İstanbul Barosu Başkanı Filiz Saraç, güçler ayrılığı ve yargı bağımsızlığına vurgu yaptı: Cumhuriyet yolumuz

İstanbul Barosu’nun 144 yıllık tarihindeki ilk kadın başkanı olan Saraç, “Cumhuriyetimizi, Atatürk ilke ve devrimlerini, Medeni Kanun’umuzu savunmak bugün her zamankinden daha fazla görevimizdir” dedi.

Betül Berişe

Türkiye 20 yılı aşkın AKP iktidarında tarihinin en ağır ekonomik krizlerinden birini yaşarken siyasal İslamcıların Cumhuriyetin bütün kazanımlarını birer birer yok etme adımları son dönemde hız kazanmış durumda. İktidar, Cumhuriyet’in 100. yılını “Türkiye Yüzyılı” sloganı ile siyasi propagandasına çevirirken Cumhuriyet’e karşı tehditler daha önce hiç olmadığı kadar açık ve net. İstanbul barosu başkanı Avukat Filiz Saraç, kadın hakları, yargı ve siyasetin durumuna ilişkin sorularımızı yanıtladı.

Cumhuriyetin 100. yılına girerken İstanbul Barosu’nun 144 yıllık tarihinde ilk kadın başkan seçildiniz. Geç de olsa kadınların neler yapabileceğini göstermesi bakımından önemli örnek.

Ülkemizin en köklü kurumlarından 145 yaşında bir baroyuz, ilk kez bir kadın başkan seçildi. Dilerdim ki daha önce de seçilmiş olsun ama Cumhuriyet’in 100. yılında seçilmiş olmayı hem bir onur kabul ediyorum hem Cumhuriyetin kadınlara sağladığı kazanımlar açısından önemli bir mesaj olarak görüyorum. Bu görevin sorumluluğunu da üzerimde hissediyorum. İstanbul Barosu’nda kadın avukat sayısı erkeklerden fazla. Her ruhsat töreninde şunu söylüyorum; kadın-erkek bir arada avukatlık mesleğini yapabiliyorsak, bu kürsüden hitap edebiliyorsam bunu Atatürk ve Cumhuriyeti kuranlara borçlu olduğumuzu unutmayacağız. Cumhuriyetimizi korumak ilk görevimizdir.  

‘ADİL YARGILANMA HAKKI İHLAL EDİLİYOR’

Türkiye’de, “tek adam” sistemi çerçevesinde demokrasi, hak hukuktan ekonomiye birçok sorun yaşanıyor. TİP milletvekili Can Atalay, Anayasa Mahkemesi kararına rağmen hâlâ tahliye edilmiş değil. Yazarımız Barış Pehlivan, tacizcilere ve tecavüzcülere öncelik verilen af yasasından faydalandırılmadı. Bu konuda görüşleriniz neler?

Bir ülkede demokrasiden söz edilebilmesi için yasama, yürütme ve yargının birbirinden ayrı ve her şeyden önemlisi yargının tarafsız ve bağımsız olması gerekir. Bu sorunlar geçmişte de vardı ama bugün daha da derinleşti. Bugün siyasi iktidarın isteği doğrultusunda yargıdaki kadrolar oluşturulmakta. Bu şartlarda yargının tarafsız ve bağımsız olması söz konusu değil. Temel hak ve özgürlüklerin güvence altında olmadığı bu süreç aynı zamanda ve özellikle en temel haklardan olan adil yargılanma hakkının sürekli ihlalini getiriyor. 

‘YENİ ANAYASA DEMOKRATİK OLAMAZ’

Sizin yargıya dair gördüğünüz sıkıntılar neler? 

Hâkimler ve Savcılar Kurulu’na (HSK) adalet bakanının başkanlık etmesi yanlıştır. HSK’nin tarafsız görev yapması gerekir. Hâkim ve savcı alımlarında liyakat ilkesine bağlı olunmalıdır. Yargıda objektif ve bağımsız davranabilen, bu konuda da yasal teminatları olan bir sistem gerekmektedir. Bu nedenle güçler ayrılığının ve bağımsız parlamenter sistemin olması konusunda ısrarcıyız.

Gündemdeki konulardan birisi de “yeni anayasa” tartışmaları. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın seçim vaatleri arasındaydı. Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı var mı? İktidarın gizli ajandası mı var? 

Anayasanın ilk dört maddesi değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez. Türkiye Cumhuriyeti demokratik laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Ayrıca Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) taraf ülkelerden biridir. Anayasayı, bu özgürlükleri kısıtlama aracı olarak ya da kendine göre yorumlamak amacıyla yapamazsınız. Anayasa tartışmaları, sistem çatışmalarının yaşandığı ve tek adam rejiminin hakim olduğu süreçte asla beklentileri karşılayacak demokratik ve özgürlükçü bir anayasa doğuramaz. Bu tartışmalar anayasayı belli grubun çıkar ve hakimiyetine göre yani hakim iktidar gücün daimi varlığını koruyacak şekilde düzenleyebilmek amacıyla yapıldığına dair ciddi kaygılara neden oluyor.

‘SİYASETÇİLER SERT ELEŞTİRİYE KATLANMALI’

Muhalefet partilerinin hatta daha da ileri giderek muhalif olan herkesin “teröristlikle”, “işbirlikçilikle” suçlandığı ortamda siyaset ve hukuk ilişkisi nasıl değerlendirilebilir? 

Meslek örgütlerinin susturulduğu, gazetecilerin cezaevlerine atıldığı, her konuşanın “sen teröristsin” denilerek sindirilmeye çalışıldığı, çoksesliliğin, farklı görüşlerin dile getirilebilmesinin, eleştirinin, bir suçmuş gibi sunulduğu bir ülkede demokrasiden hızla uzaklaşılıyor demektir. Siyasilerin sert eleştirilere katlanma zorunluluğu bulunmaktadır. Bu husus (AİHM) kararlarında yer almaktadır.  

Kayyım atanan Boğaziçi Üniversitesi’ne hukuk fakültesi açılması hukuk eğitiminin niteliğini tartışmaya açmıştı. Bu konuda görüşleriniz neler?

Boğaziçi’nde akademisyenlerin itirazlarına rağmen hukuk ve iletişim fakültelerinin kurulma girişimleri dayatmadır. İhtiyaç olmadığı halde sadece üniversitenin mevcut yapısının değiştirilmesi yönünde adım gibi görülmektedir. Plansız ve programsız sürekli hukuk fakültesi açılıyor. Öte yandan mesela ceza hukukunda “uzlaştırıcılık” diye bir kavram var. Bu kadar hukuk fakültesi mezunu varken mezun olmayanlardan da uzlaştırıcı olabiliyor. Yargılamanın nihai hedefi adil kararın çıkmasının teminidir. “Kısa sürede sonuç elde edeceğim” diye sadece uzlaştırmaya dayalı sistemi öngördüğünüz zaman her zaman adil sonuç alamayabilirsiniz. 

Avukatlara karşı şiddet olaylarında da artış var...

En büyük sorun avukatla müvekkilin özdeşleştirilmesi. Avukatlar temel savunma hakkının korunması için görev yapıyor. Avukata sıkılan kurşun vatandaşın temel hakkına sıkılmıştır. Mesleğinin sorunlarına çözüm getirilmesi ve saygın yerinin korunması ve hatta artırabilmesi şiddeti önleyici olacaktır. Bu anlamda görev ve sorumluluk öncelikle siyasi iktidarındır.

Türkiye’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Türkiye’nin geleceğinin daha kötüye gitmemesi için hukuku, yargı sisteminin bağımsızlığını, düzgün işlemesini çok önemli görüyorum. Temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasından, Gezi direnişindeki etkin kişilerin kriminalize edildikleri, baromuz üyesi Can Atalay’ın ceza aldığı, yargının cezalandırma aracı olarak kullanıldığı, süreç boyunca adil yargılanmanın ihlal edildiği, soru işaretleri bırakan noktaya gelinmiştir. Yargının bozuk olduğu sistemde ekonomi de çökmeye mahkûmdur. Ekonomik olarak çok zor günler geçiriyoruz. Yıllardır ithalata ve tüketime dayalı model uygulanıyor. 

Bunlar gelecek için umutsuzluk doğursa da özellikle Cumhuriyetin 100. yılında, Cumhuriyet’in kazanımları ile yeniden herkesin demokrasiye, laikliğe olan bağlılığı, direnç ve kararlı duruşu ile tıpkı Kurtuluş Savaşı’ndaki gibi bir tavır sergileyeceğimize ve bu temeller üzerinde yükselerek ülkemizin yine dimdik ayakta kalacağına inanıyorum.

‘ATALAY TAHLİYE EDİLMELİ’

İstanbul Barosu Başkanı Filiz Saraç, Anayasa Mahkemesi’nin TİP Hatay Milletvekili Can Atalay hakkında verdiği hak ihlali kararına ve Atalay’ın hâlâ serbest bırakılmamasına da değindi. Saraç, “Baromuz önceki açıklamalarında defaatle söz konusu ihlalleri dile getirmiş ve meslektaşımızın tahliye edilmesi gerektiğini vurgulamıştır” dedi. Anayasa’nın 153. maddesine göre, “Anayasa Mahkemesi kararlarının Resmi Gazete’de hemen yayımlanıp yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağladığına” dikkat çeken Saraç, “Halkın oyları ile seçilmiş olan meslektaşımızın milletvekili olarak yasama faaliyetlerine katılmasının önündeki engeller bir an önce kaldırılmalıdır” ifadelerini kullandı.

‘ŞİDDET UYGULAYANLAR CESARETLENDİRİLDİ’

Erkek egemen bakış açısı ve deneyimlere dayalı siyaset pratiğinde kadınların katılımı düşük seviyede kalıyor. Neler yapılabilir? 

Kadın ve erkeğin eşit olması, toplumsal hayatta beraber hareket edebilmeleri o ülkenin gelişmişlik seviyesinin göstergesidir. Cumhuriyet, biz Türk kadınlarına büyük kazanımlar getirmiştir. Avrupa’nın pek çok ülkesinde seçme seçilme hakkı yokken Türk Medeni Kanunu kadınlara miras, boşanma, evlenme ve daha birçok konuda eşitlik getirmiştir. Cumhuriyet kadın devrimidir. Günümüzde kadınların yine eski yardımcı rollerine dönüştürülmeye ve eğitim hayatından uzaklaştırılmaya, uygulamada evlenme yaşının düşürülmeye çalışıldığı sürece doğru gidildiğini görüyoruz. Laiklikten uzaklaşıldıkça ilk hedef kadınlar oluyor.

Hiranur Vakfı kurucularından Yusuf Ziya Gümüşel’in kızı H.K.G’nin 6 yaşından beri cinsel istismara maruz bırakılmasına ilişkin davada mahkeme, istismarcı Kadir İstekli hakkında 30 yıl, baba hakkında 20 yıl, anne Fatma Gümüşel hakkında 16 yıl 8 ay hapis cezasına hükmetti. Nasıl değerlendiriyorsunuz bu kararı?

H.K.G. davası, laikliğin, sosyal hukuk devletinin, Cumhuriyetin kadın ve çocuk için ne kadar kıymetli olduğunu bir kez daha göstermiştir. Baromuz ilk günden bu yana olayın takipçisi olmuştur. Tarikat yapılanmaları 677 sayılı Devrim Kanununa ve laik Cumhuriyet düzenine aykırıdır. Anayasa’ya göre kimse din duygularını istismar edemez. H.K.G. davası, din istismarını yasaklayan, hukuk birliğini sağlayan ve toplumun gruplara ayrıştırılmasını önleyen laik hukuk düzenine karşı yasa dışı yapılanmaların hangi boyutlara ulaştığını göstermektedir. 

Çağdaş çocuk ve kadın haklarına ilişkin gelişmeler büyük önder Atatürk’ün kurduğu laik hukuk düzeni yönündedir. Yargı ise her durumda insan haklarını ve laik Cumhuriyet düzenini korumakla yükümlüdür.

Peki, ya kadına şiddet? 

Kadına şiddet dünyada bir problem. Ülkemizde kadının ikinci plana atılmasına yönelik siyasi tavrın artmaya başlaması ile birlikte kadına karşı şiddet de artıyor. Önce siyasiler şiddet dilinden vazgeçmeli, örnek olmalı. Şiddetin olağanlaştırılmasına izin verilmemeli. Çocukların şiddeti kabullenmeyen bir bakış açısıyla yetiştirilmesi gerekiyor. 

Öte yandan özellikle uzaklaştırma kararlarının doğru uygulanmadığını görüyoruz. AİHM’de Türkiye ile ilgili verilen “Nahide Opuz” kararında kolluk kuvvetlerinden başlayıp yargı sistemine   şiddete ilişkin gerekli hassasiyetin gösterilmediği ve önleyici tedbirlerin alınmadığına dair belirlemeler yapılmıştı. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılarak şiddet uygulayanlar cesaretlendirildi. Şiddet uygulayanla değil şiddet mağdurları için müdahale edenlerle uğraşılıyor. Kadınlar yalnız değildir, biz buradayız. Ancak devlet, politikalarını kadına şiddetin önlenmesi için oluşturmamakta hatta geri adımlar atmakta. Kadınların hak ve özgürlükleri için, eşitlik için Cumhuriyetimizi, Atatürk ilke ve devrimlerini, Medeni Kanun’umuzu savunmak bugün her zamankinden daha fazla görevimizdir.

‘ŞEFFAF SİSTEM OLMALI’

BirGün gazetesinin “Adliyede rüşvet çarkı” haberi gündem oldu. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı İsmail Uçar’ın “bazı hâkimlerin rüşvet aldığı; iş takibi, aracılık, usulsüzlük yaptığına ilişkin” iddialarına yayın ve erişim yasağı getirildi. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Tüm barolar ortak bildiri yayımladık ve “Yargı mensuplarının yüklendikleri ağır sorumluluk, her türlü şüphenin aydınlatılmasını gerektirir” dedik. Resmi yazışmalarda dile getirilenler soyut ve gerekçesiz söylemler değil, bir cumhuriyet başsavcısı tarafından ortaya konan iddialardır. Yargının işleyişinde etik ilkelerin gözetildiğinin görülmesi, yargıya güveni artırarak hukukun üstünlüğünü pekiştirecektir. Bunu sağlamanın yolu, şeffaf ve hesap verebilir sistemin inşa edilmesinden geçer. İddialar, hâkimlerin tarafsızlığına şüphe düşürecek niteliktedir. Gelinen aşama itibarıyla, yargının tarafsızlık ve bağımsızlık niteliğini koruma görevi, başta Hâkimler ve Savcılar Kurulu olmak üzere idari ve adli makamlara düşmektedir. Baromuz ‘‘yayın yasağı ve erişim yasağı” kararına da yargı önünde itiraz etmiştir.

FİLİZ SARAÇ KİMDİR?

1996 yılında İstanbul Barosu yönetim kurulu üyeliğine seçilen Saraç, 2002-2004 döneminde İstanbul Barosu Genel Sekreterliği, 2004-2006 arasında İstanbul Barosu başkan yardımcılığı görevinde bulundu. 2017-2021 yılları arasında Türkiye Barolar Birliği yönetim kurulu üyeliği yaptı. 2022 Ekim ayında yapılan genel kurulda, Önce İlke Çağdaş Avukatlar Grubu’nun Başkan adayı olan Saraç, 144 yıllık geçmişe sahip İstanbul Barosu’nun ilk kadın başkanı oldu.