Anlaşmasıyla Osmanlı Romanya, Bulgaristan gibi Balkanlarda birçok toprağını ve Kıbrıs’ı kaybetti.

Bu ortamda, II.Abdülhamit bu savaş ve hızlı karar alınamaması gerekçesiyle göstererek 14 Şubat 1878’de “Meclis-i Umumi”yi kapattı.

Böylece Osmanlının yönetsel yenileşme denemesi, bu aşamada sona ermiş oluyordu.

***

(I.Meşrutiyet-İstanbul-Meclisi Umumi)

Osmanlının II.Abdülhamit dönemi 33 yıl sürdü (1876-1909). Bu sarsıntılı yıllarda çöküşe doğru hızla yuvarlanıldı ama ülkede birçok yeni gelişme de kaydedildi. 

Bürokrasi çağdaşlaştırılmaya çalışıldı. Eğitime büyük önem verildi. Birçok meslek okulu açıldı: Hukuk, ticaret, mühendislik, veterinerlik, ticaret, gümrük, sanat, tarım, dil okulları oluşturuldu. 

Temel eğitimde ilk, orta okullar güçlendirildi. Askerî okullar yaygınlaştırıldı.

Bu arada, 1892 yılında, “matem tutan Hıristiyan kadınlara benzedikleri” ve “güvensizlik yarattıkları” için kadınların yüzlerin dahi kapatan kara çarşaf giymesinin yasaklanması gibi uygulamalar yapıldığı söylenir.

Böyle bir emirnamenin varlığı tartışmalıdır!

(II.Abdülhamit’in çarşaf emirnamesi-1892. ?)

Bu süreçte Bağdat ve Hicaz demiryollarının, ülke genelinde telgraf gibi iletişim sistemlerinin yapımında Almanlarla iş birliğine gidildi.

Tabii bu durum Alman Emperyalizminin müzecilikten askeriyeye kadar Osmanlının en önemli idari köşelerine kadar sızmasına yol açtı.

Bütün bunlarla beraber Devlet borç batağı içindeydi.

1877-78 Rus Savaşının ardından Osmanlı “morotoryum” ilan ederek iç borçlarını ödeyemeyeceğini açıkladı. 

Bunun üzerine alacaklı devletlerin zorlamasıyla, 1881’de Osmanlının iç ve dış borçlarını denetleyen “Duyun-ı Umumiye” (Genel Borçlar) ve 1883’de yabancılar denetiminde; tütün, tuz, kahve vergilerine el koyan “Reji İdaresi” kuruldu.

Hatta Reji idaresine kolluk kuvvetleri oluşturma yetkisi bile verildi.

Yani artık Devlet gümbür gümbür batıyordu.

***

II.Abdülhamit

Bu ortamda 1876’da ilan ettiğiMeşrutiyeti ortadan kaldıran, fazla yetkileri bulunmasa da kurduğu meclisleri kapatan II. Abdülhamit çok baskıcı bir yönetime yöneldi.

Padişah aleyhine söz istenmiyordu.

Hafiyeler, tutuklamalar, sürgünler, idamlar aldı yürüdü.   

Her baskının tepki doğurması kaçınılmazdır.

Yurt dışında örgütlenmiş Dr. Nazım Bey, Ahmet Rıza gibi tanınmış kişilerin öncülük ettiği, kökü daha eskilere dayanan Jön Türkler/Yeni Osmanlılar geniş bir aydın kesimine hitap ediyordu.

Daha sonra bu öncüler, çoğunlukla askerlerin içinden çıkmış “İttihad ve Terakki” (Birlik ve İlerleme) Cemiyeti içinde yer alacaklardı (1899).

Bu cemiyet ilerde “İttihad ve Terakki Fıkrası” adını alacak, 1913’den sonra Enver, Talat ve Cemal Paşaların mutlak yönetimine girecekti.

*** 

1900’ler Erzurum

Ülkenin toprak kayıpları, muhalifler üzerindeki ağır baskı, giderek kötüleşen ekonomik durum toplumsal hareketlenmeye doğru gidiyordu. 

Özellikle artan vergiler halkı canından bezdirmişti.

Bitlis, Samsun, Ankara, Sivas, Giresun, Kayseri, Aydın, Muğla, Van, Muş gibi Anadolu’nun birçok yerinde ayaklanmalar oldu.

En şiddetlisi Erzurum’daydı (1906). 

Vergilerden şikayetçi olan halk toplanan  paranın İstanbul’a gönderilmesini engelledi. Vali Mustafa Nazım Paşanın istifasını istedi. Muhalif İttihad ve Terakki Cemiyeti de baş kaldırının örgütleyicilerindendi.

Burdur-Mehmet Akif Üniversitesinden Nurullah Neyir’in verdiği bilgilere göre; Vali halkı yatıştırması için Müftü Lütfullah Efendi’den yardım istedi.  

Müftü, “halkın haklı, onlara yapılan baskının şeriata aykırı olduğunu” bildirdi. Vali’nin davranışlarını eleştirdi.

Ayaklanmış halkın isteği üzerine görevden alınan Nazım Paşanın yerine Erzurum’a tayin olan Diyabakır Valisi Mehmet Ata Bey, ayaklanmaya arka çıktığı gerekçesiyle Müftü Lütfullah Efendiyi kentten uzaklaştırdı.

 Bunun üzerine başkaldırı tekrar alevlenmiş, halkın sevdiği Lütfullah Efendinin Erzurum’a geri dönmesi için yapılan gösterilerde Valilik basılmış, Mehmet Ata Bey halkın eline düşüp, darp edilmişti.

Müftü Lütfullah Efendinin geri getirilmesi, Vali Mehmet Ata Beyin Erzurum’dan gönderilmesi ve  II.Abdülhamit’in bu vergileri kaldırdığını açıklamasıyla olaylar duruldu.

Yeni Vali Harput/Elazığ’dan gelen Mustafa Nuri Paşa ile birlikte asilerin elebaşları yakalandı, yargılandı (Ocak-1908). 

Asilerden 90 kişiden 8 kişi idam, 18 kişi müebbet hapis cezasına çarptırıldı.

Bu olaylar, II.Abdülhmit’in sonunu getirecek yeni toplumsal çalkantıların işaretiydi sanki.

***

1908 İstanbul Gösterileri

Anadolu’da mevcut yönetime karşı hoşnutsuzluk giderek artarken, Balkanlar’da durum Padişah II.Abdlhamit için durum hiç iyi değildi.

İtthat ve Terakki Cemiyeti Ordu’ya neredeyse mutlak hakimdi. Saraya bağlılık, disiplin hemen hemen hiç kalmamıştı.

İttihatçı Kolbaşı (Yüzbaşı) Resneli Niyazi Bey Payitahta karşı Makedonya’da Ohri Dağına çıkmış, isyan Manastır ve Selanik’le birlikte yayılmıştı. 

Devleti dinleyen yoktu.

Bu gelişmeler üzerine, koca İmpartorluğun iyice sarsıldığını gören Padişah II.Abdülhamit çare olarak 23 Temmuz 1908’de ikinci kez Meşrutiyet ilan etti. 30 yıl önce rafa kaldırdığı “Kanun-i Esasi”yi, Anayasa’yı yeniden yürürlüğe koydu.

Derhal çeşitli partilerin katıldığı seçimler yapıldı. Yeni “Mecilis-i Mebusan” 17 Aralık 1908’de açıldı. Çoğunluk İttihat ve Terakki Fıkrasındaydı.

Ancak Osmanlı Devletinin çivisi çıkmıştı artık. 

Öte yandan İttihatçıların da muhalifleri vardı. Yaşanan karşıtlıklar ve şiddet olayları ardından “Rumi 31 Mart”, “Miladi 13 Nisan” 1909 günü bazı asker ve medrese öğrencilerinin katılımıyla İstanbul’da İttihatçı yönetimine karşı isyan çıktı. Öldürülenler oldu. 

Bu olay tarihimizde “31 Mart Olayı” olarak bilinir.

Hemen ardından, Selanik’te oluşturulan “Hareket Ordusu” adı verilen, Komutanı Mahmut Şevket Paşa, Kurmay Başkanı Kolağası (Yüzbaşı) Mustafa Kemal Bey olan birlik İstanbul’a geldi ve isyanı bastırdı.

II.Abdülhamit 27 Nisan 1909’da tahttan indirildi.  

Yerine V.Mehmet adıyla Sultan Reşat, ondan sonra da VI.Mehmet sanıyla Sultan Vahdettin Osmanlı padişahları oldu.

II.Abdülhamit 10 Şubat 1918’de öldü.

1908 “Yaşasın Anayasa”

***

25 Temmuz 1908’de ilan edilen II.Meşrutiyet, bütün ülkede sevinç ve umutla karşılandı.

Yaşasın “Hürriyet, Musavat, Kardeşlik” (Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik) gibi deyişler, gelişmelere önderlik eden “İttihat ve Terakki Cemiyeti”ni yücelten sloganlarla birleşti. 

Osmanlı ve Türk toplumu “anayasa, vatan, millet, özgürlük, eşitlik, kardeşlik, adalet” gibi kavramlarla ilk kez karşılaşıyordu.

II.Abdülhamit’in baskıcı yönetimine “Kahrolsun İstibdat/Baskı” sloganıyla kaşı çıkanlar, ülkede yeni ve denenmemiş bir özgürlük ortamına geçiyordu.

Böylece Türk toplumu çok partili hayatla tanışıyor,  “Meclisi Mebusan”la parlamenter sistem devlet yönetimine iyice giriyordu.

Meclise sunulacak yasa önerilerinin Padişah tarafından uygun görülme zorunluluğu ortadan kaldırılıyor, Hükümet Meclise karşı sorumlu hale getiriliyordu.

Meşrutiyetin ilanının ardından yapılan seçimlerle oluşan Mecliste Osmanlı halkını oluşturan etnik toplulukların kendilerini kendi kimlikleriyle temsil etmelerine olanak sağlanıyordu.

***

II.Meşrutiyet kutlamaları-1908-Kordon/İzmir

II. Meşrutiyet İzmir’de de coşkuyla karşılandı.

Dr.Serhan Kemal Saygı’nın, İzmir’de yayınlanan 27 Temmuz 1908 günlü Ahenk gazetesinden aktardığına göre: 

“24-25 Temmuz gecesi İzmir’in Kordon, Karataş, Salhane ve diğer semtlerinde, kahve ve gazinolarda İslam ve Hıristiyan halk bir araya gelmiş, “Hürriyet” ilanı nedeniyle sevinç nutukları atmıştı.”

“Bir önceki gün de Kemeraltı Caddesinde, Rıhtımda ve birçok mahallede mağaza ve gazinolar süslenmiş, saat on birde binlerce kişi Kışlayı Hümayun’da  (Sarı Kışla-Konak) toplanmıştı.

Göstericiler ellerinde Osmanlı bayrakları olduğu halde, askeri bando ile Hükümet Konağı önüne gelmiş, oradan marşlar ve “Padişahım Çok Yaşa” sloganları eşliğinde Kordon’da görkemli bir yürüyüş yapmıştı.”

II.Meşrutiyeti gayrı müslim cemaat da sevinçle karşılamıştı.

İzmir’de yayınlanan Armonya, Nea Smirni gibi Rum gazeteleri Meşrutiyet ilanını büyük başlıklarla duyurmuşlardı.

Rum Metropoliti Hırisistomos Kalafatis başkanlığındaki bir heyet Hükümet Konağı önünde toplanarak yaptıkları bir açıklamayla sevinçlerini dile getirmişlerdi. 

Ermeni Cemaati de Kordon’daki “Kramer Oteli”nde bir yemek düzenledikten sonra, kutlamayı sürdürmüş, Körfezde bir vapur gezintisi düzenlemişti.

1908-İzmir-Ermenilerin Meşrutiyeti kutlaması

****

Yeni bir dönem başlıyordu ve yeni iktidar bu gelişmeleri yapılacak anıtlarla taçlandırmak istiyordu.

İttihat ve Terakki yönetiminin yaptığı ilk işlerden biri, İstanbul Üniversitesinden Dr. Müjde Dila Gümüş’ün verdiği bilgilere göre Selanik ve İstanbul’a birer anıt yaptırmaktı.  

Yeni dönem kendini simgelerle ile ifade etmek istiyordu.

Selanik için hazırlanan proje için temel atılmış olsa bile gerçekleştirilememiştir.

Yeni dönem kendini simgelerle ile ifade etmek istiyordu.

Selanik Anıtı hakkında ne yazık ki elde bir belge bulunmuyor.

İstanbul’da ise Şişli-Çağlayan’da, şimdiki Hürriyet-i Ebediyye (Sonsuz Özgürlük) adı verilen tepeye, “Hürriyeti” sonsuzlaştırmak üzere bir anıt yapmak için bir yarışma açılmıştı. 

Aralarında Mimar Vedat Bey gibi birçok tanınmış mimarın katıldığı yarışmayı ilk ulusal mimarlarımızdan Muzaffer Bey’in tasarladığı “Hürriyet Abidesi” projesi kazandı.

Mimar Muzaffer Bey

***

Muzaffer Bey’in “Hürriyet Abidesi=Özgürlük Anıtı” altta, üçgen şeklinde bir mescit olan bir yapı ve üzerinde havaya atış yapan bir top şeklindedir.

Anıt II.Meşrutiyetin ilan edilişinin üçüncü yıldönümünde 23 Temmuz 1911’de açılmış, Meşrutiyetten çok  İttihat Terakkinin simgesi olmuştur.

31 Mart karşı ayaklanmasında şehit olan 71 asker buraya gömüldüğü gibi, daha sonraları Mithat, Enver, Talat Paşanın mezarları da bu anıtın çevresine yapıldı. 

Abide-i Hürriyet-İstanbul-Şişli

***

Öte yandan Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivlerinde bulunan bir belge, 1908’de Selanik ve İstanbul’un yanı sıra İzmir’e de bir II.Meşrutiyet anıtı yapılmak istendiğini, ancak gerçekleştirilemediğini göstermektedir.

İzmir’e yapılmak istenen anıtın tasarımcısı Reymond Charles Pere adlı, kökeni Fransız olan bir Levantendi.

O yıllarda İzmir’de tanınmış bir mimar olan R.C.Pere Payitaht/İstanbul tarafından da bilinen bir uzmandı.

İzmir’in Konak Meydanındaki ünlü Saat Kulesi’nin mimarı o’ydu.

Zarif saat kulesi 1901 yılında, Padişah II.Abdülhamit’in tahta çıkışının 25.yılını kutlamak için yaptırılmıştı.

O yıllarda ülkenin birçok yerinde Padişahın emriyle birçok saat kulesi inşa edildi. 

O devirde bireysel zaman ölçme gereçleri (kol saati gibi) tekniği yavaş yavaş gelişiyordu. 

Kentlerin merkezi yerlerine herkesin görebileceği yükseklikte saat kuleleri yapmak Avrupa’da da yaygındı 

İnsan hayatında zaman; kapitalizmin gelişmesi, zamanlamalı üretimin artması, savaşta kullanım ihtiyacıyla birlikte gittikçe önem kazanıyordu.

İzmir’deki saat kulesinin yüksekliği 25 mt’dir ve Padişahın saltanat süresi ile de uyumludur. Bahçesine yaptırılan, daha sonra yıkılmış bir şadırvanın da 25 musluğu vardı.

Reymond C.Pere İzmir’in Saat Kulesini doğucul (oryantalist) bir üslupla tasarlamış, Kuzey Afrika ve Endülüs’e özgü sütün başlıkları kullanmış, at nalı biçimindeki kemerlerin arası boşluk kalmayacak şekilde doldurulmuştur.

İzmir Saat Kulesi-1907

***

Padişah II.Abdülhamit emriyle 1901’de İzmir’e yaptığı Saat Kulesi Osmanlı Devlet Erkanı  (ileri gelenleri) tarafından beğenilmiş olmalıydı ki Reymond C.Pere’e İzmir’de yapılmak istenen bir II.Meşrutiyet anıtı ısmarlanmıştı.

Bu istem üzerine nitelikli mimar hemen harekete geçmiş olmalıydı.

R.C.Pere zeminde, Saat Kulesinde olduğu gibi at nalı biçimde kemerleri olan bir yapının üzerine uzun ve kalın bir sütun yerleştirmişti. Sütün ile alttaki yapı arasında, sütunun üzerinde durduğu, çevresi zincirle sarılmış bir kaya bulunuyordu.

Yapının muhtemelen mermerden olması düşünülüyordu. 

Sütunun yanlarına, alttaki yapının üstüne top ve gemi maketleri yerleştirilmişti. 

Sütun ise bir antik başlıkla taçlanmış, onun da üstüne Osmanlı arması konulmuştu.

Tasarımın alttaki yapısı Saat Kulesiyle büyük benzerlikler taşıyordu.

Farklı mimari üsluplardan ögeler taşısa da yeni anıt tasarısının da doğucul yanı ağır basıyordu.

***

Osmanlının yeni yöneticileri, İzmir’e birçok güzel eser kazandırmış R.C.Pere’e böyle bir eser ısmarlamıştı ama devir değişmişti.

Padişahin gücü sınırlanmıştı. Saltanatın ağırlığı istenmiyordu. 

Ülke dağılan, çok etnikli bir imparatorluktan millici bir çizgiye gidiyordu.

Edebiyatta milli duygular şahlanmış, mimaride de milli unsurlarının aranması doğaldı.

Mimar Muzaffer Bey’in İstanbul’a yaptığı Abide-i Hürriyet anıtı, eskiden izler taşısa da açıkça millici bir görüntü veriyordu.

Oysa Padişah II.Abdülhamit’in varlığını zarif bir tasarımla gösteren İzmir Saat Kulesindeki üslubun yansıması İzmir’in tasarlanan  II.Meşrutiyet anıtı projesinde de vardı. 

Farklı üslupları bir arada kullanan eklektik biçimleme belirgindi.  

Üstelik Padişah ve 1908’den itibaren iktidarın yeni sahibi İttihat ve Terakki birbirine ölesiye düşmandı. 

Zaten İttihatçılar, başlangıçta yeni toplumsal çözümler üretmekten çok politikalarını yalnızca II.Abdülhamit’e karşıtlık olarak oluşturmuşlardı.

Belki de kağıt üzerinde çok alımlı görünen ve İzmir’in merkezi bir yerine dikilmiş olsa kente başka bir güzellik katacak, öyle ya da böyle özgürlük andıracak böyle bir anıtın yapılmasına bu gibi etkenler engel oldu.

İzmir’in Hürriyet/Özgürlük anıtı yapılmadı.

İzmir’de yapılamayan Hürriyet Anıtı 

****  

Peki İzmir’e simge olan Saat Kulesi tasarlayıp yapan ve II. Meşrutiyeti unutturmayacak, anıtta “kayayı saran zincirlerin kırılmasıyla”, muhtemelen “özgürlüğü” simgeleyecek bir anıt tasarlayan ama projesi gerçekleştirilemeyen bu Reymond Charles Pere kimdi?

Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesinden Doç.Dr.Can Berkant’ın kapsamlı araştırmasından R.C.Pere’in 1854, Fransa doğumlu olduğunu, İzmir’e bir süreliğine öğretmenlik yapmak üzere geldiğini, bu sırada tanıştığı Anais Russo adlı İtalyan asıllı Levanten bir hanıma aşık olduğunu, Fransa’ya dönmesine rağmen Anais’le evlenmek için İzmir’e geri döndüğünü, evlendiğini ve bu güzel kente yerleştiğini öğreniyoruz.

Değerli yazar dostumuz Bülent Şenocak’ın belirttiği gibi Levantenler, uzun yıllar ve o dönem İzmir’in ticaret, kültür, sanat yaşamına büyük katkılarda bulunan İngiliz, Fransız, İtalyan, Hollanda asıllı kişilerdi.

“Ne Avrupalıydı onlar ne Asyalı” değil, “hem Avrupalı hem Asyalıydılar”!

Fransa’da aldığı kısa süreli mimarlık eğitiminin yanı sıra, bir yapı ustasının oğlu olması nedeniyle olsa gerek, çekirdekten yetişme bir mimar, yetenekli bir çizimci, bir tasarımcı olmuştu R.C.Pere.

Güzel işler çıkardığı İzmir’de kısa sürede tanındı. 

Kurduğu mutlu aile yuvasında on evladı oldu.

Beşinci çocuğu, kızı Marie’nin sonraları evlendiği, yine İzmir doğumlu Eduard Balladour yıllar sonra Fransa Devleti’nin 1980’li yıllarda Ekonomi Bakanı, 1990’lı yıllarda Başbakanı olacaktı.

Mimar Reymond Charles Pere

***

Reymond C.Pere İzmir’in simgesi olan, 1901 yılında yapılan Saat Kulesinin mimarı olmakla birlikte, 1908’de yaptığı ama gerçekleştirilemeyen, adının, İstanbul’daki gibi  “Hürriyet Abidesi/Özgürlük Anıtı” olması olası eserin tasarımcısıydı.

Böyle yaratıcı kişiler tabii ki boş duramaz.

Bugün İzmir’in Karşıyaka’sında halkın Kilise Sokağı dediği yerdeki St. Helen Kilisesi de onun eseridir.

Pere, bu kiliseyi o zamanlar Avrupa’da eski gelenekleri yeniden canlandıran akıma uygun “Neogothic” tarzda, dikey ögelerin ve yüksek pencerelerin yapıda başat olduğu bir biçimde tasarlamıştı.

Kilise, “Nicola Aliotti” adlı Karşıyakalı Levanten, Katolik bir hanımın bağışlarıyla gerçekleştirilmişti.

Azize, St. Helana’ya adanmıştı dinsel yapı.

St. Helena Kilisesi-İzmir-Karşıyaka

***

St.Helena, Doğu Roma/Bizans İmparatorluğunun kurucusu ve Hıristiyanlığı kabul etmiş ilk İmparator olan I.Konstantinos’un annesiydi.

I.Konstantinos, Bizans’ı/İstanbul’u kurduğu yeni devlete başkent seçmiş, hemen ardından kent “Konstantinopolis=Konstantin’in Kenti” olarak anılmaya başlanmıştı. 

Osmanlı döneminde de kent adı Arap harfleriyle “İstanbul”, Latin harfleriyle “Konstantiniye” yazılmış, günlük hayatta her iki isim de kullanılmıştı.

Atatürk’ün 1928 Harf Devriminden sonra kent adı İstanbul olarak kalıcılaştı.

İşte bu I.Konstantin’in annesi olan Helana, Hz.İsa’nın  kutsal emanetlerini Kudüs’te toplayıp saklayan kadın olarak Hıristiyan camiası tarafından Azize mertebesine yükseltilmişti.

Naaşı Roma-Vatikan’dadır.

İzmir’i kendine yurt edinen Fransız asıllı R.C.Pere’in; Karşıyakalı varlıklı Levanten Nicola Aliotti’nin parasal giderleri karşılamasıyla yaptığı kilise işte böyle tarihsel bir geçmişe sahip, İmparator annesi  Azize Helana adınaydı.

Pere’in damadı, daha sonraları Fransa Başbakanı olacak Eduard Balladur, bebekliğinde bu kilisede vaftiz olmuştu. 

İzmir-Karşıyaka doğumlu Fransız Başbakanı Eduard Balladur

****

Verimli mimar Reymond C.Pere İzmir’e birçok eser bıraktı. 

İzmir’in en eski kilisesi, 1625 yılında yapılmış Aziz/St. Ploykarp kilisesinin iç resimli boyamalarını/fresklerini de o yapmıştı.

Hz.İsa’nın havarilerinden Yuhanna’nın öğrencisi olan St.Polykarp  (İ.S.69-155), Roma İmparatoru  Marcus Aurelius zamanında, çok tanrılı Roma dinine karşı sayıları gittikçe artan Hıristiyanları sindirmek amacıyla; rehber Burak Sansal’ın verdiği bilgiye göre çok yaşlı, 86 yaşında olmasına karşın Smyrna/İzmir’de Pagos/ Kadifekale eteklerindeki tiyatroda diri diri yakılmıştı.

O zamanlar egemen Roma Devleti kendine karşı olanları, bakır bir kap içine koyuyor, cayır cayır yakıyordu.

Aynı zamanda bir filozof olan İmparator Marcus Aurelius İ.S.176 yılında Smyrna/İzmir’e gelmiş, Smyrnalı söylevci/orotor Aelius Aristides’in (İ.S.117-181) anlamlı konuşmasından çok etkilenmiş, ertesi yıl yaşanan korkunç depremle yıkılan İzmir’i, yine Aristides’in yazdığı dokunaklı bir mektubu önemseyerek yeniden ayağa kaldıracak maddi yardımda bulunmuştu.

St.Polkarp, inancı yüzünden Romalılar tarafından yakıldığı zaman konuşma ustası ünlü Aristides 38 yaşında olmalıydı.

Tarihin bir dönemi, olumlu olumsuz olaylarla, Macus Aurelius gibi bir filozofu, Aristide gibi bir yazar ve söylevciyi, Aziz Polikarp gibi bir inanç kurbanını İzmir’de buluşturmuştu.

R.C.Pere’in St.Polikarp kilisesinin iç duvarlarına yaptığı resimlerin bir yerine kendinin ve kızı Marie’nin suretini işlediği söylenir.

İzmir-St.Polikarp Kilisesi ve duvar süslemeleri

***

İzmir’in Karantina semtinde Köprü Camisi yakınındaki Ayşe Mayda Köşkünün de Reymon C.Pere tarafından yapıldığı bildiriliyor.

1895-1907 yılları arasında Osmanlının İzmir Valisi olan Mehmet Kamil Paşa tarafından oğlu Sait Paşa için Mimar R.C.Pere’e yaptırılan köşk, o zamanlarda çok popüler olan,  hareketli ve kıvrımlı çizgiler içeren süslemeli “Art Nouveau=Yeni Sanat” üslubunda tasarlanmış ve yapılmıştı.

Köşk daha sonra, Türkiye’nin ilk diş hekimi olan Ayşe Mayda’nın (1916-2021) babası tarafından satın alınmıştı.

Değerli gazeteci ve yazar Yaşar Aksoy’un anlatımıyla Ayşe Mayda: “ Hoşgörülü Osmanlı’dan devrimci cumhuriyete dönüşen ve hızla batılılaşan ama otantik değerlerini de koruyan “İzmir’in kendine özgü seçkin ve soylu burjuvazisinin”, aristokrat havalı ama aynı zamanda halkla iç içe olabilen bir sevimli prensesiydi… Ünlü nakliyeci, üzüm-incir işletmesi de olan Hamalbaşı Salih Ağa’nın kızıydı..”. “Büyük bir hayvanseverdi.”

Ayşe Mayda Köşkü-1930’lar - İzmir-Mithatpaşa

***

Mimar, tasarımcı Reymod C.Pere bu eserlerinin yanı sıra, günümüze kalmış, kalmamış birçok yapı tasarlamış, kimilerinin çizimi günümüze ulaşabilmiş.

Müslüman olsun, Levanten olsun İzmirlilerle kurduğu yakınlık, Osmanlı ve Cumhuriyet yöneticileriyle saygılı ilişkileri Reymond C.Pere’in olgun bir kişiliğe, üstün bir yeteneğe, zamanını iyi yorumlayan anlayışa sahip olduğunu gösteriyor.

Az da olsa eserleri İzmir’de bir inci gibi parlıyor. 

Reymon C.Pere’e ait desenler - İzmir

***

Bülent Şenocak’ın bildirdiğine göre Reymon Charles Pere 1929’da aniden öldü. İzmir-Kemer’deki Hıristiyan mezarlığına gömüldü. 

Ölümünün ardından ailesi Fransa’ya döndü. 

Kemer’deki mezarlar ise 1980 yılında Belediye’nin yaptığı yol çalışmaları sırasında Karabağlar’a nakledildi. 

Bu nakliye sırasında, geride “Saat Kulesi” gibi İzmir’e simge olmuş bir yapı, “Ayşe Mayda” köşkü olarak tanınan görkemli bir konut, Karşıyaka-St.Helana Kilisesi gibi dinsel bir bina,  “Hürriyet Abidesi=Özgürlük Anıtı” gibi unutulmayacak bir tasarım bırakan R.C.Pere’in mezarı kayboldu.

Tarih bilinmezse; kent tanınmazsa; eserlere, sanatçı ve bilge kişilere sahip çıkılmazsa; zaman yaşanmışlıkların üzerine döktüğü tozla, var olanın bile anlamını unutturuyor.

Oysa insanlık “kültür” dediğimiz birikimi yaşatmakla insan oldu.

Reymond C.Pere’e ait çizimler-  Aydın

***

İzmir’in suyunu içmiş, ekmeğini yemiş, körfezinin dalgalı suları kıyısında dolaşmış, imbatın martılarıyla oynaşmış, deniz kokan kızını sevmiş, ondan evlatlar edinmiş, geride tamamlanmış tamamlanmamış eserler bırakmış bu sıradışı kişiyi İzmir neden unutsun ki?  

Günümüzde keşke İzmir, Ankara’da Cumhurbaşkanlığı Arşivinin sessiz bir köşesinde bekleyen “Hürriyet Abidesi=Özgürlük Anıtı”na yeniden sahiplenebilse. 

Tarihimizin önemli bir anını simgeleyen bu anıt tasarısına can verip, her zaman “Özgürlük” düşüncesine sahip çıkmış kentin en seçkin köşelerinden birinde çağdaş İzmir’le kucaklaştırabilse.  

Kültür insanlığını maddi manevi birikimi, toplumsal ilerlemenin mücevher taşıdır.

Sefa Taşkın

15.09.2023

Dikili-Bergama-İzmir