Adıyaman’ın bir yanı ‘kan ağlıyor’, bir yanı ses duyulduğunda çiçek açıyor

DEPREMİN dördüncü günü. Enkazın başında çıt çıkmıyor. Ekipler, “Cemile bizi duyuyorsan duvara vur” diyor. Cemile vurdukça herkesin yüreği heyecandan küt küt atıyor. Tam bitti derken umutlar yeşeriyor.

Selda Güneysu

Cumhuriyet ekibi olarak, felaketten sonraki dördüncü günde depremin en çok etkilediği Adıyaman’daydık. Kent merkezine girişte, sağlı sollu tuzla buz olmuş evlerle karşılaştık. Burası “Adıyaman’ın göbeği” olarak bilinen, CHP milletvekili Abdurrahman Tutdere ile depremde yaşamını yitiren AKP Milletvekili Yakup Taş’ın da evlerinin bulunduğu yer. 

AÇLIK VE SOĞUK

Bir zamanlar, buralara “imrenerek baktıklarını” söylüyor depremzedeler. Ancak 6 Şubat’a dek “imrenilerek” bakılan evler artık birer enkaz. Cadde deyim yerindeyse “dümdüz” olmuş. Yurttaş öfkeli. Arama kurtarma çalışmalarına ancak üçüncü günde başlandığını söylüyor. Yardımların da aynı gün gelmeye başladığına dikkat çekiyorlar. Öncesinde “açlık, soğuk ve acı...” 

"CEMİLE, DUVARA VUR"

Yerle bir olmuş Akgül Apartmanı “derin sessizlik içinde” AKUT ve Tayvan’dan gelen ekip çalışıyor. Yaklaşıp sorduğumuzda, içeriden ses geldiğini ve üç kişinin yardım istediğini belirtiyorlar. Depremden 80 saat sonra duymayı hiç beklemediklerinin de altını çizerek... Enkazı yavaş yavaş kazan ekip, Cemile’ye sesleniyor: “Cemile, sesimizi duyuyorsan duvara üç kez vur...” Cemile duvara vurdukça yakınlarını bekleyenlerin ağzından şu cümle duyuluyor: “Kalbim küt küt atıyor, bizimkiler de yaşıyordur değil mi?” Enkazın başında bekleyenlere umut aşılayan Cemile’nin yakınları, “Cemile Hasar, 36 yaşında, memur. Tek başına yaşıyordu. Öldü sandık, bu bir mucize. Cemile, haydi kuzum, ses ver...” bilgisini paylaşıyor.

Aynı binada enkaz altında kalan yakınlarından umudu kesenler de büyük bir heyecanla Cemile’nin kurtarılmasını bekliyor. Bunlardan biri de Mehmet Emin Selçuk ve kardeşi Hidayet Selçuk. 

Mehmet Emin Selçuk, yaşadıklarını şöyle anlatıyor: 

"BAĞIRDIM, BAĞIRDIM..."

“Deprem olduğu saatten itibaren buradayım. İçeride 45 yaşındaki yakınım Emine Selçuk ile 17 yaşındaki kızı Zeynep Berfin Selçuk ve 8 yaşındaki oğlu Mustafa Kaya Selçuk var. İlk gün geldim bağırdım, ikinci gün geldim bağırdım, üçüncü gün geldim bağırdım. Bir Allah’ın kulu yoktu. Kendi imkânlarımızla ilk gün yatak odası ve mutfağa ulaştık. Salonun da bir kısmını açtık. Üçüncü gün de banyoya ulaştık. Çocuk odası ile antre ve salona ulaşamadık. Çünkü ev, öne doğru yığılmış. Ellerimizle kazdık. Arama kurtarma çalışmalarına ancak bugün (depremin 4. günü) başlandı.” 

 

"DAĞLAMA YÜREĞİMİZİ..."

“Beton yığınına” dönmüş sekiz katlı bir binanın önünde küçük bir kız karşılıyor bizi. Önünde çocuk kıyafetleri ve oyuncaklar var. Enkaz altında can veren aynı yaştaki kuzeninin oyuncaklarını ve kıyafetlerini diziyor özenle. İzleyenler ağlayarak şöyle sesleniyor: “Yapma be çocuğum, dağlama yüreğimizi...”

"VALİLİK ARTIK BİZİMDİR"

Şehrin orta yeri can pazarı. Ambulansların biri gidiyor, biri geliyor. Aileler ile kucaklaşıyoruz, çoğu kez birlikte ağlıyoruz. Adıyaman Valiliği’ne tepki de büyük. Kente sahip çıkılmasını istiyorlar. Gece soğuk olunca valilik makamına girdiklerini ve oraya sığındıklarını söylüyorlar. Şaka ve tepkiyle karışık “Valilik artık bizimdir” diyerek...

"HER SANİYE, DAKİKA ÇOK ÖNEMLİ"

Mehmet Emin ile kardeşi Hidayet Selçuk’un bize anlattıklarını duyan bir sağlık çalışanı yanımıza yaklaşarak madencilerden söz ediyor. Madencilerin sabah saat 04.00 civarı enkazları gezerken binadan bir ses duyduğunu belirterek o saatten bu yana yaşananları şöyle anlatıyor: 

“Madenci kardeşlerimiz gelmiş. Adıyaman’da enkaz o kadar çok ki ekipler maalesef hepsine yetişemiyor. Her enkazın başında ‘Sesimi duyan var mı’ diye sesleniyorlar. İçeriden ses gelince müdahale ediyorlar. Enkazı kazmaya başlıyorlar. Bize de haber veriyorlar, hemen geliyoruz. Başka bir enkazda, bu binanın bir paralel sokağındaki enkazda ise AFAD ekipleri var. Yanlarına gidiyorum, o binada canlı olup olmadığını soruyorum, ‘Maalesef’ diyorlar. Sesleniyorum: ‘Lütfen bu arka enkaza gelin. Burada ses var.’ Ancak maalesef ‘Görev yerimiz burası’ yanıtını alıyorum. Enkazdaki canlarımıza bir an evvel ulaşmak istiyoruz. Çünkü her dakika her saniye çok önemli. Böbrek yetmezliği oluşabilir bu tür durumlarda. Ancak ne yazık ki sabah saat 08.00’de yardım geliyor. Sonra AKUT ekibi geliyor ve sonra Tayvan’dan gelen arama kurtarma ekibi.” 

 

"40 DELİ YÜREK İŞ BAŞINDA"

Ekip olarak “Acaba yakın diğer enkazlarda da canlı var mı” diye, Adıyaman merkezdeki belki de tek sağlam kalan yapı olan Adıyaman Valiliği’ne doğru gidiyoruz. Valilik sağlam ama yanında yöresinde başka sağlam bina yok. Karşı kaldırımda Trabzon Ortahisar’dan gelen gönüllü ekibiyle karşılaşıyoruz. Yemek molası vermişler. Yanlarından geçerken, foto muhabiri arkadaşım Necati Savaş, deklanşöre basıyor. O sesi duyan ekip hemen arkamızdan sesleniyor. “Abi, abla çay var çay, içer misiniz?” Tekliflerini geri çeviremiyoruz çünkü zor şartlarda çalışıyoruz. 40 gönüllü olarak Trabzon Ortahisar’dan geldiklerini söylüyorlar. Ekibin başında yüksek jeoloji mühendisi bir genç var. 

“Gönüllü müsünüz” diye sorunca, içlerinden biri atılıyor söze ve başlıyor anlatmaya: 

“Trabzonlu 40 yürekli deli diye bizi yaz. Mühendisimiz bizi yönlendiriyor. Bugün var ya bugün (dün) çok mutlu ve gururluyuz. O girilemez denilen enkazlara girdi bu 40 deli. 20 canı kurtardık, 20 canı... Umudumuzu da kaybetmedik ha diğer yerlerden. O kadar saat enkaz altındalar ama mucize diye bir şey var. Bu 40 deli bakın görün daha kaç kişiyi çekip alacak o yıkıntılardan.” 

"KOORDİNASYON SORUNU VAR"

Sağlık çalışanının ardından bir görevli yaklaşıyor yanımıza. Enkazlardaki kurtarma faaliyetlerine ilişkin “Adıyaman özelinde diyebilirim ki burada tam anlamıyla koordinasyon sorunu var. Çabuk koordine olunmalı ve hangi ekibin hangi enkaza müdahale edeceği belirlenmeli. Ama maalesef biz bu depremde, Adıyaman’da, koordinasyon oluşturmada gereğini tam olarak yapamadık” diyor.

Sağlık çalışanı da yeniden söze girerek yetkililere şöyle sesleniyor: 

“Ben buraya can kurtarmaya geldim. Ancak ‘Bana vaka verin’ diye yazmasam, aramasam, söylemesem kimse bana bir şey demiyor. Çeksem ambulansı, otursam uyusam içinde maalesef kimse benim farkıma bile varmaz. ‘Sen neredesin’ demez. Koordinasyon kurulsun, bizlere hemen ‘Görevin var mı, yoksa hemen koş şu yöne, şu enkaza git’ denilsin. Allah aşkına koordine edilsin.” 

"EKMEK ARASI HELVA"

Kentte acı olduğu kadar, kalpleri ısıtan anlar da yaşanıyor. Enkaz başında yakınlarının sağ kurtulmasını umut eden ve gelen yardımlarla karnını doyurmaya çalışan bir depremzede yaklaşıyor yanımıza. Ekmeği ikiye bölüp içine helva koyduğunu söylüyor. “Teşekkür edip önce sizler” deyince kızıyor depremzede ağabey: “Ekmek arası helva, çok güzel yiyin. Siz de çalışan değil misiniz? Bak buralara kimse gelmediydi, siz geldiniz, sesimiz oldunuz. Öyle aç açına çalışılmaz, sizin de kursağınızdan bir şey girsin. Hava soğuk, dayanmak lazım. Var bizim ekmeğimiz daha, paylaşırız...” 

 

Sözün bittiği yer...