Truva’dan haberler...
Gazetecinin nerede haberi yakalayacağı değil, nerede habere yakalanacağı önemlidir. Öyle anlar olur ki siz bir başka haber peşindeyken, hiç umulmadık bir şey gelir sizi bulur.
Mahmut Şenol / Kanada (Edmonton)Sizlere Edmonton-Kanada yazısını, Türkiye’de bulunmaklığım nedeniyle oradan değil, Assos’tan İstanbul’a dönen otobüsten yazmak durumunda kaldım. Bu gibi ani durumlar, “gazeteci milletinin” tesadüflerinden birisine ait olduğundan, Truva Seyahat otobüsünün 21 nolu koltuğunda bu yazıyı rotatitif dönmeden hazırladım.
Ayak üstü Taksim’deki jetonla çalışan telefon kulübesinden gazetemize, tabii 1980 öncelerinden söz ediyorum, haber geçmişliğim de vardı ama otobüste laptop açıp yazacağım aklıma gelmezdi. Daha anısı taze olduğundan bir kısa Truva yazısıyla Pazar sayfamıza Kanada’dan değil Türkiye’mizden bir renk bulaştırayım istedim.
Aslına bakılırsa insanlık kültürünün, uygarlığımızın iliklerine kadar işlemiş olan Homeros’un İlyada ve Odyssia destanlarının mekânı olan Truva’nın dünyanın gelmiş geçmiş bütün haberlerine değer olan hikâyesi bilinmez değil. Çanakkale Boğazı Dardanel’in girişindeki antik liman kenti Truva’nın eski Yunan halkları olan Akhalar tarafından 10 yıllık bir kuşatmanın ardından ele geçirildiği, yakıp yıkıldığı o haksız savaşın pek çok tarihçi tarafından dünyanın ilk dünya savaşı olduğu iddiasına, Truva harabelerini gidip gördükten, mimari ve kültürel küratörlüğü dikkate alınarak verilmiş müze ödülüyle taçlanan Truva Müzesi’ni didik didik ettikten sonra katılmamak olanaksız olur.
HEKTOR'UN ÖLÜMÜ
Truva’yı bu kaçıncı gezişimdi; burası her seferinde başka duygularla başım dönerek oradan ayrıldığım yerdir. Her gidişimde insanın kendisini daha fazla Truvalı hissettiğini söyleyebileceğim Truva’nın ören yerlerinde dolaşırken surların önünde Truva Kralı Priamos ve ana Kraliçe Hekabe’nin oğulları, kucağında küçük bebeğiyle surlardan kocasını izleyen Prenses Andromakhe’nin eşi, tabii Helen’i Sparta’dan kaçıran Paris’in abisi Hektor’un ölümü bir siluet gibi gözleriniz önünde canlanmazsa Truvalı olamamışsınızdır.
İşgalci Yunanların en güçlü savaşçısı olan, “Aristos Achaion”-Akhaların En İyisi- Aşil’le teke tek mücadelesinde hayatını kaybeden Hektor, Truva’nın bugünkü kale surlarına tırmandığınızda hayalini görmeniz gereken kahramandır.
Homeros o büyük destanında, Hektor’u çarpışmada öldürdükten sonra atının arkasında sürükleyerek Truvalılara gösteri yapan Aşil’i hiç affetmez; biz de öyle… Kuşatmada kerhen bulunan ama türlü kurnazlıklarla savaşı idare eden Yunanların kurnaz ve bilge krallarından Odysseia, Truva yerle yeksân olduktan sonra, İthaka’da onu bekleyen kraliçe eşi Penelope’ye kavuşmak üzere kalkıştığı 10 yıl sürmüş deniz macerasında, Homeros’un ikinci büyük destanında affederiz; fakat yaptıklarını da unutmayız.
Truva’ya gitmezden evvel Marjorie Braymer’ın yazdığı “Rüzgârlı Truva’nın Duvarları” başlıklı, yakın zamanlarda Türkçeye çevrilip Beyoğlu Kitabevi tarafından basılmış olan eseri de silip süpürünce bu kez bu antik şehrimizi bir başka gözle görmek mümkün oldu.
TRUVA'NIN SİNCAPLARI
UNESCO tarafından dünya kültür mirasına dahil edilmiş bulunan 4 bin yıllık tarihi olan Truva’nın sincapları, bu geçmişten habersiz meşe palamutu ağaçları çevresinde cirit atarken kale burçlarını dolaşan ziyaretçilerin, gezginlerin dikkatini çekiyor. Doğanın insanlık tarihinden haberi yok, zaten ilgisi de yok; o kendi varoluşunu yaşıyor. Latincesiyle “Quercus Ithaburensi”¨ adıyla bilinen meşe palamutlarını da Truva’nın sincaplarıyla beraber ören yerinde abide ağaç gibi korumak bir yana ağaç dibine bilgilendirici levha koymaları yerinde görünüyor.
Bense bu sincapların, Hektor’un şehrini korumak için teke tek çarpışmaya çıktığı milattan önce yaklaşık 1180 yıllarındaki atalarını hayal ediyorum; öyle ya, sincapların da tarihi var. Aşil’in mızrağı altında ve eşinin surlardan bu kıyımı acıyla seyrettiği sırada bu sincaplardan hangisinin atası oradaydı diye tuhaf şeyler aklımdan geçiyor. Onlar her şeyden ve bu zalim, kıyıcı insanoğlunun müthiş hikâyesinden habersiz palamutları çıtırdatıp dişleri arasında kırıyor olmalıydılar…
senolasenola@ gmail.com