Barış Terkoğlu yazdı: 'Erdoğan, millet için artık bir çözüm umudu değil, ağır bir yük'
Gazetemiz yazarı Barış Terkoğlu bugünkü, 'Cumhurbaşkanı adayı kim olmalı?' başlıklı yazısında Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ'ın , 'Cumhurbaşkanı adayımız Mansur Yavaş' açıklamasına değindi. Yurttaşın aynı filmi tekrar görmek istemediğini söyleyen Terkoğlu, "Bütün anketlerin en büyük partisi 'Erdoğan Gitsin Partisi.' Erdoğan, millet için artık bir çözüm umudu değil, ağır bir yük" dedi.
cumhuriyet.com.trGazetemiz yazarı Barış Terkoğlu, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın Cumhurbaşkanı adayı olarak Mansur Yavaş ismini açıklamasının ardından siyasetteki gelişmelere ve muhalefetin Cumhurbaşkanlığı seçimi için aday belirleme sürecine değindi.
Yurttaşın artık sabrının kalmadığını belirten Terkoğlu, "Bütün anketlerin en büyük partisi “Erdoğan Gitsin Partisi.” Erdoğan, millet için artık bir çözüm umudu değil, ağır bir yük. Etin fiyatının, orman yangınlarının söndürülememesinin, fırtınada çöken yolların bile sorumlusu o. Halk, sırtında kambura dönüşmüş bu yükü söküp atacak, etten kemikten insanı, kendinden birini arıyor" dedi.
Barış Terkoğlu'nun yazısı şu şekilde:
“Söylediğinde değil, duyulduğunda tamamlanıyor insan” Geçenlerde çıkan Amsterdam romanında okudum (Başar Başaran, Doğan Kitap). İnsanın sözü, kendi dudaklarında mı yoksa başkasının kulaklarında mı başlıyor diye düşündüm.
Her yerde açıklamasının tartışıldığı gün Ümit Özdağ’ı aradım. En çok merak edilen soruydu: Ne yapmaya çalışıyor? Kimi onu iktidar ile iş tutmakla suçluyordu. Kimi kendi küçük tabanını büyütmek için hamle yaptığına inanıyordu. Kimi de şahsi özelliklerine bağlıyordu. Hangi yanıtı verirse versin, tartışmasız 6’lı muhalefetin mensuplarının tamamı ona kızgındı.
Aradım, doğrudan sordum. “Ne yapmaya çalışıyorsunuz” dedim. “Ben bir siyasi parti başkanıyım, ülkeyi dolaşıyorum, milletin Mansur Yavaş isminde mutabık olduğunu gördüm, adını söyledim” dedi.
Telefonu kapattıktan sonra içimden geçirdim: Sahi sorun Ümit Özdağ’da mı? Ya da Mansur Yavaş adında mı? Boş verin parti başkanını, görüşü ne olursa olsun herhangi bir vatandaşa, cumhurbaşkanı adayı önerdi diye kızmalı mıyız? Yoksa yine ilk düğme baştan yanlış ilikleniyor da ardından gelen tüm adımlar yanlış mı atılıyor? Hıncımızı düğmeden ya da ilikten mi alıyoruz?
Mesele Özdağ’dan ibaret olsa “kişisel” der geçerdim. Ancak hiç de öyle olmadığını gördüm...
Geçen günlerde bir CHP milletvekiliyle denk geldik. Elbette hepimizin aklına ilk gelen sorular seçimle ilgiliydi. Merakla sıraladık. Ancak çarpıcı bir yanıt aldık: “Emin olun bu konulara dair siz bizden daha çok şey biliyorsunuz!” Sorduklarımızın cevabı onda yoktu. Kimin aday olacağı bir yana, muhalefetin adayının nasıl belirleneceğini, sürece kimlerin nasıl katılacağını dahi bilmiyordu.
Aslında görünen köye kılavuza gerek yok. Köy kahvelerinde bile bu tartışılıyor, gazeteciler seçimi konuşuyor, anketçiler yorumluyor, siyaset bilimciler analiz ediyor. Gelgelelim, halkın kendisi adına siyaset yapsın diye oy verdiği siyasetçiler bile, tarihin dönüm noktasına karşı kayıtsız görünüyor.
Üstelik yalnız siyasetçiler değil...
Diyelim muhalif görünümlü bir gazetedesiniz. Cumhurbaşkanı arayışlarını konuşmak istiyorsunuz. Ya da bir sivil toplum örgütündesiniz. Çorbada benim de tuzum olsun diyorsunuz. Karşılığında hep aynı tavrı görüyorsunuz. Parmak ağza gidiyor. Hastanelerde fotoğrafı asılı hemşire taklit ediliyor: “Şşşş, sürece zarar verme!”
VESAYET RENK DEĞİŞTİRDİ
Bir dönem kendisine liberal diyen ama hiç de özgürlükçü olmayan kişilerin ezberiydi. Yemek tarifi sorsanız, “çünkü askeri vesayet” diyorlardı. Ekonominin kötüleşmesinin, toplumsal bozulmanın, siyasetin yozlaşmasının sebebi onlara göre hep aynıydı. Süreç gösterdi ki her soruya “askeri vesayet” yanıtı verenler pek de iyi niyetli değil. Aslında kendi cevaplarına soru arıyorlardı. Cumhuriyetin kurumlarının tasfiye operasyonu için, insanların zihinlerine hamurdan kalıplar yerleştiriyorlardı.
Devir değişti. Ortada ne asker kaldı ne de askeri vesayet diyen liberal. Hepsini yıkıp apartman yaptılar! Artık bütün kurumlar, bütün kurullar, ekonomi ya da siyaset hepsi tek kişinin vesayeti altında. 100 yıl önce, ülke işgal altındayken, başkomutanını bile tartışarak seçen Meclis dahi canını teslim etmiş. Yerçekimi yasalarının farkında olmamanız, yüksekten düşmenizi engellemiyor. Seçim yasaları tartışılırken Meclis’in haline bakın. Kürsüde bir konuşmacı var, sıralar ise bomboş. Daha fenası; “İçeride maç izliyorlar” diye durumun açıklanması.
Öte yandan...
‘ERDOĞAN GİTSİN’ PARTİSİ
İnsanın gölgesinin kendisinden başka ama kendisiyle olması gibi. İktidarın tek kişilik vesayet rejimi kendisini bir başka şekilde muhalefette de üretti. Siyaset toplumun içinde üretilen, milletin kendisiyle yürütülen, yanıtını halktan alan bir mesele olmaktan çıktı. Bir dayatma haline geldi.
Üstelik gözümüzün önünde...
Hatırlayın, 2014 yılında, benzerini izledik. Kılıçdaroğlu ve Bahçeli bir masaya oturdu, “Ekmeleddin” dedi. İki partinin de en kritik isimleri bile televizyondan öğrendi. Bir sonraki seçimde, Ekmeleddin Bey, ekmek için değil, MHP milletvekili olup Erdoğan için çalıştı. 2018’deki seçimde herkes kendi adayını çıkardı. Muharrem İnce için bütün milletten oy isteyen parti, İnce’ye kendi parti üyeliğini bile uygun görmedi. Şimdi de altı kişiden başka herkese “susun” denilerek Türkiye’nin geleceğine kader yazılıyor.
Yolumuzu çevirip, kolumuzdan çekip, “bir daha olmasın” diyen vatandaşlara bakılırsa halk aynı filmi tekrar görmek istemiyor. Kahraman aramıyor, Mesih beklemiyor. Onun aklı da öfkesi de tabelalardaki örgütlerin önünde. Bütün anketlerin en büyük partisi “Erdoğan Gitsin Partisi.” Erdoğan, millet için artık bir çözüm umudu değil, ağır bir yük. Etin fiyatının, orman yangınlarının söndürülememesinin, fırtınada çöken yolların bile sorumlusu o. Halk, sırtında kambura dönüşmüş bu yükü söküp atacak, etten kemikten insanı, kendinden birini arıyor.
ADAY NEREDEN ÇIKMALI?
Öyleyse iktidarın tek adamlı vesayet rejimini parçalamanın yolu belli: Muhalefeti vesayetsizleştirmek! Sorun siyasetten çözüm de siyasetten ise siyaseti kendisinden çalınan topluma siyaset yapma hakkını geri vermek. Sendikalarıyla, örgütleriyle, sokaklarıyla, meydanlarıyla; milletin “nasıl bir iktidar” sorusunu aramak. Önce hayalini, sonra adayını, bu arayışın içinden çıkarmak. Türk tarihinin en kritik dönümlerinden birine 14 ay kala, millet bunu yapmayacaksa ne zaman yapacak?
İşte Ümit Özdağ’ın önerisinin, dipteki kumu bu denli kaldırmasının sırrı burada. Günlerce süren kafa karışıklığının büyüklüğü, Zafer Partisi’nin oy gücünden gelmiyor. Birikmiş değişim isteğine, “siz susun, biz 6 kişiyiz” diyen muhalefetin yarattığı hem heyecansız hem kırılgan statüko, en basit rüzgârda bile haliyle dalgalanıyor. Millet adına Cumhuriyeti yönetecek bir siyaset yerine, kendisine perde ardında altı kollu bir baş arayan siyaset; bir Twitter mesajıyla ya da bir sözle, türbülansa giriyor.
Varlığı insan yapan, kendi kaderini yine kendisinin yazması. Kendi sözümüzü bir başkasına emanet edince kendimizden de vazgeçmiş oluyoruz. Hayatın içerisinden çıkacak gerçeği, bir masanın mucizesinde aramaya gerek var mı!"