“İzmir’in Damında” zehirler gezer: Efemçukuru!

KONUK YAZAR | Bergama eski Belediye Başkanı Sefa Taşkın, Cumhuriyet Ege için yazdı...

İZMİR / Cumhuriyet

Kışın poyrazın yazın imbatın kollarında dalgalanıp duran İzmir Körfezi’nin Karşıyaka kıyılarından güneye doğru bakıldığında, sabahları açık mavi, akşamüstleri mor rengi alan koca bir dağ kütlesi görülür.

Konar göçer Türkmen aşiretlerinin 15.yüzyıldan itibaren yerleştiği bu dağlara Kızıldağlar denilmiş.

Adını Türklerin burada kurduğu ilk köylerden, “Kızıldağ Köyü”nden almış.

Herhalde güneşin, İzmir Körfezi ufkunda kıpkızıl batışından esinlenmiş olmalılar!

Belki de zamanında zorunlu iskana karşı çıkan Türkmen kadınların başlarına sardıkları kırmızı çatkıdan!  

Bura adı antik çağdaki Mastusia imiş.

Çatalkaya

***

Kızıldağlar’ın Körfeze bakan iki iri kütlesini çatala benzetir İzmirliler. 

Çatalkaya derler. 

Kimileri bu ikiz yükseltinin kuzeyden görünüşünün iki kadın memesini andırdığını söyler.

Çatalkaya’nın çevesinde, İzmir’in Menderes, Karabağlar, Urla, Narlıdere, Güzelbahçe, Seferihisar gibi ilçelerinin ortasındaki engebeli topraklar Kavacık, Gödence, Çamtepe, Efemçukuru gibi köylerin bulunduğu cennet parçasıdır sanki.

Buradan bakıldığında Ege’nin incisi İzmir’in görünüşü eşsizdir. Köylüler “İzmir’in damı” derler bu yöreye.

****

Denizden 850 mt yükseklikte bulunan Kavacık, iri taneli mor-kara rengiyle pek beğenilen ünlü üzümlerin yetiştiği, her yıl birçok konuğun katıldığı bağ bozumu şenliklerinin yapıldığı köydür. 

İzmir pazarlarında kapış kapış satılır üzümleri.

Bu çeşit asma fidanlarının bir zamanlar Fransa’dan geldiği söylenir.

Kavacık Üzümü

Gödence ise doğa kokan zeytinyağlarıyla ünlüdür. Meyvesinin suyunu insanlarla paylaşan zeytin ağaçları koyu yeşil yapraklarıyla yamaçların süsüdür. Gödence zeytin yağlarının ünü çoktur.

Çamtepe ise soğuk pınarları, bol sularıyla tanınır.

Efemçukuru ise çete savaşlarına uygun konumu itibariyle Batı Anadolu’nun emperyalist güçler tarafından işgalinde efelere yataklık yapmış bir yerdir. Düşman ele geçirememiş burayı.

Yöre, güzel İzmir’in Çeşme Yarımadasına uzanan kıyı şeridindeki     varlıklı ailelerin oturduğu Narlıdere, Güzelbahçe gibi yerleşimlere neredeyse 10 km uzaktır.

Seferihisar-Çamtepe köyü

***

Efemçukuru şimdi yöresinde işletilen altın madeniyle tanınıyor.

Kollarıyla Türkiye’nin her yanını saran “Siyanürcü Ahtapot” bu cennet toprakların da kanını emiyor.

TÜPRAG adlı siyanürcü şirket aldığı tartışmalı izinlerle  Efemeçukuru’ndaki madeni 2011 yılından beri işletiyor.

“Cevherde”, yani  içinde altın olan toprakta/öğütülmüş kayada ortalama bir tonda 7,31 gr/ton altın, 10,6 gr gümüş var.

Projede yılda 3 ton altın elde etmeyi planlanmış.

Anlaşılan oldukça zengin bir altın cevher damarı var burada. 

Tabii onlarla birlikte tonlarca kurşun, arsenik, kadmiyum gibi zehirli ağır metal.

Ne kadar çok altın, o kadar çok zehir!

Yalnız İzmir’in değil tüm Türkiye’nın en iyi çevreci ve hukukçularından Ali Arif Cangı’nın köylülerden dinleyip aktardığına göre; Padişah bir yabancıya Efemçukuru’nda maden araması için izin vermiş. 

Yabancı buradan çıkardığı altınları çuvallara yükleyip develerle İzmir’e, oradan yurt dışına götürürmüş.

 Bir gün çuvallardan biri deveden düşmüş ve altınlar etrafa saçılmış. Tepki göstermiş altınlarımız elden gidiyor diye köylüler. Ardından Padişah verdiği izni iptal etmiş.

Yani Efemçukuru’nda  “altın madeni” olduğu çok eski yıllardan beri biliniyormuş.

Gene de Padişah verdiği yanlış karardan dönmüş.

***

Peki bu altın madenini, çokuluslu şirketlerden birinin malı olan bu TÜPRAG nasıl işletiyor.

Diğer birçok madenin aksine Efemçukuru’nda altın elde etmek için “siyanür” kullanılmıyor.

Ancak başka zehirli canavarlar var!

Altınlı cevhere ulaşmak için toprak kazılıyor, galeriler/tüneller açılıyor. 

Altın/gümüş içeren cevhere ulaşmak için üstteki “pasa” denen, madencilere göre işe yaramayan, ekonomik olmayan toprak alınıyor, bir yere yığılıyor. Buna depolama deniyor.

Altınlı cevher maden sahasında kurulmuş işletmede yapılan havuzlarda, çökeltme (filatasyon, sedimantasyon) denen yöntemle suyun içine bırakılıyor.

 Su ile birlikte çeşitli kimyasallarla defalarca yıkanıyor. 

Çökelen, “dore” denen altın-gümüş karışımı, daha sonra rafine edilmek üzere havuzdan alınıyor.

Her ne kadar çökelen altın toplansa da geride kalan çamur içinde az miktarda altın-gümüş bulunuyor. 

Bu az miktardaki değerli metalden vaz geçilmiyor.  “Siyanür” kullanılarak bu altını elde etmek üzere atık/kurutulmuş çamur bir başka tesise gönderiliyor.

Zehirli ağır metalleri de içeren bu tonlarca atık kamyonlara yükleniyor, söylendiğine göre İzmir limanından Çin’e naklediliyor!

Daha önce bu atıkların işlenmek üzere Uşak-Eşme-Kışladağ’daki, yine TÜPRAG adlı siyanürcü şirkete ait bir altın madeni/işletmesine gönderilmek istendiği, ancak her nedense bunun gerçekleştirilmediği bildiriliyor.  

Bilindiği gibi Uşak’taki altın madeni nerdeyse bir siyanür cehennemine dönüştürülmüş durumda.

Projeye göre; çökeltme (filatasyon, sedimantasyon) yöntemi ile içindeki altın alındıktan sonra geride kalan zehirli atıklar da güya susuzlaştırılıyor.

İçindeki suyun akıtılması ya da kurutulması sağlanıyor.

Bu kuru, zehirli toprağın bir kısmı çimento ile karıştırılarak sıkılaştırılıp, yeraltında cevher çıkarılan boş galerilere/tünellere dolduruyor, bir kısmı da bir yerde depolanıyor.

***

Madeni işleten TÜPRAG’ın anlattığı ilgili TC. Kurumlarının denetlemekle görevli olduğu işletme öyküsü bu!

Tabii ki bu süreç hiç de masum değil.

Bir kez sayılar devamlı değişmiş.

Kapasite, yani toplam işlenecek cevher miktarı arttırılmaya çalışılmış.

Yılda 600 bin ton cevher işletilip 3 ton altın alınacak işletmede önce, kapasite 2011 yılında 2.5 milyon ton cevher olarak bildirilmiş.

Bu sayı yörede yaşayanları ve çevrecilerin ısrarla karşı çıkmalarına rağmen 2012 yılında 5,5 milyon tona, şimdi de 8,5 milyon tona çıkarılmış.

Bu miktarlar daha çok altın elde etmek için arttırılmış.

 Ancak bu yerden daha çok toprağın kazılması, zehirli maddeler içeren daha çok “pasa”, (içinde zehir olabilecek değersiz toprak) ve zehirli atık demek.

Öyle üç beş kg değil tonlarca, milyonlarca ton zehir.

Bunun anlamı “İzmir’in damı”,  İzmir’in tepesinde binlerce ton zehir demek.

Binlerce konutun bulunduğu, on binlerce insanın yaşadığı Narlıdere, Güzelbahçe, Balçova, Urla gibi yerleşimlerin sırtında zehirli bir yükün varlığı demek.

Üstelik bu yer 3 milyonluk İzmir’in merkezine 20 km uzak.

Zehirler İzmir’e risk, altınlar TÜPRAG’ın kasasında, Siyanürcü Ahtapotun kollarında.

Efemçukuru Zehirli Altın Madeni ve İşletmesi

***

Peki nedir bu riskler!

“Pasa” denen ekonomik olmayan toprak; işlenmiş cevher atıkları; galerilere, tünellere konulsa, yer altına gömülse, bir alanda depolansa da zehirlidir.

Atıkların çamur halinde bırakıldıkları yerden sızan zehirli suların, üzerine yağmur yağdıkça eriyen zehirli bileşiklerin yeraltı sularına karışıp insanlara ve diğer canlılara ulaşması felakettir.

Bu atıklarda ve onlardan sızacak sularda bulunan başta “Arsenik, Kadmiyum, Kurşun” gibi ağır metaller kendi başlarına korkunç birer zehirdir, öldürücüdür.

Arsenik fare zehridir.

Üstelik bu zehirli ağır metaller insan vücuduna az az girip biriktiklerinde kansere yol açar.

Bununla birlikte yöre doğrudan olası büyük deprem kuşağındadır.

Buraya 30-40 km uzaklıktaki Ege Deniz’inde, Sisam adasındaki depremin İzmir-Bayraklı’da verdirdiği kayıplar daha belleklerden silinmedi.

Urla’dan kıyı boyunca İzmir merkeze giden fay hattı yıkıcı depremlere gebedir.

1888 yılında bu fay hattında oluşan şiddetli depremin hemen yakında, İnciraltı’ndaki Sancakkale’yi denize gömdüğü, yerin çöktüğü hatırlardadır.

Deprem hem çökeltme havuzlarını yıkabilir hem de yer kırıkları zehirlerin canlıların içme sularına karışmasına neden olabilir

İzmir-Balçova’da depremle oluşmuş yer çatlakları-Yanda Çatalkaya

***

Efemçukuru Zehirli Altın Madeninin çevreye ve insana verebileceği zararlar üzerine yörede yaşayanlar ve çevreciler bu madenin işletilmemesi/durdurulması için yargıya başvurdular.

Zehircileri dava edenler arasında, Avukatı Ali Arif Cangı ile birlikte, Efemçukuru köyünde yaşayan ve toprağını Zehirli Maden Şirketine satmamakta direnen, keçi çobanı Ahmet Karaçam’da vardı.

Çevre dostu gazeteci Özer Akdemir konuyla ilgili sayısız haber ve belgesel yaptı. Kamuoyunu bilgilendirdi.

EGEÇEP (Ege Çevre ve Kültür Platformu), İzmir Tabip Odası, TMMOB Çevre Mühendisler Odası; İzmir Barosu gibi kamu yararına görev yapan kuruluşlar konuyla ilgili girişimlerde bulundular.

Birçok hukuki kararla proje durduruldu, işletme sonra yeniden açıldı.

Uygulanmazlık kararlarına rağmen,  bu kararlar geçersiz kılınarak, kararların etrafından dolanılarak maden işletildi,  kapasitesi arttırıldı ve çalışmalar sürdü, sürüyor.

Bu bağlamda açılan hukuki davaların birinde, İzmir 1.İdare Mahkemesi kararı ile 2015 yılında hazırlatılan “bilirkişi raporu” ve ilişkin bilimsel değerlendirmelere, olumsuz verilere rağmen bu zehirli madenin işletilmesi dikkat çekicidir.

Mahkeme tarafından tayin edilen akademisyenler: Çevre Mühendisleri Doç.Dr.Alper Elçi ve Doç.Dr. Görkem Akıncı, Jeoloji Mühendisi Doç.Dr.Celalettin Şimşek’in hazırladığı ve Mahkemeye sunduğu, 28.01.2015 tarihli 107 sayfalık “Bilirkişi Raporu” ibretliktir.

İzmir 1.İdare Mahkemesi tarafından hazırlattırılan 107 sayfalık Bilirkişi Raporu

***

Bilirkişi raporunun işaret ettiği riskler dehşet vericidir:

“Raporun hazırlanması için Bilirkişiler tarafından maden sahasında yapılan ölçümlerde mevcut Pasa (ekonomik olmayan toprak/atık) sahası örneklerinden hepsinde ve aynı zamanda yan kayaç doğal toprak örneğinde “Arsenik, Brom, Kadmiyum, Klor, Bakır, Kurşun, Nikel, Mangan, Çinko ve hatta cıva” “Dünya Yer üstü Toprak Ortalama” değerlerinin üzerindedir.”

Yani yörede içinde altın olsun olmasın, doğal zemin bile birçok zehir içermektedir.

İçindeki altın/gümüş alındıktan sonra depolanan ve çamuru kurutulmuş Katı Atıklarda; Potasyum, Magnezyum, Demir Oksitlerin yanı sıra Arsenik, Skandiyum, Kurşun, Çinko, Bakır gibi mineraller de yine dünya ortalamasından fazladır. Özellikle Kadmiyum ve Bakır çok yüksektir.

Yani maden sahasında bir yere depolanan/depolanacak milyonlarca ton atık zehirlerle doludur.

Pasanın (cevheri almak için kazılan altınsız toprağın) konulduğu/konulacağı (depolama) alanı yaklaşık 19 (2012’de 12)  hektardır (190 dönüm). 

Altın çıkarıldıktan sonra geride kalan Kurutulmuş Atıkların konulacağı yer de yaklaşık 25 (2012’de 16) hektardır (250 dönüm).

Toplam 440 dönüm. Yaklaşık 63 futbol sahası.

Bu depolama alanları çok geniştir.

Bu kadar geniş alanla zehirli malzemeyle kaplıdır.

Toplamı 8.5 milyon ton olacak zehirli maddeleri içeren pasa ve kuru atığın depolandığı alanın bu kadar geniş olmasının yanı sıra depolanan malzemenin yüksekliğinin, taban ve yamaç eğiminin çok önemli olduğu ve çok dikkatle izlemesinin gerekli olduğu açıktır.

(Erzincan-İliç Siyanürlü Altın Madenindeki açık ocaktaki zehirli cevherin ve atıkların nasıl kaydığı, ne büyük bir felakete yol açtığı gözler önündedir.)

Erzincan-İliç Siyanürlü Altın Madeni felaketinde kırılmış zehir boruları

Depolama alanlarında (zehirlerin yeraltı sularına geçmesini önleyecek) “taban sızdırmazlık” tabakalarının yeterli olmayacağı görülmüştür.

Depolama alanlarında geçirimsizlik için kullanılacak “astar” bir koruma sağlamayacaktır.

Altının cevherden çökeltilmesi (filatasyon-sedimentasyon) sırasında suya katmak üzere tonlarca zehirli bakır, sodyum bileşikleri kullanılacaktır.

Bunların her biri oluşacak çevre kirliliğinin bir başka nedenidir.

Yeraltı suyunun akış yönü yörede, hemen yakındaki Kokarpınar Deresine doğrudur. (Zehirler yeraltı sularına karışırsa doğrudan dereye, dolayısıyla canlılara ulaşacaktır.)

Toprağı sık sık depremle sarsılan zemini oynak bir yerde cevher çıkarmak için tüneller/galeriler kazarak, böylece yeraltı sularının aktığı güzergahın dengesinin bozulması kesindir.

Maden sahası yeraltı sularını etkileyecek kadar çok Sülfür (bir başka zehir) minareleri içermektedir.

Madenin çalıştığı, Bilirkişilerin inceleme yaptığı günlerde (2015’de), cevher çıkarılan dereye yakın yerlerde ve derede, yeraltı sularında yapılan ölçümlerde Arsenik ve Kurşunun yanı sıra özellikle zehirli Mangan ve Demirin yüksek miktarda arttığı saptanmıştır.

O zamandan bu zaman işletilen madende bu zehir miktarları kim bilir ne kadar çoğalmıştır!

Altının topraktan çökeltildiği (filatasyon, sedimentasyon) havuzlarda, olağanüstü yağış geldiğinde havuzların taşması, havuzlar arasındaki boruların kırılması sonucu kirli suların yakındaki Kokarpınar Deresine doğru akması riski karşısında hiçbir önlem düşünülmediği, bu riskin dikkate alınmadığı görülmüştür.

Siyanürcü TÜPRAG şirketinin Uşak-Kışladağ siyanürlü altın madeni

***

Efemçukuru Zehirli Altın Madeninin bulunduğu yer konumunun, işletme yönteminin taşıdığı ölümcül risklerin yanı sıra yörenin İzmir ve çevresinin su ihtiyacını karşılayan, karşılayabilecek su havzalarının ortasında bulunması başlı başına bir tehdittir.

Yeraltı sularının ve civardaki derelerin kirlenme riskiyle beraber bu bölgede bulunan ve yapımı tasarlanan barajlara ulaşabilecek zehirler durumu daha da vahimleştirmektedir.

Durum gerçekten kötüdür.

Gazeteci Özer Akdemir’in verdiği bilgiye göre, 2016 yılında “Efemçukuru Köyünün kuyuları ağır metal kirliliği nedeniyle mühürlendi. 

İZSU (İzmir Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon İdaresi Müdürlüğü) Köye 1.5 yıl tankerlerle su taşıdı.

Maden civarındaki köylülerin onlarca koyunu, keçisi, atı, yöredeki derelere karışan kimyasallar nedeniyle zehirlendi, öldü...”

Efemçukuru-Zehirli Altın Madeni İşletmesi

***

Efemçukuru Zehirli Altın Madeni İzmir metropolünün su ihtiyacının %40’ını karşılayan mevcut Tahtalı Barajının su toplama havzasının uzun mesafe koruma alanıyla sınır sınıradır. 

Yine Efemçukuru zehirli madeninin İzmir’in su ihtiyacını karşılamak için yapılması tasarlanan bir diğer Çamlı Barajının “kısa mesafeli koruma alanı” içinde, bu baraja su getirecek Çamlı Deresinin barajının “mutlak koruma mesafesi” içinde olması Efemçukuru zehirli madeninin varlığına aykırıdır.

İzmir-Menderes-Tahtalı Barajı

Maden Kanuna ilişkin, 28 Ekim 2017’de Resmi Gazetede yayınlanan “İçme- Kullanma Suyu Havzaların Korunmasına  Dair Yönetmelikte”, önceden “orta ve uzun koruma mesafeli” alanlarda da çevreyi kirletecek “madencilik faaliyetlerine” izin verilmezken  bu kısıtlama “kısa ve mutlak koruma mesafesinde bulunan” madenlere” indirgendi.

Yani birçok yerde zehirli madencilerin işi kolaylaştırıldı. Zehirli madenler su havzalarına daha da yakınlaştırıldı.

Ancak bu yönetmelik değişikliği, yapımı çok önceden tasarlanmış Çamlı Barajının burnunun dibindeki Efemçukuru Zehirli Altın Madenini kurtarmıyor.

Madenlerle ilgili Yönetmelikte buyrulduğu gibi “baraj yapılacak yerlere “kısa ve mutlak koruma mesafesinde, yani çok yakın bulunan” madenlerin işletilmesi kesinlikle yasaktır.

Tasarlanan Çamlı Barajı ve Çamlı Deresi TC.Maden Kanununa bağlı Yönetmelikte tanımlanan bu yasak kapsamındadır.

Yani Çamlı Barajına gelecek ve burada biriktirilecek sular Efemçukuru Zehirli Madeninin tehdidi altında olacaktır.

Yukarıda söz edilen, Efemçukuru madeninin taşıdığı  riskleri anlatan 2015 yılı tarihli Bilirkişi Raporunda da bu “Çamlı Barajı yapılırsa mevcut durum (yani madenini işletilmesi) gözden geçirilmelidir”, deniyor.

28.10.2017 günlü Resmi Gazete

***

İzmir bölgesine yılda 12 hm3 su sağlayacak Çamlı Barajının yapımı, muhtemelen bu durumun farkında olan Siyanürcü Ahtapot ve onunla iş birliği yapan Zehirli Maden sevicileri tarafından 2000’li yıllardan beri engellendi.

Ya da bazı önünü göremeyen teknisyenler ve onlara uyan Büyük, Küçük Yerel Yöneticiler, yeni yapılan Gördes Barajının İzmir’in su ihtiyacını karşılayacağı düşüncesi ve kararıyla Çamlı Barajını yaptırmadı ve dolayısıyla Efemçukuru etrafa zehir saçmaya devam etti, ediyor.

Bu yöneticiler, Çevrecilerin yoğun karşı uyarısına karşın Efemçukuru Zehirli Altın Madenini yaptırmayacak iradeyi kullanmadı!

Oysa İzmir’e su getireceği sanılan Gediz Barajında, nedeni hala tartışılan su kaçağı var, baraj yeterli su tutamıyor ve elan İzmir’e umulan miktarda su gelemiyor.

Şimdi zorunlu olarak görüldü ki Çamlı Barajının yapılması elzem, elzemmiş!

İzmir’e su sağlayan dibi delik olduğu iddia edilen Manisa-Gördes barajı

****

Tabii ki “Siyanürcü Ahtapot”, zehirli altın madencileri bir yerde altın buldu mu ondan vaz geçmiyor. 

Ve her zaman kendileriyle iş birliği yapan yerliler buluyor.

Çamlı Barajı yapılsaydı, yapılırsa “Efemçukuru”ndaki Zehirli Altın Madeni” çalışamazdı, çalışamaz.

Yani baraja Efemçukuru’nun zehri akardı, akabilir.

Çünkü maden bu barajın su havzasının, su toplanacak alanın “mutlak ve kısa koruma mesafesi” içinde.

Maden Kanununa göre durum böyle.

Bir yanda İzmir Büyükşehir Belediyesi sınırları içinde yaşayan yüzbinlerce insanın yaşamı, bir yanda Siyanürcü Ahtapotun  bir kolunun elde ettiği altının yanında zehir üreten işletme.

Oysa Anayasamızın 56.Maddesinin hükmü açıktır: “ Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşamak hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek ve çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşın ödevidir.”

Efemçukuru

***

Yaşadığımız zaman dilimi içinde Dünya’da ve ülkemizde iklim değişikliği, yağışların azalması, kuraklık yeraltı ve yer üstü sularının azalmasına neden oluyor.

Barajlar boşalıyor. Kuyular kuruyor.

Bu bağlamda uzun vadeli gelişmeleri değerlendirmeyen, göremeyen, görmeyen Genel ve Yerel yöneticiler ne yazık ki İzmir’in Çamlı Barajını yapamadı, yapmadı, yaptırmadı ya da yaptırılmadı.

Ve İzmir’e içme suyu sağlayacak bu baraja su getirecek alanın toprağını zehirle kirleteceğini ve yeraltı sularına zehir karışabileceğini fark edemedi, ettirilmedi, göz ardı ettirildi.

Şimdi bu baraja ihtiyaç var.

Hem de mutlak şekilde.

Son zamanlarda, su kıtlığı nedeniyle Yetkililer Çamlı Barajının yapımı konusunda niyetli gibi görülüyor.

Çevre Orman Bakanlığının Çamlı Barajı yapımı için yasa gereği “Çevre Etki Değerlendirme” ÇED dosyasının yürütülmesi kararını aldığı, bunun için 21.02.2024 günü “İnceleme Değerlendirme Kurulu” (İDK) toplantısı yapıldığı bildiriliyor

Bu konunun son muhatabı ve İzmir Büyükşehir Belediyesi ve onun konuyla ilgili kurumu olan İZSU’dur. Suyu kullanacak o’dur.

Durumu İzmir’in yöreyle ilgili Yerel Yönetimleri gözden kaçırmamalı, Efemçukuru Zehirli Altın Madeninin saçacağı tehlikelerden halkını korumalıdır.

Toprakta biriken, yeraltı sularına karışma riski olan Arsenikli, ağır metalli kirleticilerin tonlarca olduğunu göz önünde bulundurulmalıdır.

Tekrarlamakta fayda vardır: Arsenik’in “fare zehri” olduğu unutmamalıdır.

***

Çatalkaya eteklerinde İzmir-Narlıdere sahili

Bu bağlamda Efemçukuru Zehirli Altın Madeninin işletme sahasını genişletmek, kapasite arttırılmasını sağlamak için yapılan girişimlere göz yumulamaz.

Zehirler bakidir. 

Bu madenin toprağın yapısın bozduğu, zehirlediği kanıtlıdır.

Zehirli atıklar diz boyudur.

Hemen yakında Karabağlar, Narlıdere, Balçova, Urla, Seferihisar, hatta Menderes ilçeleri tehdit altındadır.

O maden orda çalıştıkça, Çamlı barajı yapılsa bile zehir baraj suları içine sızacaktır.

On binlerce ton zehirli atığı yer üstünde tutarak, yeraltına gömerek, tünellere/galerilere tıkayarak yüz binlerce insanın yaşadığı bölgenin tepesinde “demokles”in kılıcı gibi, her an başa saplanacak durumda tutmak akıl karı değildir.

Hem Efemçukuru Zehirli Altın Madeni çalışsın hem İzmir halkı yararına Çamlı barajı yapılsın denklemi oluşamaz.

O halde: “Zehir mi, insan mı”?

Tabii ki insan!

Karar verirken hiç kimse vebal altında kalmamalıdır!

İzmir’de, Efemçukuru Zehirli Altın Madeni derhal kapatılmalı, Çamlı Barajı yapılmalıdır.

Not: İzmir halkının canının emanet edildiği Efemçukuru Zehirli Madenini işleten TÜPRAG şirketinin sahibi Amerikalı EL DORADO şirketinin dünyadaki kirli işlerini bir dahaki yazıda anlatacağız!

Sefa Taşkın

13.03.2024

Bergama-İzmir