54 yıl önce anayasal düzen tanısı koydu: Mumcu'nun ders niteliğindeki akademik çalışması
Cumhuriyet, Uğur Mumcu’nun şimdiye değin kamuoyuna yansımamış ve bugün sürmekte olan tek adam düzeni için ders niteliğindeki akademik çalışmasını gün yüzüne çıkarıyor. Ankara Hukuk Fakültesi Dergisi’nden Işık Kansu özetledi.
Işık KansuUğur Mumcu’nun 54 yıl önce, 1970’te hukuk fakültesi asistanı olarak anayasal düzen için koyduğu tanı: Yargı Üstünlüğüne Dayalı Kuvvetler Dengesi.
Yasama, yetkili organdır. Yürütme, yetkili değil, görevli organdır. Yürütmenin görev kurallarını yetkili yasama koyar. Bu kurallara uyulup uyulmadığının denetimini “Türk milleti adına” bağımsız mahkemeler yapar. Yargı bağımsızlığı, hukuk devletinin temellerinden biridir.
Yargı bağımsızlığı, Türk milleti adına verilen kararların, kararın alınmasından uygulanmasına kadar tam bağımsız olması; yargısal aşamalarda, yargı dışı güçlerin, bu kararların alınmasında ve uygulanmasında, kararın özünü zedeleyecek işlem ve eylemlerde bulunmaması demektir.
Ankara Hukuk Fakültesi Dergisi’nden özetleyen: Işık Kansu
******
Anayasanın 152. maddesi gereğince ise Anayasa Mahkemesi kararları, devletin tüm organlarını bağlayıcı niteliktedir. Bu kararlar ile saptanmış ilkeler, anayasanın “özünü ve sözünü” belirten hükümlerdir.
1789 Burjuva Devrimi’nin, siyasal yaşantıya getirdiği en önemli kavramlardan biri “millet egemenliği”dir. Fransız düşünürü Rousseau’nun geliştirdiği ve Fransız İhtilali’nin evrensel kaynaklarından biri olan bu öğretiye göre, “millet” kendisini oluşturan bireylerin dışında, hukuksal ve siyasal bir gerçektir. Bu kişiliğin iradesi, yurttaşların tek tek iradeleri dışında, ayrı bir değere ve niteliğe sahiptir. Bu kavram, bir siyasal ideoloji olarak bütün klasik demokrasileri etkilemiştir. 1789 Devrimi’nden bu yana birçok siyasal bildiri ve anayasada, egemenliğin “millet”te olduğu ve bu egemenliğin, hiç kimse tarafından “millet”e dayanmaksızın kullanılamayacağı belirtilmiştir. 1789 Devrimi’nde “millet” kavramı, devleti ihtilal yolu ile ele geçiren burjuvazinin siyasal rengini taşımakta ve egemenlik bu siyasal renge göre bir anlam kazanmaktaydı.
1961’İ 27 MAYIS’LA ANLAMAK
1961 Anayasası, 1924 Anayasası gibi, “millet egemenliği” öğretisinden etkilenmiştir. 1924 Anayasası’nda millet egemenliğini sadece “TBMM” kullanabilirken 1961 Anayasası bu konuda değişik bir sistem kabul etmiştir. 1961 Anayasası, TBMM’yi, “millet” adına egemenlik yetkisini kullanacak “tek” organ olarak görmemekte, egemenliğin “anayasanın koyduğu esaslara” göre kullanılacağını belirtmektedir. Genel oy ile seçilen TBMM, “millet egemenliği”ni kullanacak organlardan sadece “bir tanesi”dir. Egemenliğin kullanılışı, devletin öteki organlarlarıyla bölüşülmüştür. Bu çözüm yolu “genel oya bir güvensizlik” olarak yorumlanabilir. 1961 Anayasası, 27 Mayıs 1960 devriminin getirdiği bir hukuksal belgedir. Sayın Prof. Dr. Sıddık Sami Onar’ın belirttiği gibi “1961 Anayasası’nı 27 Mayıs hareketi getirmiştir ve anayasa o hareketin değerleri içinde, onun atmak istediği temeller üzerinde ayakta tutulmaktadır.”
1961 Anayasası, 27 Mayıs devrimine egemen olan siyasal görüşleri ve kuşkuları taşımaktadır. Anayasayı “rejim sorunlarının da ötesinde Türk toplumunun oluşumuna doğru bir teşhis koyabilmek” için Türkiye’nin yakın tarihindeki gelişmelerin sonucunda ortaya çıkmış ve bu gelişmelerin “ürünü” olan bir belge olarak kabul etmek gerekir. 1961 Anayasası’nın bir “tepki anayasası” olarak adlandırılmasının nedenini, 27 Mayıs ihtilaline egemen olan düşüncelerde aramak gerekir.
‘KUVVETLER DENGESİ’ GETİRDİ
Bu tepki, özellikle “genel oy”un yarattığı sakıncalar üzerinde toplanmaktadır. 1961 Anayasası, “kuvvetli icra” yerine “yargı üstünlüğü”ne dayanan bir “kuvvetler dengesi” getirmiştir. Egemenlik “anayasanın koyduğu esaslara göre” kullanacaktır. Egemenliğin kullanılım biçimi, organları ve yönü, anayasal sınırlar içerisinde olacaktır. Bunun dışına taşan her yetki “kaynağını anayasadan almayan” devlet yetkileri kapsamına girer.
YASAMA YETKİSİ DEVREDİLEMEZ
Anayasa, 4. maddesinde “egemenliğin yetkili organlar eliyle kullanılacağını” belirtmekte, “millet” adına bu yetkiyi kullanacak organları “yasama” ve “yargı” olarak sınırlamaktadır. Anayasanın 5. maddesinde “Yasama Yetkisi” kenar başlığı altında şu hüküm yer almaktadır: “Yasama yetkisi TBMM’nindir. Bu yetki devredilemez.” Anayasanın bu hükmü yasa değerindeki kuralların ancak TBMM’ce konulacağını belirtmektedir. Bu yetki, Türk “millet”i tarafından, doğrudan doğruya yasama organına verilmiştir. Yasalar ancak genel oy ile kurulmuş, yasama organınca çıkarılır. Yasama yetkisi, hiçbir koşul altında ve biçimde devredilemez. Düzenleyici işlemlerle yasaların getireceği yükümlülükler getirilemez. Anayasanın ancak “kanun” konusu yaptığı sınırlamalar yasa yolu ile saptanabilir. İdari işlemin herhangi bir çeşidi ile, yasa konusu olabilecek bir özgürlük ya da yükümlülük düzenlenemez.
TÜRK MİLLETİ ADINA KULLANILIR
Yasa yapma yetkisi ile yasama organına verilen öteki yetkiler, “Türk milleti” adına kullanılır. Türk ulusu, 9 Temmuz 1961 referandumu ile, kendi adına yasama organınca kullanılacak yetkileri, anayasa kuralları ile saptamıştır. Bu yetkiler, yine anayasanın “özü ve sözü”ne uygun olarak kullanılacaktır.
Türk “milleti” adına “millet egemenliği”ni kullanacak ikinci organ anayasanın 7. maddesiyle saptanmıştır. “Yargı Yetkisi” kenar başlığı altında şu hüküm yer almaktadır: “Yargı yetkisi, Türk milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.” Anayasanın bu maddesiyle de “Türk milleti adına” ”egemenlik yetkisi”nin kimler eliyle kullanılacağı saptanmaktadır. Görülüyor ki anayasa, yasal ve yargısal yetkilerin kullanılmasında “Türk milleti adına” devlet yetkilerini kullanmanın yolunu kesinlikle saptamaktadır. Türk “millet”i anayasa oylamasında, kendi adına egemenlik yetkisini kullanacak “yetkili” organları tanımlamaktadır.
YÜRÜTME YETKİ DEĞİL GÖREV
Anayasa, “yürütme” için “yetkili organ” dememekte, yürütmeyi “görev” olarak nitelemektedir. Anayasanın 6. maddesinde “Yürütme Görevi” kenar başlığında bu ilke şöyle ifade olunmaktadır: “Yürütme görevi, kanunlar çerçevesinde, cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından yerine getirilir.” Bu maddeye göre Türk “milleti” adına bir “yetki” kullanıImıyor. Aksine “kanunlar çerçevesinde” bir “görev” yerine getiriliyor.
Yürütmenin “kanunlar çerçevesinde” yapacağı “görev”in kurallarını Türk milleti adına “yetkili” yasama organı koyar. Bu kurallara uyulup uyulmadığının denetimini “Türk milleti adına” “bağımsız mahkemeler” yapar. Burada anayasa hukuku açısından önemli olan, kaynağını “genel oy”dan almayan “yargı organı”nın, kaynağını her seçim dönemi “genel oy”dan alan yasama organı ile birlikte “yetkili” organ sayılmasıdır. Yürütme, biri genel seçimlerle kurulan, öteki, genel seçimle ilgisi bulunmayan “bağımsız mahkemelerce” siyasal ve hukuksal denetime bağlı tutulmaktadır.
BAĞIMSIZ YARGI KAVRAMI
“Yargı üstünlüğü” tam anlam ve kapsamı ile ortaya çıkmaktadır. Yürütmenin, bir “yetki” olmayıp “görev” olarak nitelenmesi, anayasal organların görev ve yükümlülükleri bakımından önem taşımaktadır. Görülüyor ki “genel oy”a “kuşku” bir anayasal sistem olarak kendini göstermektedir. “Tepki anayasası” kavramını, “kaynağını anayasadan alan” ve “almayan” devlet yetkilerinin kapsadıkları alanlar bakımından incelemek gerekir.
Anayasamızdaki “yargı üstünlüğü”nün kuralları, yine anayasanın üçüncü bölümünde saptanmıştır. Yargı bağımsızlığı, hukuk devletinin temellerinden biridir. Bu bağımsızlık, Türk milleti adına verilen kararların, kararın alınmasından uygulanmasına kadar tam bağımsız olması; yargısal aşamalarda, yargı dışı güçlerin, bu kararların alınmasında ve uygulanmasında, kararın özünü zedeleyecek işlem ve eylemlerde bulunmaması demektir. Kararın alınmasını güçleştirici ya da kararın yerine getirilmesini önleyici bütün davranışlar öncelikle “kaynağını anayasadan almayan” bir “yetki”nin “Türk milleti” adına değil, kesinlikle fiili (eylemsel) nitelikte bir “devlet yetki”sinin hukuk dışı olarak kullanılması anlamındadır. “Türk milleti adına egemenlik yetkisini kullanan” bir “yetkili” organ kararı “kanunlar çerçevesinde “görev yapmakla görevli” bir organca uygulanmaması, anayasanın 132. maddesi ile gelişen bir fiili (eylemsel) tutumdur.
“Bağımsız yargı” kavramı, yargılama görevi yapan tüm yargı kuruluşlarını ifade etmektedir. Bu “bağımsızlık” kavramı içine (adli-idari-askeri) yargı organları girmektedir. Bu organlar, kendi içlerinde “denetim” yaparlar. Kararların, bir üst kurulca nasıl inceleneceği ve onanacağı, kesin hükmün hangi koşullarla saptandığı, ilgili kurumların yasaları ile belirtilmiştir. Burada önemli olan nokta, yargı organlarının kararlarının, yargı dışı organlarca denetilip onanmadığıdır. “Türk milleti adına” kullanılan “yetki”nin, kimler tarafından nasıl kullanılacağı, yargısal kararların nasıl alınacağı, yargıçların görev ve yetkilerini saptayan kurallar dışında, hiçbir kural yargısal işlemlere etki yapıcı bir değer taşımaz. Yargının bağımsızlığı ancak bu kurallara uyulmakla mümkün olur.
AYM KARARLARI BAĞLAYICIDIR
Yasama organı, anayasaca belirtilen iki “yetkili” organdan biridir. Yasama organın işlemleri anayasanın 147. maddesi gereğince, yasama dışı bir organ tarafından denetlenmektedir: Bu bir “yetkili” organın bir başka “yetkili” organca denetilmesi demektir. Gerçekten anayasanın 147. maddesinde “Anayasa Mahkemesi, kanunların ve TBMM iç tüzüklerinin anayasaya uygunluğunu denetler” hükmü yer almaktadır. Ayrıca Anayasa Mahkemesi, Yüce Divan sıfatı ile yürütmenin başı sayılan cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu üyelerinin yargılamalarını yapar. “Yargı üstünlüğü” bir kez daha burada, bütün organik (yapısal) özellikleri ile ortaya çıkmaktadır.
Anayasanın 152. maddesi gereğince ise Anayasa Mahkemesi kararları, devletin tüm organlarını bağlayıcı niteliktedir. Bu kararlar ile saptanmış ilkeler, anayasanın “özünü ve sözünü” belirten hükümlerdir. “Yetkili” yasama organı, iptal edilen yasaları, aynı öz ve biçimde yeniden kabul edemez. Anayasanın 152. maddesine göre yasama organı, Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilen bir yasayı (gerekçesini ya da yasama özünü değiştirmeksizin) aynen tekrar kabul edemeyeceği gibi yürütme organı da iptal edilen bir yasayı uygulayamaz. Yargı organı ise iptal edilen bir yasa hükmünü var sayamaz. Gerçek ve tüzel kişiler, yürürlükten kalkmış bir yasaya dayanarak hak ileri süremezler.
1961 Anayasası, “parlamenter” bir sistem getirmektedir. Ancak bu sistemin belirgin özelliği yargıya tanınan üstünlüktür. Anayasanın “özü” ve “sözü” ile uygulanmasında göz önünde tutulacak temel yanı bizce bu noktada toplanmaktadır.