Cumhuriyet Genç Yazın sizlerle (30 Mart 2022)

Cumhuriyet'in gençler için, gençlerle beraber hazırladığı "Cumhuriyet Genç Yazın" okurlarımızla buluşuyor.

cumhuriyet.com.tr

GENÇLİĞİN SİYASAL ALTYAPISI

BUĞRA VEYSEL KOLCU

PENDİK ANADOLU LİSESİ

Öncelikle bu konu hakkında samimi bir dil kullanacağım.

Gençliğin siyasal altyapısını ve sorunlarını incelediğimizde en belirgin sonuç genellikle kuşak çatışması olarak gözlemleniyor. Bu kuşak çatışmasına sebep olan durumu göz önünde bulundurmak gerekirse birincil sebep olarak 12 Eylül 1980 darbesini dile getirebilirim.

12 Eylül 1980 darbesinden sonra gençliğin aktif siyaset içindeki rolü zedelenmiş ve bu zedelenme günümüze kadar gelmiştir. Bahsettiğim bu zedelenmenin en büyük göstergesi mevcut 16-25 yaş arası gençliğin büyük bir bölümünün aktif siyasetten uzak kalması ve kararsız oyu kullanmasıdır.

KOPUKLUK DEĞİL BELİRSİZLİK

Bu büyük çoğunluğun ardından bir küçük kesim daha var ki o da bu durumun aksine, gelecek yıllarda Türk siyasetinde uzman ve akademik eğitim açısında daha gelişmiş düzeyde yer alacak. Bunun ana sebebi ise mevcut Türk siyasetindeki akademik ve teorik eksiklikten kaynaklanmaktadır. Bu küçük kesimin özellikle evrensel siyasal teoriler konusunda daha dinamik olarak ön plana çıkacağını öngörüyorum.

Ayrıca Türkiye’de gençliğin siyaset ile ilişkisi belirli bir kopukluk değil bir belirsizlik içermektedir. Şu an gençlik siyasetten uzaklaşmamakta ancak güncel hayatlarında siyasi konuların bir travma etkisi yaratmasından çok bir şeyleri inşa etmek için kullanılacak bir araç olarak görmektedirler.

Günümüzde gençlik dışında bile siyasetin temel mekânı sosyal medyadır, meclisler değil. Meclislerde görüşülen konular, teklif edilen tasarılar sadece mevzuatın işlediği basit kamu kurumları haline gelmiştir. Tüm seçim kampanyaları, değiştirilen yasalar ve gerçekleşen olaylar sosyal medya üzerinden yorumlanmaktadır. Siyasi partiler de artık kampanya temalarını sosyal medyaya yönlendirmeye başlamışlardır. Toplumsal yansımaları ve tepkileri yönlendirmenin fark edilecek düzeyde zorlaştığı bu dönemde siyaset, artık mevcut düzenin işlemesi ya da mevcut düzenin reforme edilmesinden çok, gelecek yıllar için fırsatlar sunan bir yaklaşım oluşturmalıdır. Ayrıca mevcut siyasi ortamın ve mekânın nasıl bir gençlik yapısı aradığı da pek dile getirilmese de bahsedilenler arasındadır. Güçlü bir dinamizm ile yeniliklere açık olan bir gençlik mi yoksa geçmişten kalan kalıntıları devam ettirecek bir topluluk mu? 

Gençlik odaklı bir siyasetin amaçlanmasının sonucu tüm siyasi tabuların yıkılması, stratejik eylemlerin ve siyasal çeşitliliğin baştan şekillenmesini beraberinde getirecektir.

BELEDİYELER SINIFTA KALDI

Ülkemizde gençlerin aktif siyasette yer alması için en önemli noktalardan birisi ise siyasal partilerin gençlik kollarıdır. Siyasal partilerin gençlik kollarında çeşitli fikirsel altyapıda deneyim kazanan genç kuşak, ileriki süreçte Türk siyasetinde hükümeti ürkütecek bir altyapıya sahip olabilir çünkü eğitimsel ve entelektüel düzey olarak gelişmiş genç kuşak, bilindiği gibi kolay mobilize edilemez ve daha çok sorgulayıcı ve buyurgan olacaktır. Belediyeler ve kamu kuruluşları gençleri siyasete dahil etme konusunda sınıfta kalmıştır. Bunun ana sebeplerinden birisi ise kamu dahilinde uygulanan politikaların ideolojik temellere ve amaçlara sahip olmasından dolayıdır. 

Bu duruma sunulabilecek çözümler sınırlıdır ancak yerel yönetimlere ve siyasal partilerin gençlik kollarına büyük bir sorumluluk düşmektedir. Gençlik kolları günümüz itibarıyla gençlerin aktif siyaset içerisinde yer alması ve bulundukları partide gelişmiş bir şekilde yer almaları için fikirsel altyapıyı sağlamaktan yoksundurlar. Yakın tarihten itibaren ise siyasal partilerin gençlik kolları, siyasal fikirlerin gelişeceği ve siyasal teorilerin tartışılacağı yerler değildir. Özellikle iktidar partisinde gençlik kolları geleceği teminat altına almak isteyen gençler tarafından kısa süreli geçerli olan bir “İŞ-KUR” görevi görmektedir.

KENDİNİZİ KÜÇÜMSEMEYİN

Aynı zamanda gençler hakkında seçme ve seçilme hakkının düzenlenmesi öne sürülebilir. Yerel yönetimler ise çeşitli atölyeler kurarak en azından gençlerin örgütlenmesini ve beraber çalışmaları için uygun ortam oluşturmayı hedefleyebilir.  

Bireysel olarak gençlerin yapabilecekleri şeyler, siyasi konferanslara katılmak, şu an uğraştığım gibi çeşitli konular üzerinde yazılar hazırlamak ve bu yazıları öğrendiğiniz bilgileri karşı tarafın en kolay algılayabileceği bir şekilde aktarmak, arkadaş çevrenizde sizlerle farklı ya da benzer görüşte insanların bulunmasına dikkat göstermek, mümkün olduğunca akademik yazıları takip etmek ve aktif siyaseti takipten uzaklaşmamaktır. 

Unutmadan: Radikal fikirlerin genç yaşlarda ne gibi hatalar yaptırabileceğinin farkında olun. Siyasetle uğraştığınız için kendinizi küçümsemeyin, insanlık var olduğundan beri gerek topluluklar halinde gerekse bireyler arasında mutlaka “siyaset” yapıyordu, yıllar geçtikçe modern zamana göre çeşitli fraksiyonlara ayrılan siyasi fikirler elbette ana amaç olarak insanlığın belli gruplarına ya da tüm insanlığa yarar gütmeyi bazıları ise dolaylı olarak bunu hedefliyordu.


ATATÜRK

İBRAHİM SHIKHLI
(AZERBAYCAN, NAHÇIVAN)

KÜTAHYA DUMLUPINAR ÜNİVERSİTESİ SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER

Oyandı yeniden Bozqurt nefesi,

Kürşatlar külünden doğuldu yine,

Ucaldı  ellerde Atatürk  sesi,

Destena dönerek düşdü dillere.

Kalem ve kılıncın alıp eline ,

Azatlık tohumun ekti yeniden,

Bir halkı ebedi var etmek için,

Geçti  dövüşlerden, kanlı cebheden.

Yıldırım ordusunun komutanı o,

İndi yıldırımtek göklerden yere,

Savaşıp vatanın her karışında,

Şanlı tarih yazdı Çanakkale’de.

Karanlık yolların güneşi oldu,

Dikerek vatana zafer bayrağın,

Yorulmak bilmeden çalışarak o,

Başlattı tarihin reforumların.

Akılla irfanı miras bırakıb,

Etdi Cumhuriyyet emanet bize,

Işıklı gelecek ilmin yoludur,

Söyledi Atatürk Türk milletine.


RIHTIMDA ALATURKA

EKİN KARAN

BİLKENT ÜNİVERSİTESİ İNGİLİZ DİLİ VE EDEBİYATI

Gri, kedi, çöp, izmaritler, adam, battaniyeli bir adam? Su birikintisi, ayakkabılar, şap şap, simit kırıntıları, sakız, Arnavut, kaldırım, Arnavut kaldırımı…

Kafası yerde yürüyen biri için görmesi normal şeyler ve duyması muhtemel bir ses, e tabii adamı sizlere bırakıyorum, bilinen o ki şehrimiz kediler şehri fakat adamlar şehri de olabilir mi? Bilemiyorum. Bence olmamalı ya da olsun ne olacak, aslında bazı zamanlar ben de yerde yatmak istiyorum, iki duble içtikten sonraki sabah midem ağzımda fıss fıss sallanan bir belediye otobüsünde giderken veya üç kadeh şarap, bir bardak bira, birer viskili kokteyl içtikten sonraki sabah çöple sevimsiz sevişmelerimizden sonra yer bana yatağımdan daha sıcak geliyor, e ne de olsa toprağa yakın, değil mi canım? Topraktan geldik, toprağa gideceğiz. Ne olur arada bir ona yakın hissetsek? Var olmamın kaçınılmaz sonunu sevmek diyelim biz ona.

ÂŞIK OLMAK NE DEMEK?

Aşk da öyle değil midir, var olmanın kaçınılmaz sonu. Aşkı sever miyiz bilmiyorum ama âşık olmayı sevdiğimiz kesin, ucu aşka dokunuyor sonuçta; oradan türemiş, eyleme geçme durumu. Âşık olmak demek nedir? Leyla ile Mecnun, Tahir ile Zühre, Cynara ile Dowson? Ben ile uzak mesafede bulunan tüm kadınlar? Uzak mesafe demişken buradan eve nasıl döneceğim, saat henüz akşam sekiz, biz en az üç saat daha buradayız, bilirsiniz zaman acımasızdır güzel anlarda, inadı inat, kanatlı at arabası gibi geçmesini çok iyi bilir, sahi zaman tanrısı kimdi ya? Casio, Seiko? Keşke biraz Yunanca bilseydim. Gerçi Yunanca isimler de genelde “a” ile bitiyorlar. Bunlar da hep “o” ile bitiyor, tam Tanrılık isimler aslında, uzaktan akrabaları olabilir mi, belki nymph ailesindendirler, amaaan kimse kimler, epey pahalı oldukları kesin. Üçkâğıtçılar, Tanrı da böyle değil midir, üçkâğıtçı, sen koy bizi evrenin bilmem ne galaksisine; biz burada zaman diye bir kavram üretelim ya da onu da bir Tanrı’ya emanet edelim, o da bize istediği gibi eziyet etsin. Bizler ne yaptıysak kendimize, ben sizlere diyeyim… Bir kokoreç yapmışız o da kendimize mesela, üfff bu koku ne ya, ne canım çekti, bir kokoreç bir bira bir iskele bir martılar bir deniz bir İstanbul. İstanbul kim peki? Nasıl ses çıkarabiliyor bu şehir de mısralarda kulaklarımıza hitap ediyor? Kulak için kafiye, Recaizade Mahmut Ekrem, Allah Allah! Bilmezdim İstanbul’un bir insan, Veli’nin de bu kadar Ekrem’ci olduğunu… Tövbe estağfurullah… Bir kadının suya değse ayakları, ben şahsen dinlemezdim, görmeyi tercih ederdim; görmek, insanlar görmek büyük nimet, ben İstanbul’u görmeye gelirim, dinlemesi yorar adamı; ben ki Muallim Naci’nin dört kuşak öte torunu bir gözüm var benden içeri, gelir İstanbul’a rıhtım karşısına, otururum bir İBB bankına, bir elinde kokoreç bir elinde bira umrumda mı dünya! Yahu ne de güzel konuşuyorum bazen…

Ne kadar da tanıdık geliyor ağzımdan çıkan sesler, ağzımdan çıkanı kulağımın duymasına bayıldığımı da eklemek isterim. Hayattaki önemli gayelerimden biridir, ileride belirli bir unvanım olmayacağından işimi sorduklarında böyle cevap vermeyi planlıyorum. Ayrıca efendim şimdi filolog desem karşıdan gelecek sorular altında anca anca bir Pirus Zaferi kazanabilirim. Ona da zafer denilebilirse, zafermiş, pöh! Zafer dediğin Taksim’de bir parkta elde edilmiştir veya Gülhane’de bir ağaçken biri, zaferi altın kelimelerle işlemiştir sarı kâğıtlara. Görünmemiştir ne yazılan ne de yazanı. Ha efendim ne diyordum, ben bir ağzından çıkanı kulağı duyanım, iyi de duyarım yani, ortalama diyelim. Absolut kulak değiliz tabii, doğrusunu söylemek gerekirse. Fakat kulağımdan bazı ezgileri de çıkaramam inan olsun. “Alhambra hatıraları” mesela hep kulağımda, of of, koskoca Endülüs Emeviler de yıkıldı, ben nasıl yıkılmayayım ki Tárrega? Bir parti kursam adı “Ağzından Çıkanı Kulağı Duymayanlar Partisi” olsun istemezdim mesela, yola o şekilde çıkılmaz bir kere, yapılacak en büyük hatalardan biri olur. Ama tabela partisi olamayacağı kesin. Tabelaya sığmaz bir kere. AçKdP? Yok yok, en iyisi biz bu parlak ampulü henüz yanmadan patlatalım, sonra fatura çok gelir hem. Zam, zam, zamlarda batasacılar… Zamda deli var, zamda deli var, bilmem bu elin bende nesi var? Ne mazot kaldı ne elektrik, aman eller duymasın. Ohh! Kokoreçimiz de bitti, şimdi bir elimiz de boşta kaldı, boşta kalmasın efendim, yokuş aşağı araba boşa alınır mı hiç? Sahi bu boş niye var, hiç de kullanılmaz ki… Aha! Boş zamlar için var. Vay, vay, vay… Ulan siz Almanlar, sizin aranızdan bir Hitler çıkmadı mı? Sizin kanınıza işlemiş be! Gerçi Hitler de Avusturyalı, o kadar sanat ruhlu sokaklardan, nice müzisyenleri, önemli şahısları yetiştirmişmiş bir ülkeden de hiç beklenmez oysaki.

Benimki de iş ya suçu sokaklara atıyorum, sokaklar yeter mi bir insanı insan yapmaya, sokakların havası her bir bireye aynı şekilde mi tesir eder? Yine de yazıklar olsun sizlere ve oh olsun bizlere! BURJUVAZİ BURJUVAZİ, HANGİ DAMDA BU DELİ, BURJUVAZİ BURJUVAZİ, PROLETARYA AŞAĞIDADIR!!! İşte bu oyunu da ben çözdüm, büyük güçlerin oyunu, bizi kıskananların oyunu, viteste boş proletarya içindir. Ula burjuvazi sevdim seni canım. Nasıl da bizleri düşünürmüş, cancağızlarım. Aha ben de diyorum gözüme ilişen bu parlaklıklar ne? Bozukluklarmış ya. Paranın değeri düştü de bu kadar da düşmedi be, yazıklar olsun Kadıköy, yazıklar olsun, ben bilmez miyim şimdi o paraları toplayıp toplayıp bir paket cigara almayı. Bir paket dedik de bir paket olmuş yirmi beş, yeter mi bu Kadıköylülerin gümüşleri? Canım Kadıköylülerim, nasıl da düşünürlermiş beni, tam da gözümün önüne bırakıp gitmişler, ula ben de Arnavut kaldırımda yerde battaniyeyle mi yatıyorum acaba? Evsiz miyim ben? Neyse ki kalpsiz değilim, bu -sizler çok tehlikeli, her yerdeler, bize takısızlar lazım, ayy! Sız mı dedim ben? Yine aynı kapıya çıktık. Hanımlar beyefendiler, siz siz olun -sızlar ve -sizlerden uzak durun, gerçi parasız da var ama biz ona yoksul diyelim, yoksul daha hoş kaçar; yoksul yoksul, evet parasız olur muymuş canım? Peh! Parasızmış! Bu devirde kim parasız canım? Soruyorum kendime, Parasızsan Kadıköy’e gel, KADIKÖY, RIHTIM, yoksulların zengin olduğu iskele. 

OSCAR WILDE’A SESLENİŞ

Yahu Oscar Wilde sana sesleniyorum, sen gel bir de estetiği burada yaşa dicem de adam gelse İrlanda’dan buraya kalkar kalkmaz -malumunuz yerden- zengin! Tam da zamanıymış be aslında iki gözümün, 2022 İstanbul’da, Oscar Wilde… Of be! Wilde için istesem istesem bunu isterdim, ha, zaman dedim ya! Zaman, toprağın cananı; toprağın düşmanı. İki ucu boklu değnek anlayacağınız. Gerçi ZAMANIMIZ bol… Ben iki saate değil Oscar Wilde’ı, tüm İrlandalı yazarları buraya getiririm: JOYCE, BECKETT, SHAW, MOORE, YEATSS… Of Yeats buraya gelse de görse Byzantium kentini. Fakat kendisinin de dediği gibi, “That is no country for old man”. Artık yaşlandınız Yeats yaşlandınız, zamanın ellerinde çürüdünüz bedeninizle, etinizle, kemiğinizle, zaman ki ellerin en dikenlisi, nice yürekleri söndürmüş, nice ciğerleri doldurmuş ölümcül dumanıyla, zamanın elleri bir gün herkesin boynuna sarılacak ve başladığı işi eeenn küçük birimiyle, saliseler içinde bitirecek… Fakat bir yere ulaşamaz elleri ne akrebin ne yelkovanın, o da sanattır dostlarım. Sanat ebedidir. Ebedi olmak da bir sanattır. Bedenler ölürken, ruhlar yaşar ve zamanı ele geçirirler, zamanın ruhu kavramı nereden gelir sanırsınız? Bedeni ele geçirilmiş bir Kronos’tan başkası değildir, bilirim. Yeats de bilir bunu ve der ki “gather me into the artifice of eternity”. Yani alın beni bir araya getirin, sanatında ebediyetin. İstanbul’da, Kadıköy’de, yere bozukluklar bırakmış o güzel insanların, o kedilerin memleketinde, KEDİKÖY’de.