Bir asırdır yüzleşilmeyen günahlarla yüzleşmek
Bir asırdır affedilmemiş bir günahla yüzleşmeye, sonraki kuşaklara bir belge olarak bırakmak için Gâvur Mahallesi adlı sergisini açan Ahmet Güneştekin, mübadele ve yerinden edinmenin acısını, yurtları elinden alınan insanların geride bıraktıkları yaşamlarını, farklı sanat disiplinleriyle anlatıyor.
Yusuf Körükmezİzmir Kültürpark Atlas Pavyonu, sanatçı Ahmet Güneştekin’in “Gâvur Mahallesi” adlı sergisine ev sahipliği yapıyor. Güneştekin Vakfı ve İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin iş birliğiyle 5 Mart 2023 tarihine kadar sanatseverlerle buluşacak olan ‘Gâvur Mahallesi’nde mübadele ana teması çevresinde göç ve yerinden edilmelerin tarihine odaklanan Güneştekin farklı disiplinlerden çalışmalarını bir araya getirdi. Biz de Ahmet Güneştekin ile mülteci karşıtı kampanyalara ve mülteciler üzerindeki pazarlıklara tanık olunduğumuz bu zamanda göç ve sanatı konuştuk.
Sergiyi konuşmaya başlamadan önce İzmir’e yerleşmeyi seçen bir sanatçı olduğunuz için, neden İzmir’e, Urla’ya yerleşmeyi seçtiğinizden konuşmak isteriz. Neden ve nasıl aldınız bu kararı?
2021 yazında Bodrum’da açılan Kutsal Ağaçlar sergisiyle birlikte oluşmaya başlayan bir düşünce. Bu coğrafyayı seviyorum. İnsanlarıyla doğasıyla seviyorum. Bir süredir de vakıf açmayı planlıyordum ve bazı şeyler üst üste geldi. Güneştekin Vakfı açıldı ve vakfın ilk sergi projesi Gâvur Mahallesi oldu. Önümüzdeki yıl Urla’da kapılarını açacak Güneştekin Art Refinery ile de çalışmalarına devam edecek. Çoğunlukla İstanbul’da kalıyor ve işlerimi oradan yönetiyorum ama bir ayağım her zaman İzmir’de olacak.
Serginiz genel olarak zorla göç ve etnisite, sınır gibi temalarla kesişen bir noktaya odaklanıyor. Bu temalara odaklanma sebebiniz nedir?
İçinde yaşadığımız dünyanın en yakıcı sorunlarını bu kavramlar üzerinden tartışabiliyoruz. Duvarlar dikmekten, vize ve seyahat yasaklarına, mülteciler üzerindeki pazarlıklara kadar uzanan bir takım ayrıştırıcı uygulamalara tanık olduğumuz bir zamanda yaşıyoruz. Küresel mülteci ve göçmen dalgalarıyla daha da görünür olan bazı ayrıştırıcı uygulamaların insanlık dışı olduğunu düşünüyorum ve üzerinde çalıştığım kavramlara bu düşünceden yaklaşıyorum. Göçler ve onunla doğan sorunlar belirli bir coğrafyanın sorunu değil, insanlığın ortak sorunu. Bu ortak acıyı anlatan sanatsal uygulamaların da insanca yaşama hakkını öne çıkarması gerektiğini düşünüyorum. En önemlisi kendini ifade edemeyen toplulukların hayalleri ve dramları üzerinde çalıştığınızın bilincinde olmalısınız. Sanatsal üretimlerde sorunun çözümüne ilişkin kapı aralayan yorumlar ahlaki ve insani değerleri öne çıkarmalı.
(Hafıza Tepesi: Güneştekin bu eseri yaratırken Hrant Dink suikastı, Roboski katliamı ve Soma faciasından esinlendiğini söyledi.)
Bu temalar aynı zamanda insan haklarıyla doğrudan ilişkili. Bugün Türkiye ve dünyada süregiden ve kamuoyunun sıcak tartışma konularından biri olan göç ile ilgili nasıl bir değerlendirme yaparsınız?
Son yıllarda dünya genelinde hem toplumlar hem de yönetimler mültecilere karşı daha az toleranslı hale geldi. Herhangi bir tür göçmen için daha fazla yer olmadığını du¨şu¨nu¨yorlar. Yönetimlerin mülteci krizine yönelik sergilediği politika, yalnızca Cenevre Sözleşmesi’ne aykırı değil aynı zamanda insan hakları ve insani değerleri de yok sayar nitelikte. İnsani değerlerin herkes için geçerli olduğu ilkesini benimsemek ve bunun, kültürel kökenlerin çok daha ötesinde önem kazandığını anlamalıyız. Psikolojik ve sosyolojik alanda her bireyin değerli olduğu ilkesi ve her bireyin yaşama hakkına sahip olduğu ilkesini içselleştirmek gerekiyor. Toplumun mültecilerle ilgili ön yargılarının kırılmasında sanatsal yaratımlar önemli bir yere sahip olabilir.
Serginiz İzmir’de açıldı. İzmir’de nüfus mübadelesi için önemli mekanlardan biri. Serginin İzmir’de açılışı sizin için ne ifade ediyor?
Burası mübadelenin, insan değiş tokuşunun mekânı, tarihsel bir geçiş güzergahı. Kitlesel olarak bir yerinden yurdundan edilmenin konusu. Küçük Asya mültecilerinin Ege kıyılarından Yunanistan’a giriş rotası, neredeyse bir asır sonra, Afrika ve Asya’nın çeşitli bölgelerinden gelen göçmenler için Avrupa’ya geçiş rotası. Bu güzergahın bir devamlılığı var. Burası büyük kopuşların ve yer değiştirmelerin mekânı. Gâvur Mahallesi’nde bu devamlılıkları insanlık tarihi açısından okumaya yöneliyorum. Göç nesneleriyle çalıştığım işler, yaklaşık iki milyon insanın evleriyle, geçmişleriyle olan bağlarını koparan ve onları başka bir yerde hayatlarını yeniden kurmaya zorlayan mübadelenin mirasına yıkıntıların ötesinden nasıl bakabileceğimizi soruyor. Bu devamlılığı bugün nasıl yorumlayabileceğimizi gösteriyor.
(Mübadilin Kayığı: Türkiye-Yunanistan nüfus mübadelesini simgeleyen bu eserde kullanılan valizler 1900'lerin başında üretildi.)
Serginizin ismi ‘Gâvur Mahallesi’ni neden seçtiniz? İzleyiciye ne anlatıyor?
Gâvur Mahallesi Diyarbakır’da bir zamanlar gayrimüslimlerin yaşadığı bir mahalle. Margosyan orada geçen çocukluğunu anlatır Gâvur Mahallesi romanında. Bu başlığın Anadolu’nun bir zamanlar gayrimüslimlerin yaşadığı tüm mahalleleri için geçerli olduğunu söyleyebilirim. Onun anlattığı, benim de sergiyi üzerine inşa ettiğim düşünce kapsayıcı birçok kültürlülük. Yani farklı grupların kültürel uygulamalarının daha geniş kültür tarafından kabul edilmesi anlamına geliyor. Yan yana birbirine dokunmadan yaşamaktan farklı bir şey. İnsanların günlük yaşamlarında kullandığı dillerin çeşitliliği ve birbirine geçme hali bunu en iyi örneği. Sergi için çalıştığım işler aynı coğrafyadan insanların “etnik” sınırları tanımlayan dinden daha derin bağları paylaştığını gösteriyor. Dil bu bağlardan biri: Girit adasında Arap alfabesiyle yazılmış Yunanca şiirler, Kapadokya’nın Yunan alfabesiyle Türkçe yazan Hristiyan Ortodoks köylüleri, Yunancadan başka bir dil bilmeyen Müslümanların varlığı, bazılarının hala Rumca konuştuğu, bazılarının da Türkçeyi Rumca aksanıyla konuştuğu Ayvalık sakinleri. Birbirinden farklı bakış açılarının, inançların, dillerin ve yaşamların bu geçişken durumu, bu varoluş biçimi, bugünün çağdaş sorunlarına dair sorular sormaya devam ediyor.
Göç, göçmen veya değil pek çok sanatçının eserlerinin konusu ve giderek daha fazla sanatçı çeşitli biçim ve içerikte bu konuyu ele alıyor. Ancak bir yandan da estetik olarak işlemenin zor olduğu bir konu. Siz eserlerinizde estetik ve ajitasyon arasındaki ince çizgiyi nasıl dengeliyorsunuz?
Gâvur Mahallesi’ni göçün koşullandırdığı bir estetik anlayışa dayalı sergilemelerden farklı kılan, tek bir göç teması yerine göç kültürü etrafında biçimlenmesi. Bir şeyi en iyi diğerinin yanına koyduğunuzda nasıl birleşmeye, sohbet etmeye veya birbirlerine karşı çıkmaya başladıklarını görürsünüz. Burada temanın teoriyle birleşmesi gerçekleşiyor. Tema teori olurken, teori de somutlaşıyor. Başka bir deyişle, sergideki videoların göç kültürünü ifade etme şekli, teorik bir çerçeveyi zorunlu kılıyor. Ben göçmenlerin deneyimlerini açıklama iddiasında olmadan, bunun yerine çağdaş kültürü karakterize eden göç hareketlerinin eşit derecede duyusal izlerine atıfta bulunmaya yöneliyorum. Bu tür izlerle karşılaşmak çok farklı estetik deneyimler sunabiliyor. Hareketli görüntülere baktığınızda hatırlama ve unutma eylemi üzerinden giriyorsunuz hafızanın alanına. Hafıza ve onu kaçınılmaz olarak gizleyen veya onunla çelişen unutma perdesi, göç deneyiminin estetiğindeki izlerin bir başka anahtarı. İzlediğiniz bir başkasının geçmişi veya hiç hatırlamadığınız bir geçmişe ait anılarla ilgili olabilir. Yine de bu tür anıları geliştirmek ve teşvik etmek, daha tutarlı bir sosyal dokuya katkıda bulabilir, zaten siyasi potansiyeli de buradan geliyor. Sanatı kültürel çalışmaların bir nesnesi olarak değil, kültürel bir eylem biçimi olarak ele aldığınızda bu ince çizgide durduğunuz yeri de seçmiş oluyorsunuz.
(Göç Yolu)
Biraz da malzeme seçiminizden bahsetmek isteriz. Hangi malzemelerle çalışıyorsunuz ve bu malzemenin estetik anlayışınızla ilişkisini nasıl kuruyorsunuz?
Çalıştığım şeyler yalnızca geleceğin şimdiden farklı olabileceğini değil, geçmişin de farklı şekilde gelişebileceğini anlamak için alan yaratan yapılar. Estetik, özellikle geçmişi taşıyan nesnelerle göç kültürü üzerine bu sergiyle yarattığım estetik karmaşık bir ilişki ağında oluşuyor. Zaman ve hakikatin itici gücü arasında bir yerde. Sadece nesneler değil taş ve metal çalışmalarım, kumaş, seramik ve haraketli görüntüler üzerindeki denemelerim için de aynısını söyleyebilirim. Bir serginin yapısını birbirinden çok farklı dinamikler oluşturabilir. Bu serginin kürasyonu bu anlamda birikim, dönu¨şu¨m, yıkıntı, günlük malzemelerin ve parçaların yeniden örgütlenmesi olarak anlaşılabilir.
Diyarbakır’daki serginiz eleştirilmiş ve saldırılara maruz bırakılmıştı. Türkiye’de sanat ve sanatçının özgürlüğünün de kısıtlandığını biliyoruz. Siz kendi deneyiminizden bu konuya nasıl bakıyorsunuz? Siz, özgürlük alanlarının tesisinde sanatınızı nereye konumlandırıyorsunuz?
Sanat her zaman zorluklarla karşılaşmış, yönetenlerin üzerindeki baskısı her zaman sürmüş. Yine de sanat ve sanatçının yaratımı en zor koşullarda, savaş dönemlerinde dahi devam etmiş. Benim sanatın, sanatçının ve yaratısının özgürlüğünden anladığım, bana bağışlanan özgürlük ve özgür ortamdan çok, bu işin doğasında var olması gereken kuramsal birikimle oluşan yaratım özgürlüğünün varlığı. Düşünsel özgürlüğün tadına varmamış bir eser yaratmanın ne anlamı olabilir? Sanatsal üretim sürecinde kendi sanat anlayışıma bağlı olmak, ona öncelik vermek, kendi perspektifimi tümüyle hâkim kılmak benim kendimi konumladığım yer. Diğer taraftan eleştirinin de nesnel olması gerektiğini düşünüyorum: yani eleştirmen kendi sanat anlayışını bir yana bırakarak, kendi bireysel tercihlerine karşın eleştirinin konusu olan yapıtı üretenin sanat anlayışını da anlayarak değerlendirmeli. Sanatçıyla düşünce olarak ortaklaşması gerekmiyor ama bazı değer ve ölçütlere sahip olmalı. Ancak böyle bir eleştiri sanat ve sanatçının gelişimine ve özgürlüğüne katkı sunabilir.
Son olarak, Türkiye’ye dünyanın her yerinden farklı arka plandan sahip göçmen geliyor ve bunların bir kısmı da elbette sanatçı. Şimdiye kadar göçmen sanatçılarla birlikte çalıştınız mı veya ileriye yönelik bu tür planlarınız var mı?
Güneştekin Vakfı’nı kurma amaçlarımızdan biri de önümüzdeki dönemlerde bu tür iş birlikleri geçekleştirmek. Kültür ve sanatın temel eğitimin vazgeçilmez bileşeni olduğunu savunuyoruz ve sanata erişim olanağını genişletmek için çalışacağız. Sanat eğitimi almak isteyen ama yeterli olanakları olmayanlara burs sağlayacağız, aynı şekilde farklı coğrafyalardan gelen sanatla yaşamını kazanan insanlara ihtiyaç duydukları desteği verecek ve birlikte proje üreteceğiz. Vakıf, yurt içi ve yurt dışında pek çok kurumla iş birliği içinde projeler üretecek, farklı disiplinlerde sanatsal üretimleri ve sergilemeleri destekleyecek. Planladığımız gibi kültürel yayınları da üretmeye devam edeceğiz.
(Yoktunuz)