İzmir'de Gazi Umur ve Europium 152
KONUK YAZAR | Bergama eski Belediye Başkanı Sefa Taşkın, Cumhuriyet'in Ege'si için yazdı...
cumhuriyet.com.trİzmir anakentinin, günümüzde en hızlı gelişen ilçelerinden biri olan Gaziemir, merkezin güneyinde, 14 km uzağındadır.
Önce güneye, sonra doğuya, Aydın- Denizli yönüne uzanan karayolunun üzerindedir. Batısı ve kuzeyinde, İzmir’in diğer ilçelerinden Karabağlar, doğusunda Buca, güneyinde Menderes/Cumaovası bulunur.
Neredeyse, İzmir’in Büyük ve Küçük Menderes Irmakları havzalarına açılan kapısıdır.
Gaziemir’in ortasındaki Akçay Caddesi boyunca İzmir ekonomisine önemli girdi ve çıktı sağlayan tekstil ve mobilya üretim imalathaneleri, satış mağazaları yer alır. Sarnıç beldesi çevresinde de birçok sanayi kuruluşu toplanmıştır.
Adnan Menderes Havalimanı, Gaziemir Hava Üssü, Yeni İzmir Fuar alanı, Ege Serbest Bölgesi’nin bulunduğu ilçe son yıllarda artan konut yapımıyla da hızla büyümektedir.
Ülkemizdeki yoğun kentleşmenin örneklerinden bir olan Gaziemir’in tabii ki bir de tarihi vardır.
Gaziemire’e eskiden Seydiköy derlerdi.
İzmir’de Türk ve İslam kültürünün önemli temel taşları bu topraklarda döşenmiştir.
1081 yılında Çaka Bey’in İzmir’i fethiyle Türklerin yöreye yerleşmesi Aydınoğulları'yla devam eder.
Uzun yıllar, 1422’de kalıcı olarak Osmanlının yönetimine geçinceye kadar Türklerle Bizanslılar ve Rodos Şövalyeleri arasından el değiştiren İzmir/Smirni’nin bir beldesi olan Gaziemir çevresi, Aydınoğlu Mehmet Bey oğlu Gazi Umur Bey (1309-1348) zamanında bir Türk beldesine dönüşecektir.
Yöreye önce Konya’dan gelen Yörük boyları yerleşir. Peygamber soyundan geldiği söylenen Seyyid Mükremeddin önderliğindeki Türkler yöreye hakim olur.
Önceleri ıssız olan bu beldeye Mükremeddin Efendi, küçük bir tekke olan ve “zaviye” adı verilen, o zamanlar bir eğitim yeri de olan bir din evi kurar. Onunla birlikte gelen Dizdar Hasan Ağa da bir cami ve çeşme yaptırır.
Burada oluşan ve gittikçe gelişen yerleşime, saygın din adamı Seyyid Mükremeddin onuruna Seydiköy adı verilir. Aydınoğulları döneminde Seydiköy, Birgi-Ödemiş gibi önemli bir yerleşim yerine dönüşür.
19.yüzyıl ortalarında inşa edilen İzmir-Aydın demiryolunun ilk istasyonlarından birinin buraya açılması Seydiköy’ün bahtını daha da açar. İstasyona bu hattın en güzel Tren İstasyonu binalarından biri inşa edilir.
Dış ilişkilerin ve ticaretin gelişmesi; zeytin, incir, pamuk ihracatının artması Seydiköy’e, özellikle Ege Adaları’ndan Rum nüfusun göçmesine yol açar. Türk nüfusun ağırlığı azalır.
Beldenin yeni sakinleri olan Rumlar Türk geleneklerine uyar, Seydi Baba Türbesine onlar da saygı duyar; bahçesinde hayır yapar, dua eder.
1922’den sonra, Türk-Rum nüfusun Mübadele sürecinde Rumlar gider, yerlerine özellikle Yunanistan-Kavala’dan 629 aile Seydiköy’e iskân edilir. Muhacirlerin sığındığı bir yerdir artık burası. 1944’den sonra da Bulgaristan’dan gelen göçmenler de beldeye yerleştirilir.
Ardından da yurdun başka yerlerinden gelen göçlerle nüfus harmanlanır. Çağlar boyunca “insanların, kültürlerin birbirine karıştığı” bir yurttur Anadolu. Bu süreçte yörenin bugünkü toplumsal yapısı oluşur.
1926’da resmen Gaziemir adıyla belediyelik olan belde, halk arasında Seydiköy olan anılan adını bırakır. Kente, yine geçmişe bakılarak, bu yöreye Türklerin yerleşmesini sağlayan Gazi Umur Bey’in adına izafeten Gazi-Umur, Gazi-Emir adı verilir.
Böylesine bir kimlikle, gelişim içinde varlığını sürdüren Gaziemir, ne yazık ki son yıllarda son derece tehlikeli bir konunun öznesi olacaktır.
“Europium 152” denilen çağdaş bir “bela” Gaziemir’in kucağındadır. Sinsi bir ölüm Gaziemir’de kapıları çalmaktadır. Koca metropol İzmir’e yansıyan etkileriyle...
1940 yılında, Gaziemir Akçay caddesi yakınında, “Aslan Avcı” adlı bir kişi atıklardan kurşun üreten ve kurşun döken bir fabrika kurar. İşletmede kurşun ve gümüş geri dönüşümü sağlanır. Hatta bu kurşunlar akü yapımında da kullanılmak üzere satılır.
Fabrikatör Avcı, fabrikanın kimyasal atıklarını işletmenin arazisi içinde bir yere gömer.
Kamu görevlilerine bildirmek başına dert açabilir çünkü. Uzaklara bir yere götürüp dökmek ise masraflıdır. Kâr kaybına yol açar! Pratik zekâ: Çok para kazanmak varken neden daha azı kazanılsın ki!
Bir süre sonra atıkların bulunduğu yerden dumanlar, kokular çıktığı görülür. Topraktan nükleer radyasyon yayıldığı iddia edilir.
Önce kimse aldırmaz. Ancak sonunda, çevrecilerin dikkati, mahallelilerin şikâyeti üzerine 2007’de duruma resmi makamlar el koyar.
TAEK (Türkiye Atom Enerjisi Kurumu) yaptığı incelemede: 70 dönüm arazide kimyasal atık bulunduğu, bu atıkların 19.125 m3’ünün radyo aktif madde ve kuşun, arsenik, çinko, mangan gibi ağır metaller olduğu ve yeraltı sularıyla temas edecek şekilde toprak yığınını altına gömüldüğünü saptanır.
Çevre bilimcisi Dr.Enver Yaser Küçükgül radyoaktif atık miktarının 500 ton olduğunu bildiriyor.
Yani yer altından radyasyon sızmaktadır. Çıkan kokunun, dumanın nedeni o’dur. Ağır metaller yeraltı sularını zehirlemektedir. Yer üstünde yağmur sularından kirli gölcükler oluştuğu görülür.
Arazide ölçülen normalden 219 kat daha fazla olan nükleer ışınımın nedeni, yakıt çubukları haline getirilmiş “Europium152” adlı bir nükleer maddenin ergitilmesidir.
Oysa, “radyoaktif maddelerin” yurt dışından getirilmesi, ticareti, sanayide kullanılması yasaktır. Bu, büyük bir tehlikedir: Bu madde su ile temas edince buharlaşır. Havanın yanı sıra suya da karışır.
Üstelik radyasyon üreten bu nükleer madde çubukları ülkeye yasadışı yollarla sokulmuştur.
Europium, 1901 yılında keşfedilmiş, atom numarası 63, atam ağırlığı 152 olan bir kimyasal elementtir. Ender ağır toprak elementi sınıfındandır.
Kırmızı ve mavi fosfor üretiminde, lazer, floresan ve cıva buharlı lamba yapımında kullanılır.
Adını Avrupa kıtasının adından almıştır. Doğada serbest olarak var olmaz. Bazı minerallerin içinde bulunur.
Eurupium’un bir türü olan Europium 152 ise radyoaktif bir maddedir. Nükleer patlamaların, atom bombasının yıkıcı “beta” ve “gama” ışınlarını yayar.
Bu “beta” ve “gama” ışınları 2.Dünya Savaşında Japonya’da Hiroşima ve Nagazaki’yi yok eden bombaların özüdür.
Nazım’ın şiirinde sözünü ettiği, Livaneli’nin şarkısında yansıttığı:
“Çalıyorum kapınızı, teyze, amca, bir imza ve? çocuklar öldürülmesin şeker de yiyebilsinler”,
dizelerinde sözü edilen; “imza istenen”, “şeker yiyemeyen” çocukları kavuran/yakan bu radyoaktif ışınlardır.
Bu ışınlar insanın/canlıların kromozom/hücre yapısını değiştirir/bozar. Vücutlar, başta kemik ve kan kanseri olmak üzere her türlü kanserin var olabileceği bir ortama dönüşür.
Europium 152’nin yarı ömrü, yani var olan radyoaktif madde miktarının yarıya düşmesi 13.516 yıl alır. Bu da bu radyoaktif atığın zarar verici etkisinin onlarca yıl süreceği anlamına gelir.
Durumun böyle olduğu anlaşılınca Gaziemir’deki radyasyonlu fabrika resmi makamlarca kapatılır. Etrafı tel örgüyle çevrilir. Bina metruk halde kalır. Şirkete 5.7 milyon TL ceza kesilir.
Ancak radyasyonlu, ağır metalli atıklar, fabrika arazisinin ortasında gömülü kalır.
Bu arada fabrika sahibi Aslan Avcı, adı “aslan”dır ama radyasyona “avlanmış”, genç oğlu ile birlikte kanserden ölmüştür. Şirket cezayı ödemez.
Ardından şirketi devralanlar şirketin ismini değiştirerek “Heper Metal Döküm” sanayi adıyla, İzmir’in yeni yoğun sanayi bölgesi Torbalı’da yeni bir fabrika açar.
Günler, aylar, yıllar geçer. Radyasyonlu, zehirli atıklar Gaziemir’de durup durur.
Mahallede yaşayanlar, oradan gelip geçenler radyasyona maruz kalır. Kemikleri ve kanları zehirlenip bozulur. Kanser olurlar, hastalanır, ölürler.
Belki de radyoaktif ışınımlar İzmir’in dört bir yanına yayılıyor durmadan, hala!!
Para hırsıyla çevreyi ve insanı zehirleyen vahşi kapitalizm duyarsızdır. Tabii ki para kutsaldır! Para kazanmak erdemdir! İnsan hayatı para kazanmak için bir araçtır!
Ne yazık ki onları denetleyecek, izleyecek Resmi kurumlar da tepkisizdir.
Mahalle sakinleri, Çevreciler Mahkemeye başvurur. Sonuç alınamayınca AİHM’e (Avupa İnsan Hakları Mahkemesi) gidilir.
Aradan 7 yıl geçer.
Toplumun homurdanması Karar Vericileri ve Kararları Uygulayıcıları tedirgin etmiş olmalı ki arazinin temizlenmesi ve rehabilitasyonu için 2014 yılında faaliyet başlar. İş/ihale, nükleer atık temizleme konusunda hiç tecrübesi olmayan Turanlar AŞ adlı bir şirkete verilir.
Ancak bir şey unutulmuştur. Nasıl olacaktır bu iş? Radyasyonlu atıklar çevreye zarar vermeden nasıl temizlenir? Yöre nasıl arıtılır?
Böyle işler, böyle çevreye zararlı olabilecek yatırımlar/durumlar için Yasa, “ÇED” (Çevre Etki Değerlendirilmesi) denen bir yönetmeliği uygulamayı zorunlu kılmıştır.
Bu uygulamayla, bilim adamları böyle yatırımların çevreye olabilecek zararlarını inceleyecek, olası riskleri saptayacak, açık toplantılar yapılarak konu hakkında toplum bilgilendirilecektir.
ÇED Yönetmeliği, Bergama-Ovacık’ta işletilen “Siyanürlü Altın Madeni”yle ilgili toplumsal muhalefet üzerine 1993 yılında çıkarılmıştır.
Bu uygulama öyle ya da böyle, tam uygulanırsa, insanlara ve çevreye bir takım korunma güvenceleri sağlayabilecektir.
2008 yılında TAEK (Türkiye Atom Enerjisi Kurumu) ve İzmir Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü bir araştırma yapar ve bu atıkların giderilme maliyetinin 65.160 milyon TL oluğunu saptar.
Kirletmek çok ucuz, temizlemek çok pahalıdır!
Bu işi ucuzlatmak için belki de ÇED Raporunu değiştirmek gerekir!
Yönetmelik 2014 yılında “revize” edilir, yani değiştirilir. “İş adamlarının” “işini kolaylaştırıcı” hale getirilir. Çevre “mahzunlaşır.”
Heyhat!
Son yıllarda vahşi kapitalizm, ona zaman kaybettirdiği, denetimi sıklaştırdığı, işin içine halkı soktuğu gibi gerekçelerle, etkisi daraltılmış ÇED uygulaması yapmamak için bile elinden geleni yapıyor. Bunu engellemek için tüm gücünü kullanıyor.
Nedir acaba mantık?
“Çevre kirlenirse kirlensin! Önce parayı kazanalım! Sonra temizler tekrar para kazanırız!. Memleketin yüce menfaatleri…”
Gaziemir’de “sözde temizleme” işi, ÇED raporu olmadan, yani yapılacak radyasyondan temizlik işinin de çevreye zararlı olup olmadığı incelenmeden, 2014 yılında başlar.
Bir süre sonra, bu işi üstlenen şirket de muhtemelen işin tehlikesinden çekinip, ödenek verilmediği, yapılan iş için para ödenmediği gerekçesiyle işi bırakır.
Çünkü radyasyonun şakası yoktur: Ne yapar? Öldürür!
Sonunda, 2017 yılında, çevreyi radyasyondan temizleme işinin koşullarını belirlediği, değerlendirdiği ileri sürülen bir ÇED Raporu hazırlanır.
Sonra? Sonrası yok! O günden bugüne görünür hiçbir işlem yapılmaz.
Milletvekilleri, Yerel Yönetimler ilgilileri sık sık uyarırlar. Çevreciler, Mahalle sakinleri çığlık çığlığa bağrışırlar. Radyoaktif Europiumlu, ağır metalli kimyasal atıkların bulunduğu yere ”İzmir’in Çenobili” adını takarlar.
Hani Ukrayna’da bulunan Çernobil Nükleer Santralının patlayıp insanları öldürdüğü, nükleer dalgaların Anadolu’ya kadar uzanıp Batı Karadeniz kıyılarında çay tarlalarını bile etkilediği bu uğursuz merkezi anarak!
Gaziemir sakinleri, çevreye duyarlı İzmirliler bir araya araya gelip, bu duruma karşı kamuoyunun dikkatini çekmek için gösteriler yaparlar.
Aklı başında kim ölmek, kim hasta olmak ister ki?
Ülkemizin teknik eleman gücü Gazi Umur’un, Seydi Baba’nın topraklarını bu nükleer beladan kurtaracak; hukuk gücü bu çevre cinayetinin hesabını soracak yeterliliktedir. Haydi!
Radyasyondan gelen ölüm en haksız, en olumsuz ölümüdür!
Sefa Taşkın