Rüzgâr gibi geçti

Portekiz’de işler genellikle yavaş ilerler. Buna rağmen burada geçirdiğim ilk yazın nasıl bir göz kırpışı süresine sığdığına inanamadım. Sokakların insanlarla dolup taştığı, her köşede mini bir cümbüşün hâkim olduğu bol ışıklı yaz günleri, mayısın son haftalarında kendini belli etmeye başlamıştı.

Ayşenur Tanrıverdi / Portekiz (Lizbon)

Rato’dan Príncipe Real’e kıvrılan caddede dışarıdan belli olmayan isimsiz, yazısız küçük bir sahaf var. Dükkânın çalışma sistemi basit, “Todos os livros 5 euro” (Tüm kitaplar 5 Avro). Kitapların üst üste yığıldığı mekânın en ucundaki masada yine kitaplara gömülü birinin minicik kafası görülüyor. Tüm kış buraya sıkça uğradım, Natalia Correira ve Helen Darbishire şiirleriyle, bazen sessizce okuyan bazen de kararsız bir halde kafasını kaşıyan Miguel ile tanıştım. 

POPÜLER AZİZLER FESTİVALİ

Mayıs ortalarıydı ki bir gün bu tozlu sahafın tavanından sarkan renkli kraft kemerler ve kâğıt balonlar dikkatimi çekti. Sarı yapraklı eski kitapların ve en az kitaplar kadar bitap düşmüş bir İsa heykelciğinin arasında renkler iyice belirgin ve coşkuluydu. Miguel’e birkaç kez seslendim, “Bir kutlama mı var?” Haziran ayı Portekizlilerin saygıyla andığı üç aziz Santo António, São João ve São Pedro için başta Lizbon ve Porto olmak üzere ülke çapında düzenlenen kutlamalarla başladı. Haziran sonuna kadar süren Popüler Azizler Festivali için Lizbon’un Madragoa, Mouraria, Alfama, Graça ve Bica gibi en eski bölgelerinde sokaklar trafiğe kapatıldı. Şehrin kaosu her zamankinden farklı bir dönüşüme uğradı ve festivalin belirleyici kokuları sokaktan sokağa yayılmaya başladı; ızgara sardalyalar, içine şiirler gizlenmiş fesleğen çiçekleri ve karalahana çorbası. Kokulardan geriye kalan boşlukları ise müzik ve bolca şarap doldurdu. Lizbon’da başlayan kutlamalar 22-23 Haziran gecelerinde Porto’da devam etti. Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen festival, dünya mirası listesindeki eski dünyanın kapılarını aralamanıza izin veren Sintra ve Évora’da sona erdi. 

SİNTRA'DA YAZ HAYALLERİ 

Temmuz ayında Cascais, Algarve, Azenhos do Mar gibi okyanus kıyısı bölgelerde geçirilen daha sakin zamanlar başladı. Sintra ise kendimi bir masalın içinde hissettiğim puslu manzarasıyla vakit geçirmeyi en sevdiğim yerlerden biri. Granit dağlara uzanan büyüleyici yollarında gelip geçenleri ağırbaşlılıkla selamlayan 15. ve 16. yüzyıldan kalma saraylar ve manastırlarıyla Sintra, Avrupa romantik mimarisinin ilk merkezlerinden… 1755 Lizbon depreminde ağır hasar gören yapılar Gotik, Manueline, Mağribi ve Rönesans unsurlarının mimari temsilleri korunarak II. Ferdinand döneminde yeniden dönüştürüldü. Portekizli mimar Possidónio da Silva tarafından tasarlanan Sintra’nın zirvesindeki Pena Sarayı başta olmak üzere birer romantizm eseri olan gösterişli saraylar; çeşmeler, göletler ve şapellerle karakterize edilerek Sintra peyzajının masalsı karakterini meydana getiriyor. 1400’lü yıllarda bazı manastır toplulukları bu bölgeye inziva için çekiliyordu. Sintra’nın sükunetine bakılırsa burası inziva için halen iyi bir tercih olabilir, tabii yaz ayları dışında… 

PAPA ZİYARETİ

Sükûnet ağustosun ilk günlerinde kırılacaktı ve Lizbon büyük bir etkinliğe hazırlanıyordu. Dış basında “Katolik Woodstock” olarak geçen Papa Francis ziyareti için 1.5 milyon insan Parque Tejo’da bir araya geldi. Dünya Gençlik Günü vesilesiyle düzenlenen etkinlikte sokaklara sığmayan bir kalabalık Papa’yı dinlemek için kavurucu güneşin altında bekleşti. Papa için pek hevesli olmayan bir o kadar insan da Lizbon’u günler öncesinden terk etmişti bile. Şehrin, kalabalığın yorgunluğunu üzerinden atması günler sürdü. Koca bir yaz geride kalmış, kendimi yeniden o küçük sessiz sahafta bulmuştum. Yüzyıllar boyunca insanın iki türlü ihtiyacının hiç sönmediğini fark ediyordum; inanç ve gösteriş.

aysenurtanriverdi@gmail.com