Erdoğan seçim yenilgisinden sonra 16 kez yurtdışına gitti: Ekonomik krizi gölgeledi

Uzmanlara göre, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin 31 Mart yerel seçimlerinde aldığı ağır yenilginin ardından ''iç politikadaki krizleri dış politikadaki gelişmelerin'' gölgesinde bırakarak yönetti. Ekonomide ise ''2025 yılı için ekonomideki belirsizliklerin nasıl yönetileceğine ilişkin bir program'' yok ve tahminler ile yaşananların uyuşmaması ''güvensizlik'' yaratıyor.

Doğa Öztürk

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin yaşadığı yerel seçim bozgununun ardından 16 yurtdışı gezisi yaptı.

‘Ekonomimiz iyi’ mesajı veren Erdoğan’ın yurtdışı temaslarındaki söylemlerinin bel kemiğini ise İsrail-Gazze savaşı oluşturdu. 

Türkiye, uluslararası alanda Hamas’ı tanımlayış şekli nedeniyle Batılı müttefikleri tarafından birçok kez eleştirildi. Ankara’nın Hamas’a olan desteği, Avrupa Komisyonu’nun 2024 Türkiye raporunda Türkiye’nin AB öncelikleriyle çelişen göstergelerinden birisi kabul edildi. 

‘DIŞ POLİTİKAYI KULLANDI’

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Gazze savaşı kapsamında yürüttüğü diplomasi trafiğini, Hamas’a ilişkin açıklamalarını ve yurt dışı temaslarını değerlendiren siyaset bilimci Özgün Emre Koç, 31 Mart yerel seçimlerinin ardından ekonomik krizin derinleştiğine, siyasi muhalefetin güçlendiğine ve iktidar üzerindeki baskının arttığına işaret etti. Koç, “Erdoğan hükümeti, iç politikadaki ekonomik ve siyasi sorunları yönetmek için dış politikadaki gelişmeleri geçmişte olduğu gibi yine bir araç olarak kullanmaya yöneldi” dedi. 

‘FİLİSTİN İDEOLOJİK ZEMİNDE’

Koç, “Erdoğan, İsrail-Hamas savaşı, Şanghay İşbirliği Örgütü ve BRICS zirveleri gibi dış politika konularını içerideki siyasi ve ekonomik krizi geri planda bırakacak şekilde öne çıkardı. Gazze’deki insani krize yönelik sert söylemler, Filistin’e desteğin ideolojik bir zemin üzerinden tabana hitap edecek şekilde kurgulanması ve uluslararası platformlarda yürütülen aktif diplomasi trafiği, Türkiye’nin ‘büyük ve güçlü ülke’ algısını pekiştirme amacı taşıdı. Bu strateji, halkın dikkatini ekonomik krizden uzaklaştırmak ve hükümetin dış politika alanındaki liderliğini vurgulamak üzerine inşa edildi” değerlendirmesinde bulundu.

‘EKONOMİ İKİNCİL ÖNEMDE’

AKP tarafından Hamas’a verilen desteğin ve İsrail karşıtı açıklamaların yalnızca ‘Filistin yanlısı bir duruş’ olarak değil, aynı zamanda Türkiye’nin ‘dış tehditlere karşı bağımsızlığını koruma’ mücadelesi olarak sunulduğunu ifade eden Koç, “İçerideki ekonomik ve sosyal sorunlar, ‘uluslararası tehditlerle mücadele’ bağlamında ikincil öneme itildi. Hükümet, dış politikadaki hamlelerini içeride ‘Türkiye’nin varoluş mücadelesi’ olarak çerçeveleyerek, milliyetçi ve muhafazakâr tabanı konsolide etmeyi hedefledi” dedi.

‘İÇ, DIŞIN GÖLGESİNDE’

Koç sözlerine şöyle devam etti: “Örneğin, ABD’nin Hamas ile ilgili Türkiye’ye yaptığı uyarılar, dış müdahale ve bağımsızlık tehdidi olarak lanse edilerek hükümetin pozisyonunu güçlendirme aracı olarak kullanıldı. 31 Mart sonrası dönemde Erdoğan hükümetinin temel stratejisi, iç politikadaki krizleri dış politikadaki gelişmelerin gölgesinde bırakmak oldu. Türkiye’nin uluslararası alanda bir ‘beka mücadelesi’ verdiği algısı, ekonomik ve siyasi sorunların tartışılmasını ikinci plana itmeyi hedefledi.”

O ZİRVEDEN O ZİRVEYE 

AKP iktidarı derinleşen ekonomik krizi çözüm bulamazken Erdoğan bu süreçte Şanghay İşbirliği Örgütü 24’üncü Devlet Başkanları Zirvesi’ne ve BRICS Zirvesi kapsamında düzenlenen "Genişletilmiş BRICS+ Oturumuna katıldı. Türkiye’nin eksen kayması yaşadığı yönünde yorumlar yapıldı. Konuya ilişkin Cumhuriyet’e konuşan TEPAV Merkez Direktörü Prof. Dr. Hakkı Hakan Yılmaz, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Şangay İşbirliği Teşkilatı ve BRICS'e yönelik açıklamaları ile bu kapsamdaki temasların  'güvensizlik' yarattığını söyledi. 

‘GÜVENSİZLİK YARATIYOR’

Yılmaz, "Orta ve uzun vadede nasıl uluslararası işbirlikleri devam ettireceğinizi net bir şekilde ortaya koymanız gerekir ki. İzleyen süreçleri yönetebilin. Asıl önemli olan şey nasıl bir gelişim içinde yer alacağımızdır. Bunları belirlemeli ve stratejileri ortaya koymalıyız" değerlendirmesinde bulundu.

‘BELİRSİZLİK DERİNLEŞİYOR’

Türkiye'nin ekonomide yapısal olarak sorunlarının ağırlaştığını belirterek, TÜİK ve Bakanlıklardaki 'aşınmaya' dikkat çeken Yılmaz,  Orta Vadeli Program'da 3. yıla girerken kurumsal yapıların güçlendirilmesi konusunda sorunların devam ettiğini belirtti. 

Yılmaz, "Şu an programı yeterli görmüyorum. Orta Vadeli Programa baktığınız zaman birçok şey yazıyor ancak öncelikler belli değil. 2025 yılı enflasyon hedefi şu an yüzde 48.6, yüzde 50 saptı. Daha 2025'e gelmeden 2025 hedefinin yüzde 50 sapması tahminlerdeki isabetsizliği ortaya koyuyor. 2025 yılında ne olacak da biz enflasyonu hızla düşüreceğiz, büyümeyi sürdürülebilir bir yapıya koyacağız? Belirsizlik bence derinleşiyor" dedi.

‘TEMEL SORUN GELİR EŞİTSİZLİĞİ’ 

Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde ekonomiyi ön plana çıkaracak mekanizmalar olmadığına işaret eden Yılmaz, şu anda Türkiye'nin en temel sorununun gelir eşitsizliği olduğunu söyledi.

Yılmaz, "2025 yılı için ekonomideki belirsizliklerin nasıl yönetileceğine ilişkin somut bir programın eksik olduğunu düşünüyorum. 2025 için bunu tehlikeli buluyorum. Hani biz vergide adaleti sağlayacaktık? 2024 bu anlamda parlak geçmedi. Ekim sonu itibarıyla yoksul yurttaşları korumaya ayrılan tutar toplam bütçenin yüzde 3'ü durumunda. Söylenenlerle ve tahminlerle gerçekleşmelerin sapması güvenlik sorunu yaratıyor" diye konuştu.