Almanya, Merkel ve Kıbrıs...

Almanya, Merkel ve Kıbrıs...

cumhuriyet.com.tr

Merkel’in Kıbrıs’ta takındığı son tutum ile Almanya Kıbrıs konusunda tarafsız ve yapıcı bir rol oynama yeteneğini kaybetmiştir. Bu tutumuyla Merkel, Kıbrıs Rum tarafına çözümsüzlüğü gönül rahatlığı içinde tercih etmekten başka seçenek bırakmamıştır.

Daha önce 2007’de Bundestag’da Kıbrıs sorunu çözülmeden Kıbrıs’ın AB’ye üye alınmasının “hata” olduğunu söylemiş bulunan Almanya Başbakanı Sayın Merkel’in 11 Ocak 2011 tarihinde Güney Kıbrıs’a yaptığı günübirlik ziyarette Rumlardan yana dile getirdiği görüşlere ve iddialara dair haberler, bize, soğuk savaş döneminde komünist Doğu Almanya’nın liderlerinin Kıbrıs Rum yöneticilerle buluşmalarında verdikleri Rumları tutan demeçleri ve fotoğraf kareleriyle yansıtılan dostluk manzaralarını hatırlatmıştır.

Kimyaları aynı

Merkel, Doğu Almanya’da büyüyüp yetişmiştir. Oradaki kapalı ve baskıcı rejim altında eğitimini, öğrenimini tamamlamış ve meslek sahibi olmuştur.

Hristofyas komünist kökenlidir. Tahsilini Moskova’da yapmıştır.

Her iki lider de Rusçaya hâkimdirler. Bu faktörler sanırım Merkel ile Hristofyas’ın kimyalarının uyuşmasına katkıda bulunmuştur.

Muhtemeldir ki, Merkel, Kıbrıs konusundaki ilk temel bilgilerini, 1974’teki gelişmeler hakkında Rumların görüşleri ve iddiaları doğrultusunda sansürlü Doğu Alman basınında Varşova Paktı devletlerine mahsus basmakalıp ifadelerle çıkan demeçleri ve haberleri okuyarak edinmiştir.

Bu yüzden de kişisel olarak Kıbrıs sorununun 1974’te ortaya çıktığını düşünüyor olması fazla şaşırtıcı değildir. Şaşırtıcı ve hatta kabul edilmez olan, bu düşüncelerini Almanya gibi büyük bir devletin adına dile getiriyor olmasıdır.

Merkel’in Güney Kıbrıs’ı ziyaretindeki beyanlarına haklı olarak “tepki gösteren” Başbakan Sayın Erdoğan’ın sözleri hakkında bir açıklama yapan Almanya hükümet sözcüsü, Başbakan Merkel’in Kıbrıs sorunu hakkında “tarih dersi almaya ihtiyacı olmadığını” ifade etmiştir.

Ders almaya ihtiyaç duyup duymama kişisel bir tercihtir; karışılamaz.

Bununla beraber, ders verme niyeti taşımadan, Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren bilgilerdeki kasıtlı veya kasıtsız yanlışlıkları ve eksiklikleri düzeltmede Türk vatandaşlarına da düşen görevler olduğunun bilinci içinde, bazı bilgilerimizi paylaşmak istiyoruz.

Alman sözcü, Merkel’in “1974 yılında Türk askerlerinin adanın kuzeyini işgal ettiğini bildiğini” belirtmiş ve Kıbrıs sorununun “36.5” yıldır var olduğunu vurgulamıştır. Bu da, Almanlarda, Kıbrıs sorununun tarihçesine ilişkin bir bilgi yetersizliği bulunduğunu ortaya koymaktadır. Çünkü, Kıbrıs sorunu, 1960’tan sonraki aşamasında, Rumların iddia ettiği üzere Temmuz 1974’te değil, Kıbrıslı Rumların Kıbrıslı Türklere saldırmaları üzerine 1963 Noel’inde ortaya çıkmış ve 26 Aralık 1963 tarihinde BM Güvenlik Konseyi’nin gündemine girmiştir. BMGS son raporunda da Kıbrıs konusunun 47 yıldır BM Güvenlik Konseyi’nin gündeminde bulunduğunu hatırlatmıştır.

“İşgal” konusuna gelince: Alman dostlarımızın, Makarios’un BM Güvenlik Konseyi’nde 19 Temmuz 1974 tarihinde yaptığı ve “Yunanistan’ı adayı işgal etmekle suçlayan” konuşmasını ve Yunanistan Büyükelçisi’nin de cevaben Makarios’u “1963 Aralık ayında feci çatışmaların ortaya çıkmasına ve böylece adanın yeşil hat boyunca fiilen bölünmesine sebep olmakla” itham eden sözlerini içeren S/PV.1780 sayılı toplantı zabtını okumalarını salık veririz.

“Yeşil Hat”

Kıbrıs’taki bölünmüşlüğün simge kavramı “Yeşil Hattır”. Bu hat 1974’te değil, Rumların Kıbrıslı Türklere saldırmaya başlaması üzerine geçici olarak görevlendirilen Barış Gücü’nün komutanı İngiliz Generali Young tarafından, Lefkoşa’da Türklerin ve Rumların yaşadıkları yerler arasında bir güvenlik şeridi oluşturmak amacıyla 1963 Aralık ayında harita üzerinde yeşil kalemle çizilmiştir. Lefkoşa 1963 sonunda iki ayrı yönetim halinde ikiye bölünmüştür.

Alman hukukçular

Kıbrıs sorununun evveliyatını bilme açısından Almanya aslında önemli bir avantaja sahiptir. 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasasına göre kurulan üç üyeli Yüksek Anayasa Mahkemesi’nin başkanlığına Almanya’nın Heidelberg Üniversitesi’nden değerli Alman hukukçu Prof. Dr. Ernst Forsthoff getirilmişti.

Yardımcısı da Alman hukukçu Dr. Christian Heinze idi. Makarios’un Kıbrıslı Türklere tanınan anayasal güvenceleri ortadan kaldırmak için yaptığı anayasayı tadil teşebbüslerine bu dürüst ve namuslu Alman hukukçular kararlılıkla karşı çıkmışlardı.

‘Basit Nazi memuru’

Yapılmak istenenlerin anayasaya aykırı olduğunu açıklamışlardı. Rumların Forsthoff’u “basit Nazi memuru” olarak nitelemeleri; Heinze’ye karşı alenen iftira kampanyası başlatmaları üzerine Alman hukukçular 1963 yılı içinde görevlerinden istifa etmişlerdi. Dr. Heinze hayattadır.

Ayrıca, şayet Rumlar 2004’teki referandumlarda Kıbrıs Türk halkının yaptığı gibi Annan Planı’na “evet” oyu vermiş olsalardı, Kıbrıs sorununun 7 yıl önce halledilmiş olacağını da Sayın Merkel’e hatırlatmak isteriz.

Tarafsız kalmak

Soğuk savaş döneminde, Batı Almanya, Kıbrıs konusunda hiçbir zaman ön planda rol alma hevesine kapılmamıştır.

Kıbrıs sorununun tarafları arasında eşit mesafede durmaya ve tarafsız kalmaya özen göstermiştir.

Türkiye’yi rahatsız eden bir tutum takınmamıştır.

Kıbrıs’ın AB’ye katılımı

Türkiye - AB Gümrük Birliği’nin 1 Ocak 1996 tarihinde yürürlüğe girmesini takip eden gelişmeler içinde de, Almanya, Fransa, Hollanda ve İtalya, Kıbrıs sorunu “çözülmeden” “Kıbrıs’ın” AB’ye katılımına karşı olduklarını beyan etmişlerdir.

Bugün Kıbrıs’ın bölünmüşlüğünden yakınanlar, timsah gözyaşı dökenler, 1990 yılına kadar uzanan devrede Rumların, Almanya’nın bölünmesine sebep olan Sovyetler Birliği ve bölünmenin sonucu ve sembolü olan Doğu Almanya ile sarmaş dolaş olmalarından rahatsızlık duymamışlar mıdır?

Almanya’nın bölünmüş olduğu soğuk savaş döneminde, Almanya dahil Batı Avrupa’nın savunması için Türkiye’nin yaptığı aşırı fedakârlık ve Doğu Almanya konusundaki tutumunu Batı Almanya’nın politikasını dikkate alarak ayarlamak suretiyle Türkiye’nin gösterdiği dostluk, ne çabuk unutulmuştur?

Adenauer’in sözleri

Hıristiyan Demokrat Partisi’nin ilk lideri ve eski Şansölye Konrad Adenauer 1954’te Türkiye’yi şu sözlerle tanımlamıştır:

“Türkiye Cumhuriyeti, Almanya’nın da bu yıllarda bütünleşmeye başladığı Batı topluluğunun bir parçasıdır... Bizler daha sıkı bir araya geldiğimiz zaman, dünyamız daha güçlü olacaktır... Türkiye Cumhuriyeti Batı kuruluşlarına girmekle bu fikrin icabını yerine getirmiştir... Bizim beraberce hür dünyaya ait olmamız, ikili münasebetlerimizin de temelini oluşturmaktadır...”

Adenauer’in Türkiye hakkında o günlerin şartları altında ortaya koyduğu bu vizyon, aslında bugün için de geçerli değil midir?

Merkel’in Kıbrıs’ta takındığı son tutum ile Almanya Kıbrıs konusunda tarafsız ve yapıcı bir rol oynama yeteneğini kaybetmiştir.

Bu tutumuyla Merkel, Kıbrıs Rum tarafına çözümsüzlüğü gönül rahatlığı içinde tercih etmekten başka seçenek bırakmamıştır.

Başbakan olmadan önce 2005’te Stoiber ile birlikte Avrupa’nın muhafazakâr partilerinin liderlerine Türkiye’nin tam üyeliğinin önlenmesi isteğiyle mesajlar göndermiş olan Merkel’in, bu son davranışının da Türk halkının AB üyeliği için giderek azalan isteğini ve ümidini tamamen yok etme amacına matuf olduğunu düşünmekten kendimizi alamamaktayız. Merkel’in tutumunun bizim için ders olacak yönlerinin de bulunduğunu düşünmekteyiz.

 

Tugay Uluçevik

Eski Bonn ve Berlin Büyükelçisi