Hatice Hanım'ın kitapları
KONUK YAZAR | Bergama eski Belediye Başkanı Sefa Taşkın, Cumhuriyet Ege için yazdı...
cumhuriyet.com.trKadınlar her zaman yaşamın mayasıdır.
Dalgalı dağları, pırıltılı sularıyla İzmir de bir kadındır aslında.
Kadınlar yoğurur İzmir’in hamurunu.
Zaman, Ege Denizinin tüm kıyılarında olduğu gibi İzmir’de de dolu dolu yaşandı.
Osmanlı döneminde yaşamış İzmirli hanımlardan en dikkati çekenlerden biri İzmir’in namlı ailelerinden Tuzcuz?deler’den Hatice Hanım’dır. 1700’lü yılların sonu 1800’lü yılların başında yaşadığı anlaşılıyor.
Bu kimliği dikkat çekici hanımın adı kayıtlarda Tuzcuz?deler’in kerimesi (kızı) olarak geçer.
Tuzcuzadelerin, eski zamanların en önemli işlerinden biri olan tuz ticareti yapan bir aile olması olasıdır.
Urfa-Harran Üniversitesinden Yasin Taş’ın verdiği bilgilere göre Hatice Hanım’ın babası, Osmanlı Devleti’nde “Saray Kapıları Bekçilerinin Başı” (serbevvabin) olan, böyle çok önemli bir mevkiye gelmiş Halil Ağa’dır.
Hatice Hanım’ın dedesi, Halil Ağa’nın babası Mehmet Ağa da Devlete hizmet eden bir “Serbevvabin” idi.
Osmanlı ile yakın ilişkili olduğu görülen, Devlet’e sadık Tuzcuz?de ailesi İzmir ve çevresinde geniş mal mülke sahip olmalıdır.
Servetinin yanı sıra bu aile kentin kültür yaşamında da sivrilecek, İzmir’in Osmanlı kimliğinin pekişmesinde önemli bir duruşa sahip olacaktır.
Hatice Hanım’ın dedesi Mehmet Ağa devlet adamlığının yanı sıra “Şeyhülkürra” (çok iyi Kur’an okuyan sıfatına sahip) olan bir Hafız idi.
İzmir’in ilk büyük bilim odaklarından Tuzcuz?de Medresesinin kurucusudur.
İslam geleneğinden gelen, Büyük Selçuklu Devleti ile gelişen, Osmanlılarla yükselen Medreseler orta ve yüksek öğretim yapan kuruluşlardı o zamanlar. Medrese “ders verilen yer” anlamına gelir.
Bu okullarda Müderrisler (öğreticiler) tarafından verilen dersler arasında “Kur’an, Hadis, Fıkıh, Astronomi, Tıp, Geometri, Matematik” de vardı.
Tuzcuz?de Mehmet Ağa’nın, Medresesinin yaşaması için kurduğu Vakıf’tan kalan 1836 tarihli belgeden anlaşıldığına göre Medrese binası, bugün Konak semtinde 832 Sokak’da bulunan “Toraman Mescidi”nin yanında yapılmış iki katlı bir yapıdır.
Uzun yıllar İzmir kültürüne katkıda bulunan bu medreseyi Mehmet Ağa’nın ölümünden sonra oğlu Hafız Ahmet Reşit Efendi yönetir.
Ahmet Reşit Efendi, 18.yüzyıl ortalarında uzun yıllar İzmir “Şerr’iye (Fıkıh-dini esaslara göre karar veren) Mahkemesi başkatipliği yapmıştır. Aynı zamanda kendisine ”Müderrisin-i kiram (ders veren seçkin kişi)” unvanı verilmişti.
Ardından Tuzcuz?de Medresesinin “darülkurralık” (iyi Kur’an okuyuculuk) görevini üstlenir Ahmet Reşit Efendi.
Anlaşılan, hem Kur’anı ezbere çok güzel okuyacak kadar yeteneği ve din kültürü, hem de mahkemede görev yapacak kadar hukuk bilgisi yüksektir.
Görülen o ki, Hatice Hanım İzmir için oldukça önemli ve eğitimi yüksek bir aileden geliyordu.
O da bu çizgiyi sürdürecektir!
Osmanlı döneminde, 18-19. Yüzyıllarda İzmir’in en zengin ve saygın ailelerinden olan Tuzcuz?deler’in kızı Hatice Hanım; gayrı Müslümlerin de çoğaldığı ve evrensel kültüre ulaşmak için çaba gösterdiği ortamda İzmir’in Türk kültürü için bir ışık olacaktır.
Bu ortamda, Mehmet Ağa’nın oğlu Halil Ağa’nın kızı Hatice Hanım bir başka soylu İzmir Ağasıyla evlendirilir.
Eşi, çok renkli bir kişiliği olan, yine “Saray Kapıcıbaşıları”ndan Giridz?de (Giritli) Hacı Süleyman Ağadır. Sinanz?de Ahmed Ağa’nın oğludur.
Tuzcuz?deler gibi Süleyman Ağa da İzmir’in çok varlıklı sakinlerindendir.
Süleyman Ağa’nın Cami Atik (Eski Cami) Mahallesindeki görkemli konağı İzmir’in kültür odaklarından birine dönüşecektir.
Hatice Hanım bu ortamın baş köşesindedir.
Eski İzmir’in bu Cami Atik mahallesinde; Kemeraltındaki Beyler Sokağından İki Çeşmeliğe kadar uzanan yol üzerinde, İzmirli Türk ağalarının geniş bahçeli, iki katlı konakları sıralıdır.
Hepsi birbirinden güzel, gösterişlidir bu konakların.
Günümüzde de kullanılan Beyler Sokağı adı o günlerden kalma olmalıdır.
Kent belleği unutmuyor!
Tuzcuz?de Hatice Hanım’ın eşi Süleyman Ağa, aynı zamanda bir Devlet görevlisidir. İzmir Limanında Taze Meyve Gümrük Eminidir (müdürüdür).
Prof.Rauf Beyru’nun verdiği bilgiye göre İzmir’den ihraç edilen kuru üzüm, incir, palamut, afyon gibi ürünlerin yanı sıra yaş üzüm, incir, nar, kavun da dışarıya gönderildi.
“Piyale” denilen hızlı kayıklarla İstanbul’a, Sultan’a gönderilen yılın ilk mahsulü taze salatalıkların tarladan ilk kesildiği an Kale’den atılan toplarla, sevinçle duyurulurdu.
Böyle bir ortamın sorumlusu Süleyman Ağa’nın dıştan gelen ecnebilerle sık sık karşılaşması, tanışması olağan olmalıdır.
Bu bağlamda Süleyman Ağa yabancı konsoloslarla yakınlık kurar, konağına davet eder, ziyafetler verir.
Batı tip yaşam tarzına yatkınlığı, Girit kökenli oluşu bu tür ilişkilerin gelişmesini kolaylaştırır.
Konukluğa gelen yabancılar Hatice Hanım’la Süleyman Ağa’nın köşklerinin, konaklarının ihtişamını anlata anlata bitiremezler.
Süleyman Ağa’nın Bornova yolu üzerinde ihtişamlı bir köşkü daha vardır. Köşk de ne köşktür ama!
Halkapınar yakınlarındaki “kervan köprüsü” civarında “Kule” denilen, yüksek duvarlarla çevrili, görkemli dörtgen koca bir avlu kapısı olan, büyük bir Avrupai yapıdır, köşk.
Avrupalı çizerler tarafından resimleri yapılan bu büyük kır evinde Süleyman Ağa yabancılarla birlikte av partileri düzenler.
O dönemde İzmir’de “Ayanlar”ın, varlıklı Türk “Ağalar”ın çoğunun tepe yamaçlarında ve deniz kıyısında korunaklı, Kuleli konak ve çiftlikleri vardı.
Osmanlın üst sınıfı Akdeniz’in incisi İzmir’de gayet müreffeh bir hayat yaşamaktadır.
Hatice Hanım’ın; bir yandan Müslüman ve Türk kültürüne hâkim bir aileden gelişi, diğer yandan eşinin konukları vasıtasıyla Batı değerleriyle tanışık olması onun kültürel davranışlarının biçimlenmesinde muhtemelen belirleyici olmuştur.
İşte Hatice Hanım böyle bir ortamda kendi muhteşem kimliğini dışa vurur.
Ayrıntılar bilinmiyor ama birçok kitap edinir, onları özenle biriktirir.
Tabii ki Hatice Hanım’ın içlerinde değerli bilginlerin, şairlerin, devlet adamlarının aktardığı bilgiler saklı bu kitapların anlattıklarından haberdar olmaması düşünülemez.
“O”, 19.yüzyılın başlarında İzmir’de sessizce parlayan bir yıldızdır.
17 Recep 1221/30 Eylül 1806 tarihinde bir “Vakıf” kurar ve sahip olduğu 665 kitabı bu Vakfa bağışlar.
Vakıflar “Osmanlı” döneminde de toplum ve kültür yaşamında önemli işlevler görmüş hayır kuruluşlarıdır.
“Vakıf kurmak, vakfetmek”; “hukuki olarak bir malın sahibi tarafından dinsel, toplumsal ve iyiliksel, yardımsal bir amaca sonsuza kadar tahsis edilmesidir”.
Yine Yasin Taş’ın verdiği bilgilere göre, İzmir’in en zengin ailelerinden birinin mensubu olan Tuzcuz?de Hatice Hanım (muhtemelen İki Çeşmelikte bulunan Hacı Mehmet) Müftü Efendi Camii yanındaki Vakıf arsası üzerine bir kütüphane yapılmasına karar verir.
Kütüphane için kurduğu Vakıfa büyük bir servet bağışlar.
Bunların içinde: Kasap Hızır Mahallesinde (Hisar Cami çevresi) 1 konak, 1 sebil (sokak çeşmesi), Çarşı içinde 12 dükkân, kirada bulunan altı ev, üç değirmen, üç fırın, 1 Rumhane (Rumların kalması için ev), 1 Efrenchane (Frenkler için ev), 2 kahvehane, 19 mahzen (depo), 1 arsa, şehrin yakınında bulunan 4 bahçe, 3 çiftlik binası, 1 çiftlik, vardır.
Vakfettiği sebilin/çeşmenin suyunun soğutulması için her gün 1 denk (1 deve yükü) “kar” satın alınmasını, sebildar (çeşmeye bakan) tayin ettiği Kazancız?de Mehmet Efendi’ye yevmi (günlük) yirmi akçe (1 akçe=100 dirhem=0.170 gr gümüş) verilmesini kararlaştırır.
Herkes yararlansın diye yaptırdığı çeşmenin (sebilin) suyunun, kavurucu yaz sıcaklarında serin olmasını sağlamak için çeşmeye (muhtemelen dağlardan) “kar” getirilmesini bile kayda geçirmiştir. Bunun için ücretli bir görevli bile tayin etmiştir.
Böyle ince ayrıntıları da düşünmüştür bilge ve yardımsever Hatice Hanım.
Cami Atik Mahallesindeki (İki Çeşmelik-Kemeraltı arası) zengin hanımların çoğunun yaptığı gibi, her yıl Mevlit gecelerinde verilecek yemekler ve Ramazan ayında mütevelli (Vakıf yönetimi) evinde her akşam fakirlere verilecek iftar için Vakıf gelirlerinden pay ayrılmasını buyurur.
Fakir fukaraya dağılmak üzere para ayırılmasını da şart koşar.
Ölçülü paylaşılmayan varsıllığın derin yoksulluklar getirmesi olağandır!
Ayrıca Hatice Hanım kendisinin, ana babasının ve akrabalarının kabirlerinin, Vakıf mülklerinin her sene gerektiği gibi onarım ve bakımı yapılmasını, giderlerinin Vakıf’tan karşılanmasını ister.
Gelirden arta kalanların kız ve erkek evlatları arasında taksim edilmesini de Vakıf belgesine koyar.
Hatice Hanım’ın adları günümüze kadar gelen kitaplarının bazıları arasında: “üç cilt Tefsir-i Ebu Suud, bir cilt Harita ül Acaip, bir cilt divanı Nabi, bir cilt lügat-ı Halimi, iki cilt Şifa-i Şerif, vb..” gibi değişik dallarda 665 kitap vardır.
Hepsi birer tarihsel anıt olması olası bu kitapların Cumhuriyet Döneminde ilk olarak Halk Kütüphanesinde, ardından Milli Kütüphanede, son olarak İ.Büyükşehir Belediyesi Kütüphanesinde korunduğu söyleniyor.
Hatice Hanım Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmaya doğru yol aldığı bir ortamda, hızla gelişen ve farklı milletlerin bir arada yaşayıp, kendi kültürlerini çoğalttığı, birbirlerini etkilediği bir İzmir’de bugünkü Türkiye kültürü tarihinin köklerini yaşatmayı ve korumayı bilmiş bir insandır.
Üstelik o dönemlerde Türk ve Müslüman kadınların toplumsal yaşamda pek baş taraflarda görünmediği, görünemediği yıllarda bu konumda olmanın zorluğu açıktır.
Ama burası çok sesli İzmir’dir!
Hatice Hanım, İzmir’in aydınlık yüzünün aynalarından biridir.
Işıklar içinde uyuyor.
SEFA TAŞKIN
Dikili/İzmir
29.07.2022