DİSK Başkanı Arzu Çerkezoğlu: AKP sermayeye ‘dikensiz gül bahçesi’ sunmak istiyor

AKP’nin işçilerin grev hakkını fiilen yasaklayarak sermayeyi mutlu etmeye çalıştığını belirten DİSK Başkanı Arzu Çerkezoğlu, işverenlerin ise işçinin sendikal hakları konusunda iktidardan aldığı güçle anayasayı çiğnediğine dikkat çekti. Kadın ve genç işsizliği ile kayıtdışı işçiliğin arttığını belirten Çerkezoğlu, sendikaların bu dönemde özeleştirel bir tavır takınması gerektiğini ifade etti.

Can Uğur

Ekonomik krizle birlikte emekçilerin yaşamı da içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Alım gücü düşen emekçiler, bu sorunun yanında bir de özlük haklarına yönelik tehditlerle boğuşuyor. Kadınlar ve gençler başta olmak üzere toplumun geniş kesimleri işsizlik sorunuyla karşı karşıya. Resmi rakamlara yansıyan verilere göre sermaye kârını her geçen gün artırıyor. Ortaya çıkan tabloyu Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Başkanı Arzu Çerkezoğlu ile konuştuk. 

- Türkiye ciddi bir ekonomik kriz yaşıyor, emekçiler ekonomik krizden nasıl etkilendi?

Bütün dünyayı etkisi altına alan Covid-19 ile ekonomik ve toplumsal tahribatın etkisini biz çok daha derin yaşadık. Bunun iki nedeni var. Birincisi, salgın süresince iktidarın politikalarının; işçileri, emeklileri, dar gelirlileri değil sermayeyi koruyan politikalar olarak şekillenmesi. İkincisi de yine bunun devamı olarak özellikle bütçeden çalışanlara, emekçilere, işçilere ayrılan pay, dünyayla kıyaslandığında bizim bu pandemi sürecini daha derin yaşamamıza sebep oldu. Bir yanı bu, diğer yanı da ülkeyi 20 yılı aşkın süredir yöneten AKP iktidarının ekonomi politikalarının tercihlerinin bir sonucu olarak yaşadığımız, özellikle 2018’den bu yana derinleşen bir ekonomik kriz var. 

- İktidarın tercihleri emekçilere nasıl yansıdı?

Özellikle 2018’den sonra derinleşen ekonomik krizin, kendiliğinden ortaya çıkan bir kriz olmadığının altını çizmek lazım. Bu kriz çok açık bir şekilde iktidarın ekonomik tercihlerinin bir sonucu. Türkiye’yi yöneten AKP iktidarı, temel ekonomik rotasını tek bir eksen üzerine kurdu, o da Türk Lirası’nın değersizleştirilmesi ve ücretlerin baskılanması. Zaten bütün rakamlar, yaşadığımız gerçeklik de bize bunu gösteriyor. 

Son yıllarda ne yaşıyoruz biz? Biz çalışıyoruz, üretiyoruz, Türkiye ekonomisi büyüyor. Sürekli büyüme rakamları açıklanıyor ama bu büyümeden payını alamayan bir emekçi sınıflar var. Zenginin daha zengin, yoksulun ise daha yoksul olduğu bir politikayla karşı karşıyayız. İğneden ipliğe her şeyde dışa bağımlı bir hale geldik. 2020 yılının ikinci çeyreğinde, emekçi sınıfın ürettiği değerden aldığı pay yüzde 36.8 iken 2022 yılının ikinci çeyreğinde bu oran yüzde 25.4’e düştü. Peki aynı dönemde sermayenin payı ne oldu diye baktığımızda görüyoruz ki yüzde 42.8’den yüzde 54’e çıkmış. Bu durum da gösteriyor ki sermaye sınıfı açısından işler gayet yolunda gidiyor.  

DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, gazetemiz haber müdürü Can Uğur’un sorularını yanıtladı.

SENDİKA HAKKI ÇİĞNENİYOR

- Emeğe yönelik müdahalelerde emekçinin örgütlülüğü nasıl etkileniyor?

Dünyada, kriz dönemlerinde işçi sınıfının ekmeğini koruyabilmesinin sadece bir yolu var; o da emeğin örgütlü olması, sendikalı olması ve sendikal haklarını kullanabilmesi. Türkiye’de işçilerin yasal olarak sendikalaşma hakkı var. Ama hem sendikalaşma konusunda hem de grev ve toplusözleşme hakkı başta olmak üzere sendikal hakların kullanımı konusunda büyük engeller var. İşverenler siyasi iktidardan aldığı güçle anayasayı çiğniyorlar. İşçileri sendikalı oldukları için işten çıkartıyorlar, siyasi iktidar da en hafif deyimiyle sessiz kalarak ortak oluyor. 

YÖNETMELİK SORUNU

Diğer taraftan mevcut mevzuat, bizim sendikal mevzuatımız işçilerin sendikal haklarının ve sendikalaşmalarının önünde engeldir. İkili baraj sisteminden sendikalaşmanın önündeki fiili engellere kadar yıllarca süren yetki davaları ve itirazlar. Bir işyerinde örgütlendiğiniz, çoğunluğu aldığınız zaman toplu sözleşme aşamasına geldiğinizde, hemen işverenin itirazları başlar. 7-8 yıl süren davalar var. Yıllar sonra davayı kazanıyorsunuz, dönüp baktığınızda o fabrikada sendika üyesi işçi kalmamış olabiliyor. Yani mevzuatın kendisi de tümüyle antidemokratik. 

Türkiye’de sendikalı işçi sayısı zaten son derece az. Resmi sendikalaşma oranı yüzde 14 ama kayıt dışı olanlarla birlikte düşündüğümüzde gerçek sendikalaşma oranı yüzde 10. Her 100 işçiden sadece 10’u sendikalı. Ama toplusözleşme kapsamında sendikal haklarını kullanabilen işçilerin oranı çok daha düşük. Dünyanın her yerinde bu tablo tam tersidir. Dünyanın her yerinde sendikalı olan işçi, mevzuatta ve fiiliyatta bir engel olmadığı için zaten toplusözleşme hakkını kullanır. Biz az önce söylediğimiz birçok engelden dolayı örgütlendiğimizde toplusözleşme yapamıyoruz. İşçiler sendikal haklarını kullanamıyor. Ayrıca Türkiye’de grev hakkını kullanmak fiilen mümkün değil. Bu ülkeyi, grevleri yasaklamakla övünen bir zihniyet yönetiyor. Siyasi iktidarın sözcüleri de cumhurbaşkanı da yabancı sermayeyi Türkiye’ye davet ederken “Gelin biz grevleri hemen yasaklıyoruz” diyor. Sermayeye dikensiz gül bahçesi sunmak istiyorlar. Bir ülkede grev hakkı kullanılamıyorsa o ülkede emeğiyle geçinen herkesin ekmeği tehdit altındadır. 

- Sendikalar ne durumda?

Bizim de üyelerinden olduğumuz Uluslarararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC) her yıl sendikal haklar ve işçi hakları bakımından tüm dünyayı kapsayan en kötü ülkeleri açıklıyor. Bunların arasında Türkiye de en kötü 10 ülkeden biri. Böyle bir tabloyu yaşıyoruz. Tabi sendikaların da özeleştirel bir tavırla yaklaşması gerekiyor. Özellikle neoliberalizmle beraber 40 yıllık hikâyenin sonundan dönüp baktığımızda, işçi sınıfının yapısı çok ciddi bir şekilde değişti. Artık çalışma hayatında ciddi değişimler söz konusu. Sendikalarda, bu değişime uygun yöntem ve mücadele biçimlerini üretmekte yetersizliklerimizin olduğunun altını çizmek gerekir. Ama buradaki temel mesele bir sermaye stratejisidir. Yani Türkiye’de bir sermaye stratejisi olarak çok açık bir biçimde işçi sınıfının kazanılmış bütün haklarını ortadan kaldırmayı hedefleyen bir yaklaşım söz konusu.

- DİSK‘in geleceğe ilişkin yol haritasında neler var? 

Ekonomik krizi biz birçok boyutuyla yaşıyoruz. Bir taraftan çok ciddi bir yoksullaşma, işsizlik, güvencesiz çalışma ve kayıt dışı çalıştırma olarak yaşıyoruz. 

Türkiye’de çalışma çağında yaklaşık 65 milyon insan var. Bu 65 milyonun sadece 21 milyonu kayıtlı ve tam zamanlı çalışıyor. Türkiye’de işsizlik en önemli gündem. AKP’nin tercihleri nedeniyle istihdam da daralıyor. Yani kalıcı, güvenceli istihdam yaratacak ekonomik bir politika hayata geçirilmediği için bir taraftan işsizlik artıyor. İşsizlik sorununu çözecek politikaların hayata geçirilmesi şart. Bu kadar yüksek bir genç işsizliğiyle, yüzde 50’lere varan kadın işsizliğiyle bir gelecekten söz etmek mümkün değil. Önümüzdeki dönem temel ekonomik tercihleri değiştirecek bir mücadeleyi örgütlemeye çalışıyoruz. Yani kalıcı, güvenceli istihdam yaratacak üretime dayalı bir ekonomik politika ve üretilen değerin adaletli bir şekilde paylaşıldığı bir ücret politikası ve bununla beraber adaletli bir vergi sistemi istiyoruz. 

"KAPSAYICI BİR ÖRGÜTLENME"

“Beyaz yakalıların” örgütlenmesinde sendikanızın adımları nelerdir?

Sadece fabrikalarda değil, AVM’lerden plazalara, merdiven altı atölyelere, okullardan hastanelere, kısacası tüm çalışma hayatının her kesimini kapsayacak bir sendikal örgütlenme stratejisi geliştirmek şart. DİSK olarak bu konuda ciddi çabalar içindeyiz. Hem konfederasyon hem de bağlı sendikalar açısından. Özellikle bu anlamda en son gerçekleştirdiğimiz 16. genel kurulda da 2020’lerin DİSK’i diyerek on yıllık bir projeksiyonla genel kuruldan çıktık. Genç işçilerin örgütlenmesi, kadın işçilerin örgütlenmesi ve sendikalara daha mesafeli olan daha vasıflı olarak tabir ettiğimiz kesimlerin örgütlenmesi açısından çalışmalar sürdürüyoruz. Hem tartışıyor hem de yeni yöntemler geliştirmeye çalışıyoruz. Hem de sahada bir örgütlenme faaliyeti yürütüyoruz. Bütün işçileri kapsayacak bir örgütlenme stratejisine ihtiyaç var.