Psikiyatrist Arzu Erkan'dan ikinci tur öncesi kritik değerlendirme: 'Ne her şeyiz ne de hiç'
Psikiyatrist Arzu Erkan, 14 Mayıs'ta gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı ile milletvekilliği seçimlerinin yurttaşlar üzerinde yarattığı psikolojik etkiyi ve olası yansımalarını Cumhuriyet okurlarıyla paylaştı.
cumhuriyet.com.trSeçimler, Cumhuriyet tarihinin pek çok açıdan ikinci yüzyılını belirleyecek nitelik taşımakta. Bu seçimde her ne kadar oy pusulalarında farklı ittifaklar da tekil çok sayıda aday bulunsa da genel tabloya baktığımızda neredeyse taban tabana zıt iki kutup arasında bir tercih yapılıyor gibi görünmekte. Bu da seçmenlerin önemli çoğunluğunun inandıkları görüşler ya da yakın hissettikleri partiler/adaylar yerine “diğer kutbun” kazanmaması için oy kullanma davranışına yönelmesine neden oldu. Seçmenin oyuna ilişkin hissettiği sorumluluğu ve atfettiği önemi olağanın dışına taşıdı. Pek çok kişi tam olarak içine sinmese de tabiri caizse “bağrına taş basarak” kullandı oyunu ilk turda. İkinci turda da bu ayrım iyice keskinleşti.
Bununla beraber tüm seçimlerde olduğu gibi karar verme süreçleri yani oylama işlemleri sürecin yalnızca bir parçası. Oylarımız belirleyici olsa da yönetim sistemleri ve siyasilerin icraatları bizlerin oy verirken hayalini kurduğumuz sonuçlarla bağdaşmayabilir. Yine de o hayali uygulamaya geçirebilme olasılığı için o oyun kullanılması gerekiyor. Vatandaş olarak hangi dünya görüşüne ve inanç sistemine sahip olursak olalım bir yandan oyumuzla geleceğimizi değiştirebilme kudretine sahibiz diğer yandan tek başına bizim oyumuz hiçbir şeyi değiştirmeye yetmiyor. Hümeyra’nın, “Ya her şeyim ya hiçim/ Sorma dünyam ne biçim / Bir kördüğüm ki içim/ Çözdükçe dolaşıyor.” şarkısındaki gibi seçmen de kendini bir kördüğüm içinde hissedebiliyor.
Kitlesel katılım ve adil bir değerlendirme olmadan, politik meşruiyetten söz edemeyiz. Tarihe baktığımızda şimdi olağan bir biçimde sahip olduğumuzu zannettiğimiz seçme ve seçilme, yönetim biçimi ve yöneticilere karar verme hakkı kitlelerin vaktiyle ayaklanarak elde ettiği bir hak ve bunun kıymeti bilinmeli. Bu seçimlerde de halkın bu bilince her zamankinden daha fazla yaklaştığını görüyoruz.
RUH SAĞLIĞINA ETKİLERİ
Ne var ki onca titizlikle karar verip oy verdiğimizde elde etmeyi umduğumuz sonuç, istatistikler, beklenmeyen dağılım, gerçekçi olmayan/yetersiz temsiliyet, hatalı sayımlar, usulsüzlük ya da şaibeler, dezenformasyonlar vb. etmenler devreye girdiğinde hayal kırıklığı yaratıcı olabiliyor. Evdeki hesap çarşıya uymadığında da umutsuzluk, karamsarlık, korku, kaygı devreye giriyor. Özellikle güvensizlik ortamı; ötekileştirici, ayrıştırıcı ve şiddet söylem ve tutumları, kendisi, yakınları, ülke geleceği ve Cumhuriyet’in kazanımları için endişelenen seçmenin ruh sağlığını doğrudan bozar hale geldi.
Bu kimilerinde oy kullanma ve oylarının akıbetini takip etmekte daha kararlı ve mücadeleci olma davranışına, kimilerinde ise küskünlüğe ve boşvermişliğe neden oldu. Oylarımız, toplumun iradesini belirlemeye yetiyor muydu yoksa aslında hiçbir önemi yok muydu? Yurttaşlığa dayalı halk düzeni var mı yoksa hepsi bir illüzyon mu? Sonuçlar önceden belli miydi? Her şey miyiz, hiç miyiz?
Dayanışma birliğini keşfedenler, her şey değilse de hiç olmamak için mücadele etmenin önemini kavradılar. Ama mücadelede kutuplaşmayı, ötekileştirici söylem ve tutumları değil bütünleştirici bir bakışı hedeflemedikçe bu dayanışmanın çözülmesi an meselesi.
Belirsizlikler, istikrarsızlıklar, güvensizlik ve tehlike algısı insanların, çaresiz hissetmelerine, donakalmalarına, kendileri için iyi sonuçlanmayacak bile olsa mevcut düzeni sürdürme eğiliminde olmalarına neden olabilir. Bir otoriteye, dediğim dedik geleneksel bir baba figürüne ihtiyaç duyabilirler. Öte yandan bu daha fazla edilgin ve çaresiz hissetmelerine, birey kimliklerini yitirmelerine neden olacaktır.
Ötekileştirme, düşmanlaştırma, nefret duyma ve yaygınlaştırma, panik tepkileri, olası mağdur kişi ya da grupları günah keçisi ilan etme, öfkenin yer değiştirmesi, tepki oyları, kimilerinin işine yarıyor görünse de uzun vadede ne toplum ruh sağlığına ne de siyasilerin hayrına olacaktır. Bireylerin de kitlelerin de önünde sonunda görüşlerinin değişebildiğini, ak derken kara demeye başladıklarını görüyoruz. Yani bu antidemokratik yaklaşımlar, bir bumerang gibi, günü gelip uygulayıcısını da vurabilir.
İhtiyacımız olan fanatizm ve vandallık değil, farklılıklara saygı duyabilmek ve eşitlikçi, kapsayıcı bir yaklaşımı, demokratik yöntemleri kullanarak uygulayabilmek. Hakikati söylerken, insanların yanlışlığına değil, koşullar ve bağlama göre, deneyimlere göre, kararların değişebilirliğine işaret etmek. Bizim görebildiğimiz ama ötekini göremediğini iddia ettiğimiz her ne varsa, ötekini kör olmakla suçlamak yerine gösterebilmek, onun gözünden de görebilmek… Bireysel bazda bizlere en iyi gelen bu olacaktır.
ALIŞKANLIKLARIMIZ VAR
Bunu uygulamak pek çoğumuz için kolay olmuyor. Alışkanlıklarımız var. Travmalarımız, kendi deneyimlerimizden yola çıktığımız haklı nedenlerimiz var. Ama hem kendimizi hem ötekini anlamaya çalışarak birlikte dönüşmek mümkün. Siyasi otoritelere olan söylemlerimizle seçmeni ayrı tutmak gereken yerleri çoğu zaman kaçırıyoruz. Yakınlık duyduğumuz ya da parçası olduğumuz siyasi oluşumların söylemlerinin, eylemlerinin kölesi olmak zorunda değiliz. Siyasetsiz olmaz ama siyasetin de kimi zaman kaygan bir zemine sahip olduğunu unutmamak gerek. Yurttaşlar farklı görüşlerinden ötürü birbirini yerken, bağlı oldukları siyasi partilerin belli stratejiler güderek ittifaklar oluşturmasını buna örnek olarak verebiliriz. Birbirimizi yediğimizle kalmadığımız, eşit, özgür, adil, barış içinde bir dünya kurmanın yollarını aramaya, birbirimizi halimizden haberdar etmeye, hakikatin peşine birlikte düşmeye, yurttaşlar olarak siyasetçilere yön verme çabalarına devam etmeliyiz. Bizler birer oydan ibaret değiliz. Seçmen olarak gücümüz kimi seçeceğimizle sınırlı değil bilakis seçtiklerimizin bizi nasıl yöneteceğini ve toplum dinamiklerini belirleme gücümüz var. Bu güce ve demokrasiye, oylarımızın güvenliği ve akıbetine sahip çıkmalıyız. Hepimizin yarınları için.