Cumhur İttifakı'na kötü haber: Ekonomideki kriz tabloya yansıdı!
Sosyal Demokrasi Vakfı Başkanı (SODEV) ve AKSOY Araştırma Şirketi'nin kurucusu Ertan Aksoy; gündemdeki son gelişmeleri, verilere dayalı analizlerle, siyasilerin gündem belirleyen açıklamalarını ve bu açıklamaların toplum üzerindeki etkilerini Cumhuriyet için değerlendiriyor. İşte Ertan Aksoy'un bu haftaki değerlendirmesi...
cumhuriyet.com.trÜlkemizde eğer bir hata kolektif olarak yapılıyorsa hata olarak tanımlanmıyor. Daha özeti kolektif hata, hata olarak görülmüyor. Buna en iyi örneklerden birinin AKP’nin 2002’den bu yana nasıl iktidarda kaldığını yorumlayan muhalif kesimden geldiğine inanıyorum. Yakın geçmişte biz sosyal demokratlar çok sayıda seçimi kaybettik ve hemen ardından bir araya gelerek “biz neden kaybettik onlar neden kazandı” (panellerin başlıkları bile hemen hemen buydu) tartışmaları yaptık.
Sıklıkla içinde bulunduğum bu tartışmalarda, analizler büyük oranda AKP’nin lideri ve kadrolarının muhafazakar olduğu, ihtiyaç halinde milliyetçi (kimine göre ırkçı) söylem ve politikalar geliştirdiği üzerine yoğunlaşırdı. Bu analizlerin sonunda da toplumun sosyolojisinin bunları almaya hazır olduğu eklenir “halkımızı aydınlatmamız lazım” ile de bitirilirdi.
Türkiye solunun/muhalefetinin kendini aydın, toplumu aydınlatılması gereken bir insan topluluğu olarak görmesi problemini başka bir yazıya bırakmak gerektiğini düşünerek o konuya girmeyeceğim. Konumuza dönecek olursak, AKP ve liderinin muhafazakar ve milliyetçi politikalar yürüttüğünde hemfikirim. Ayrıştığım yer, o genel kabulde olduğu gibi bunların tek başına seçim kazandırdığı varsayımı. Ben Türkiye sağında ve hatta genel Türkiye’nin toplumsal yapısında inançlı olmayı, milliyetçi örüntüler içermeyi bir gerek koşul olarak görürüm ama yeter koşul olarak görmem. Eğer yeter koşul olsaydı bu kodları taşıyan her siyasi liderin tek tek iktidara gelmesi gerekirdi. Bana göre Erdoğan, bu iki temel koşulun üzerine büyük bir yeter koşul ekledi. O da yöneteceğine/yönettiğine inandırmasıydı.
Yöneteceğine inandırmanın ne kadar önemli olduğunu bildiği için sistemli olarak kendisinin “ne kadar iyi yönettiğine” dair söylem üretmekle birlikte, “muhalefetin de ne kadar yönetme yeteneğinden yoksun olduğuna” dair de söylem üretti. Bunu en başından bu yana yaptı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde cümleye sıklıkla “Refahlı belediyeler” diye başlamasının nedeni de buydu. Biz yönetiriz üzerine kurulu bir stratejiydi. Çünkü biliyordu ki, insan sokakta satış yapan bir simitçi tablasını birine devrederken de, koca bir ülkenin iktidarını devrederken de aynı duygu, aynı arayış ile hareket ediyordu. O duygu “yönetebilecek olana devretme” duygusuydu.
2002 yılından bu yana Erdoğan’ın bu konuda sonuç aldığını kabul etmekle birlikte 2019 yerel seçimlerinden bu yana durumun değiştiğini ve hatta geldiğimiz yer itibariyle tam tersi olduğunu net olarak ifade edebilirim. Yaklaşık 2018 yılından bu yana bitmeyen ekonomik kriz ortamında muhalefet durumu değiştiren iki önemli hamle yaptı. Birincisi sosyal demokrat belediyeciliğin en güçlü örneklerini sergileyerek, sadece imar işlerine değil toplumun somut sorunlarına karşı somut çözümlere odaklandı. Ülkede kamudaki çöken kurumsal kapasitenin boşta bıraktığı her ihtiyaca koştu. Başta büyükşehir belediyeleri olmak üzere ilçe ve belde belediyeleriyle birlikte her ihtiyaç halinde hızlı ve etkin sonuçlar yarattı. Ve geldiğimiz yer itibariyle, artık ülkede orman yangını olsa toplum CHP’li belediyelere çağrı yapıyor. Sel taşkınlarında yaşamların kurtulması için yine CHP’li belediyelere çağrı yapıyor. Öğrenci yurtlarında internet zayıfladığında bile CHP’li belediyelere çağrı yapıyor. Özetle toplum somut sorunlarına somut çözümleri sosyal demokrat belediyelerde arıyor.
İkinci önemli hamle ise başta Sayın Kılıçdaroğlu olmak üzere muhalefetteki liderler iktidarın tüm çabasına rağmen, iktidarın yapay gündemlerine rağmen inat ve ısrarla toplumun gerçek gündemine bağlı kaldı. İktidar istedi ki, muhalefet inancı konuşsun kimliği konuşsun hatta iktidar muhalefeti yargılasın bunun karşısında muhalefet de “ama”lı, “fakat”lı cümlelerle kendini ifade etmeye, savunmaya çalışsın. Bu sayede ne işsizlik, ne yoksulluk, ne eğitim ne de ülkenin kötü gidişatı konuşulmasın. Biz aylardır haftalık grup konuşmalarının metinlerini analiz ediyoruz. Hemen hemen her hafta iktidarın muhalefeti millet, zillet, illet vb tekerlemeden hallice yaftalama söylemlerine karşı muhalefetin yoksulluk, işsizlik gibi konuları söylemlerine taşıdığını görüyoruz.
İşte tüm bu hem yerel yönetimler üzerinden toplumun yaralarını sarma çabası hem de parti liderlerinin toplumun gerçek gündemine bağlı kalarak sözcülüğünü üstlenmesi vatandaşta muhalefetin genel iktidara gelmesi halinde yöneteceğine dair inancı yükseltti. Bu durumu kademe kademe izledik. Seçmen davranışını etkileyen 6 başlıkta sürekli olarak iktidarın nasıl yönettiğini muhalefetin en büyük partisinin lideri olan Kılıçdaroğlu’nun ise iktidara gelmesi halinde nasıl yöneteceğini sorduk. Önceleri Erdoğan’ın altı başlıkta önde çıktığını görürdük. Sonra 2019 sonrası süreçte Kılıçdaroğlu’nun 6 başlığın 3’ünde öne geçtiğini gördük. Bu başlıklar ekonomi, adalet ve eğitimdi. Şimdi ise 6 başlığın 6’sında da öne geçtiğini görüyoruz. Gelin analizi biraz daha genişleterek iktidarın ve muhalefetin iki büyük partisinin liderleri üzerinden inceleyelim.
Bu hafta yaptığımız ölçümde Cumhur İttifakından Erdoğan’ın 6 başlıkta nasıl yönettiğini, yine aynı ittifaktan Bahçeli’nin ise nasıl yöneteceğini sorduk. Sonuçlar tablolardaki gibi.
Gördüğünüz üzere 1 çok kötü ve 5 çok iyi olmak üzere 5 üzerinden değerlendirildiğinde ekonomi en kötü başlığı oluşturmakta. Örneğin sağlıkta iyi yönettiğini ifade edenlerin oranı % 34,8 iken ekonomide bu oran %19,6’ya geriliyor. Şunu da eklemem gerekir ki Ukrayna/Rusya savaşı çıkmadan önce dış politika ve güvenlik konularındaki puanı eğitimin puanına benzerdi. Bu anlamda savaştaki süreç yönetiminin olumlu bakışı bu iki başlıkta artırdığını söylemeliyiz.
İttifakın diğer temsilcisi Bahçeli’nin güvenlik konusunda diğer konulara göre çok az daha fazla aldığı anlaşılmakta. Güvenlik konusunu iyi yöneteceğini ifade edenlerin oranı %23,3 iken ekonomiyi iyi yöneteceğini düşünenlerin oranı %17,5’te kalıyor.
Gelelim muhalefet bloğuna. Yine seçmenin oy tercihini en çok etkileyen 6 başlıkta muhalefetin nasıl yöneteceğini sorduğumuzda tablo iktidara göre daha iyi çıkıyor.
Tablolardan da gördüğümüz üzere Sayın Kılıçdaroğlu 6 başlığın tamamında Erdoğan’ı da Bahçeli’yi de geride bırakıyor. Bu altı başlıkta bir konuya özellikle dikkat çekmek istiyorum. Ekonomi konusunda toplumun %19,6’sı Erdoğan’ın iyi yönettiğini ifade ederken Sayın Kılıçdaroğlu’nun iyi yöneteceğini ifade edenlerin oranı %36,7’ye denk geliyor. Bu tabloların neyi ifade ettiğini daha doğru anlamak açısından, ekonomi konusunda Erdoğan’ın ortalamasının 5 üzerinden 2.2 olmasının yüzlük sistemdeki karşılığının 44 olduğunu, yine Sayın Kılıçdaroğlu’nun ortalamasının 2.8 ile yüzlük sistemde 56’lık bir desteğe denk geldiğini belirtmek isterim. Dolayısıyla bu anlamlı bir farktır. Şüphesiz ki farkın daha çok açılması hem mümkün hem gerekli. Fakat bugün itibariyle toplumun muhalefete olan inancındaki artışı göstermesi açısından önemli olduğuna inanıyorum.
Yine muhalif blokta bulunan bir diğer liderin yöneteceğine dair inancı incelediğimizde Sayın Akşener’in de iktidarda bulunan liderlere göre görece daha güçlü bir sonuç aldığını görmekteyiz.
Sayın Akşener’e özgü bir durum da tüm başlıklarda aynı puanı alabilmesi.
İktidarın iyi yönettiğine dair inancın kaybolması sürecine dair katkı veren kurmay kadrolar da var. Ekonomideki toparlanma faaliyetlerine motivasyon konuşmalarını ekleyen Bakan Nebati’nin açıklamaları toplumu motive etmediği gibi iktidarın yöneteceğine dair inancı da kırmakta. Ekonomik gidişatı gözlerden saçılan ışık üzerinden okumayı tercih eden Bakan Nebati’nin bu haftaki açıklamasını Türkiye temsili deneklere izlettik ve katılıyor musunuz diye sorduk. Yanıtları birlikte inceleyelim.
Açıklamayı izleyen deneklerin katılım düzeyleri aşağıdaki gibidir.
Sonuçlardan da anlayacağınız üzere Bakan Nebati hem AKP seçmeninin hem de MHP seçmeninin yarısını bile ikna edememiş. Türkiye genelinde katıldığını ifade edenlerin oranı ise yalnızca %26,5’te kalmakta.
Özetle siyasal yapıda ve toplumun bakışında büyük bir hat değişimi söz konusu. İnanç ve değer siyasetine sıkıştırılmış, sürekli savunmada olan bir muhalefet yerine toplumun sorunlarını önceleyen, yarasını şimdilik tedavi edemese de pansuman yapan, iktidarı savunmaya düşüren ve de iyi yöneteceğine dair inancı artırmış bir muhalefet var.
Gün ağarıyor, umut yeşeriyor…