Bir aslanın yatağı: Anıtkabir
Atatürk’ün ebedi istirahatgâhı Anıtkabir, Anadolu’da var olmuş birçok medeniyete ilişkin semboller içeriyor.
Deniz ÜlkütekinAskeri alandaki tartışmasız başarıları ve siyasi alandaki çağının çok ötesindeki vizyonuyla ortaya koyduğu devrimlerle adını tarihe yazdıran ve kurucusu olduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm dünyaya örnek olmasını sağlayan Gazi Mustafa Kemal Atatürk, tüm bu çalışmalarını yaparken, titizliği ve öngörülü yaklaşımıyla da hep dikkat çekmişti. Savaş sırasında bile hamasi duygulardan arınmış değerlendirmelerle oluşturduğu stratejileri karşı karşıya geldiği komutanlar tarafından bile takdir gören Atatürk entelektüel kişiliğiyle de her alanda söz sahibi olabilecek bir birikime sahipti.
Bu özellikleri onu sırf bir asker veya devlet adamı olmaktan çıkarıp çok yönlü bir insan haline getiriyordu. Nitekim o da tüm görevlerinin yanında Türk milletinin “ulus” anlayışını pekiştirmek için tarih ve dil çalışmalarına da yöneldi. 30’lu yıllarda yayımlanan “Türk Tarih Tezi” ve “Güneş Dil Teorisi” bu kapsamlı çalışmalarının ürünüydü.
ANADOLU HALKININ İZLERİ
Atatürk’ün yaklaşımı ile Türkiye’de tarih alanında Sümerler, Hititler, Akadlar gibi eski medeniyetler üzerine çalışan pek çok tarihçinin ortaya çıkmasını sağlarken halkta da tarihe yönelik bir bilinç oluşması için çaba gösterildi. Nitekim İstanbul ve Ankara gibi büyük kentlerimizdeki İskitler, Etiler, Akatlar gibi semt isimleri de bu hassasiyetin bir sonucu olarak görülebilir. Atatürk öldükten sonra ebedi istirahatgâhı olan Anıtkabir de aslında bu medeniyetler gibi bir zamanlar Anadolu’yu mesken edinmiş halkın izlerini taşıyordu. Anıtkabir’in inşa edildiği, daha sonra Anıttepe olarak anılacak Rasattepe, bir mezar ya da mezarlık içeren, toprak yığılarak oluşturulmuş tümülüs isimli tepeciklerden oluşan Beştepe’nin bir parçasıydı. Türk Tarih Kurumu tarafından bu bölgede yapılan kazılar, Anıtkabir için öngörülmüş bölgenin, Friglerin Gordion’dan sonraki ikinci büyük nekropol alanı içerisinde olduğunu ortaya koyuyordu. Prof. Dr. Tahsin Özgüç, 1945 yılında Anıtkabir’in yapımı sırasında arkeolog Mahmut Akok’la iki tümülüs bulduklarını, yaptıkları kazılarda da bunların Friglerin ölüleri yakarak küllerini toprak kaplarıyla gömdükleri iki mezar olduğunu ortaya çıkardıklarını açıklamışlardı. Özgüç bu mezarlarda yaptıkları kazılarla ilgili sonuçları ise aynı yıl Türk Tarih Kurumu’nun Belleten dergisinde yayımlandıklarını söylemişti. MÖ 8’inci yüzyıla ait olarak tarihlendirilen mezarlardan çıkarılan parçalar ise Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde koruma altına alınmıştı.
İNŞAAT 1944’TE BAŞLADI
Anıtkabir’in inşası öncesinde açılan yarışma sonucunda 7 Mayıs 1942’de Prof. Dr. Emin Onat ve Doç. Dr. Orhan Arda’nın projesinin uygulanmasına karar verilir. İnşaat, 9 Ekim 1944’te başlar ve dokuz yılda dört aşamalı olarak Anıt Bloku ve Barış Parkı olarak iki kısımda tamamlanır. Anıtkabir’de kullanılacak mozaik motiflerinin belirlenmesi içinse proje mimarları tarafından Nezih Eldem görevlendirilir. Şeref holünün giriş bölümü ile iç kısmının tavanında, Atatürk’ün lahdinin bulunduğu bölümün tavanında, şeref holünün yan galerilerini örten çapraz tonozların yüzeyinde, Atatürk’ün mezar odasında ve kulelerin pencerelerin üst kısımlarındaki kemer aynalıklarda mozaik süslemeler kullanılır. Şeref holünün orta bölümündeki mozaikler dışındaki Anıtkabir’deki mozaik süslemelerin tamamının tasarımını Eldem yapar. Şeref holünün tavanında eklenecek mozaik motifler için ise Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ndeki 15. ve 16. yüzyıl Türk halı ve kilimlerinden alınmış on bir motifin birleştirilmesi ile bir kompozisyon oluşturulur.
GÜÇ, CESARET VE LİDERLİĞİN SEMBOLÜ
Anıtkabir’deki heykel ve rölyeflerin yapımı için bir jüri oluşturulur. 26 Ocak 1952 günü verilen karara göre ağaçlı yolun başında sağda ve solda yer alan üçlü heykel gruplarının yanı sıra aynı yola yerleştirilecek aslan heykellerinin Hüseyin Anka Özkan tarafından yapılması uygun görülür. Yapacağı aslan heykeli için esin arayan Özkan’ın aklına o günlerde İstanbul’da Eski Şark Eserleri Müzesi’nde sergilenen “Maraş aslanı” gelir. Aslan, sanatsal açıdan bir Hitit eseriydi. Özkan, Atatürk’ün Hitit tarihine ve uygarlığına özel bir ilgisi olduğunu bildiğinden Maraş aslanının, Anıtkabir’in ruhuna yakışan bir figür olabileceğini düşünmüştü. Hititlerde güç, cesaret, güven ve liderliğin sembolü olan aslan, kralın bu özelliklere sahip olduğunu göstermek için kale ya da şehir girişlerine konulurdu.
Atatürk’ün kabri için aslan imgesinden ilham alan sırf Özkan değildi. 1939’da Atatürk için nasıl bir kabir yapılması gerektiği tartışmaları sürerken Abidin Dino, dev bir aslan tasarımıyla fikrini ortaya koymuştu. Dino’nun tasarımı 7 Haziran 1939 tarihli Ses dergisinde yayımlandı.