Beni kovmadıkları sürece yazacağım, parmaklarım bilgisayara vurdukça... Cumhuriyet gazetesi ve ben fakir Özdemir
1960 yılının haziran ayında Ankara’nın ünlü Piknik’inin önünden geçiyorum. Piknik ki kahve desen değil, meyhane desen değil, lokanta desen değil... Fransız “Café”lerinin Türkiye’deki ilk örneği. Masalar terasa çıkmış, kaldırıma dayanmış.
Özdemir İnceSağa sola bakmadan dosdoğru gidiyorum. Arkamdan “Şişt, hişt!” sesleri. Dönüyorum. Ahmed Arif ile Mehmet Kemal.
- Lan oğlum nereye böyle? Okul n’oldu?
- Bitirdim. (27 Mayıs 1960’tan bir-iki gün sonra.)
- Ne oldun?
- Fransızca öğretmeni oldum.
- Sana öğretmenlik mi yaptırırlar lan?
Ahmed Arif: Gel bugün bizim gazetede (Medeniyet, Halkçı) işe başla.
Mehmet Kemal: Radyo müdürü arkadaşım, radyoya sokayım seni.
TRT GÜNLERİ
Gerçekten bana öğretmenlik yaptırmadılar. 1970 yılında öğretmenlikten istifa ettim. TRT Yönetim Kurulu’nda tanıdıklarım vardı (Emil Galip Sandalcı, Muammer Sun ve Sunuhi Cav), beni TRT’ye çağırdılar. Semih Tuğrul ile Turgut Özakman genel müdür yardımcısı idiler ve Adnan Öztrak genel müdür idi. Adnan bey, Fransa’dan aldığım diploma ile sertifikayı pek beğendi. Önce Emil Galip’in yanında dış haberlerde çalıştım sonra TRT televizyonunun kurucularından biri oldum. O sıralarda da tanınmış bir şair, yazar ve çevirmendim. Olanlar bu nedenle oldu.
Ama bu şenlik 1982’de bitti. TRT’den atıldım. Hayatım boyunca kimseden iş istemediğim, bana iş vermek kimsenin aklına gelmediği için işsiz kaldım. Oysa Milliyet’in Ankara Temsilcisi Orhan Tokatlı Birinci Basın Sitesi’nde benimle aynı binada oturmakta idi. Cumhuriyet gazetesinin ağır toplarından Mustafa Ekmekçi aynı sitede oturmakta idi. Bunun üzerine oturup çeviri yapmaya; dergilerde edebi ve siyasi yazılar yazmaya başladım. Bu yazıların tamamı kitaplarımdadır. Önümdekini ısırıyor, arkamdakini tepiyordum. Bir başbelası olmuştum.
1988 yılında oğlum Tan (Bey) Hacettepe Tıp Fakültesi’ni bitirdi ve aynı günlerde ABD’nin New Jersey Üniversitesi’nden altı yıllık karşılıksız burs önerisi aldı ve New York’a gitti. Artık Ülker ve ben özgürleşmiştik.
İLHAN SELÇUK’LA KARŞILAŞMAMIZ
Bir yaz günü (1989 yılı olabilir) Erdal Öz, “Gel enişte, yayınevinde (Can Yayınları) çalışalım, beleşine danışmanlık yapmazsın para da alırsın” dedi. Üçdört ay sonrasına söz verdim, sonra Ülker’le birlikte işe başladık.
O yıl, bir gün, Pera Palas Oteli’nin birinci kattaki helasından çıkmış aşağı iniyorduk. Biri merdivenden yukarı çıkıyordu, durdu, “İşte benim hayran olduğum adam!” dedi. Ben arkama baktım. “Arkana bakma, sana diyorum!” dedi. O çıktı, biz indik merdiveni. Baktım İlhan Selçuk. El sıkıştık. İltifat etti ve “Bana bir uğra!” dedi. Ama ne bilsin İlhan Selçuk, Özdemir’e “Salı günü, öğleden sonra beni görmeye gel!” denileceğini. Hayatım boyunca davet edilmeden, davetin günü ve saati belli olmadan kimsenin işyerine, bürosuna gitmemiştim. Can Yayınları ve Cumhuriyet gazetesi Cağaloğlu’nda idi, Oktay Akbal’ı bile görmeye gitmemiştim. İster megolomani, ister yabanilik deyin, ben böyleyim. İstanbullu değilim! İlhan Selçuk’u “bir gün” görmeye gitmedim. Cumhuriyet gazetesinin kuruluş günü kutlamalarında beni hep yanına oturttu. Ama ben artık 2 Ocak 2000’den itibaren Hürriyet gazetesinde yazıyordum. Bana “Gel, yaz!” deseydi, bir saniye bile düşünmezdim.
COŞKUN’DAN GELEN TELEFON
31 Mart 2012 günü Hürriyet gazetesinden atıldım. 1 Nisan 2012 günü son yazımı yazdım ve o sırada Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Alev Coşkun bana telefon edip “Sakın kimseye söz verme” dedi. Kimseden öneri gelmedi. Ancak o zamanın Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu beni istememiş. Alev Coşkun üzülerek söyledi. Ben bu arada Aydınlık’ta yazmaya başladım ama kısa sürdü. Bu arada Cumhuriyet’in yönetimine ikinci cumhuriyetçiler gelmişti. Alev Coşkun bir kez de onlara önerdi, onlar da reddetti. Ben bir site kurmuş orada yazıyordum.
O sıralar Balıkpazarı’ındaki Cumhuriyet Lokantası’nda buluşuyorduk. Müdavimler arasında Alev Coşkun ve ben de vardık. Alev Coşkun, Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu’nu mahkemeye vermişti. Bana “Davayı kazandığımın ertesi günü yazmaya başlayacaksın” diyordu. Ben de “Bedavaya yazarım!” diyordum.
Nihayet 10 Eylül 2018 günü Farilya’daki eve telefon etti. Davayı kazanmıştı. “Haftada üç gün salı, cuma ve pazar günleri yazacaksın. Benden haber bekle” dedi. 16 Eylül’de telefon etti ve ilk yazım, “Alet Çantamı Açıyorum” 17 Eylül 2018 günü yayımlandı. Haftada üç gün yazılarımı yayımlıyorlar, üstelik para da veriyorlar. Benim sütunumda “Yazarımız yıllık izninin bir bölümünü kullanıyor” diye yazmaz. Hep yazarım.
Bundan sonra ne olacak? Beni kovmadıkları sürece yazacağım. Parmaklarım bilgisayara vurdukça. 1 Eylül 2026 günü doksan yaşıma gireceğim. Alev de benden birkaç gün önce 90’ına girecek. İşte o yıl Cumhuriyet ve Cumhuriyet gazetesinin şerefine kadeh kaldırmak isterim.