Adıyaman'da zehirleyen yıkım

Deprem bölgesindeki yolculuğumuzda Hatay’dan sonraki durağımız Adıyaman’ın Gölbaşı ilçesi oldu.

Çağdaş Bayraktar

Bölgedeki yolculuğumuzda Hatay’dan sonraki durağımız Adıyaman’ın Gölbaşı ilçesi. Yolculuk sırasında, “11 deprem ili” arasında olan Kilis’e de uğruyoruz. Kilis’in merkezinde neredeyse hiç yıkım yok. Hasarlı bina sayısı da az. Diğer deprem illeri ile kıyasladığımızda Kilis’i afet kategorisinde görmek tartışılır. Sınıra paralel seyreden ve kayalıkların arasından seyreden Hatay-Kilis yolu ise ürkütücü. Her an bir saldırıya şahitlik edebilecek hissi yaratıyor.

Kilis’in depremle en alakalı kısmı, özellikle Hataylıların bir kısmının deprem sonrası yakın diye burayı tercih etmesi. 30 bin kişilik bir ek nüfustan bahsediliyor. Öte yandan Kilis denince akla gelen konu sığınmacılar. Yerli nüfusun en az 2 katı olduğu söylenen sığınmacılarla ilgili tahmini sayı öğrenmeye çalıştığımızda aldığımız yanıt durumu özetliyor:

“Onu devlet bile bilmiyor.”



“YETKİLİLER ‘DEPREM GELİYOR’ DEDİ”

Bir ilin ya da ilçenin depremden çok etkilendiğini, girişindeki enkaz arabalar ve moloz yığınlarından anlamak mümkün. Adıyaman ve Gölbaşı ilçesinin girişinde de böyle bir manzara karşılıyor insanı, toz duman içerisinde. Anayol ortadan ikiye ayırıyor Gölbaşı’nı. Fay daha çok, göl tarafında ve müstakil binaların çoğunlukta olduğu yeri vurmuş. Diğer tarafı da vursa çok daha vahim bir tablo oluşurmuş. İlçe altyapısının yüzde yüzüne tamamı hasar görüyor. Göl tarafındaki yerleşim yerinin yüzde 80’e yakını ağır hasar görüyor.

Deprem sonrası yüzlerce kişiye kafesini açan kafe sahibi V.E., “Sıvılaşma diye tabir kullanıyorlar, sıvılaşma da değil, Gölbaşı’nın altı tamamen göl. Yapı malzemesinin iyi olması kurtardı biraz. Ağır hasarlı çok bina var ama en azından önemli bir kısmı depremde yıkılmadı”. Önemli bir iddia da ortaya koyuyor E.: “Buraya İTÜ’den bir ekip geldi. Ozan Köyü olmak üzere parça alıp incelemede bulundular. Depremden yaklaşık bir yıl sonraydı ve yakın zamanda deprem potansiyeli olduğunu yetkililere de bildirdiler.” O sırada iş makineleri çalışıyor. “Şu ağaçların üstüne bak” deyince yaprakları tamamen toz altında kalmış ağaçları fark ediyorum. Ekliyor:

“Bizim en büyük sorunumuz bu. Ağaçların üstü nasılsa ciğerlerimiz de öyle.”

 

‘ŞARTLAR ZOR’

Çalışmaktaki kepçe operatörüne selam veriyoruz. Bölgede herkes derdini anlatacak kişi arıyor. Bir süre makineyi durdurup bizle sohbet ediyor. 2004’den beri bu işi yapıyormuş. Deprem bölgesinde 2 aydır çalışıyor. Asbest tehlikesinin merkezinde onlar var. Ama sulama yok. “Herhangi bir önlem, gıda takviyesi var mı” diyoruz, hayır diyor. “Durumun farkındayız ama yapacak bir şey yok” diyor önce. Devamında ise şu sözler yarı öfkeli yarı sitemkar dökülüyor dilinden:



“Mesleği yapmak zorundayım ama deprem bölgesinde çalışmayacağım. En fazla 15 gün daha dayanırım. Şartlar zor. Yemek için bir yer gösterdiler. Ne hijyen var ne bir şey. Af edersiniz ama köpeği bağlasanız durmaz.”

En az 50 yaşındadır dediğim operatöre yaşını soruyorum, “38” diyor… Bu çöküntünün en az beş yılının bu evrede olduğunu kestirmek zor değil…