Pastırma yazı

Cenevre’nin pastırma yazı gibi yoktur. Günler kısalmaya direnirken şehir rengârenk bir cümbüştür.

Aslıhan Dağıstanlı Aysev(Cenevre)

Günlük kapanışını en endamlı haliyle yapar sonbahar güneşi. Şehrin sırtından bakan MontBlanc’in karlı ucunu tatlı bir pembeye boyar. İrili ufaklı yelkenlilerin akşam sefasında salındığı Leman Gölü’nün yüzü utangaç tazeler gibi kızarır. 

Sevgisi biten sevgiliye tutkusu bitmeyen âşıklar gibidir, canım yapraklar. Koltuğunu bırakmayan Türk siyasetçilerinden hallice, can havliyle tutunurlar dallarına. Altınlı, bakırlı, çok fiyakalı olsalar da nafiledir çabaları... Hevesi geçen gönüle laf mı dinletilir? Her pastırma yazı da dalından ayrılmış yapraklarla bitecektir. Ama işte o kopmakla kalmak arasında, altınlı bakırlı yaprakların, kızıl gölün, pembemsi dağların gölgesinde doğa inatla direnir.

TÜRKİYE’DE SAATLER DEĞİŞMEZ 

İnsanlar da direnir. Kışlıkları çıkartmaya. Evlere kapanmaya. Çünkü bir kere kış moduna girdi mi Cenevre hayalet şehir oluverir. Yazın sokaklarda parklarda cümbüş yapan o insan kalabalığı havaların soğumasıyla bir anda evine çekilir... Cenevre’nin üstünü gri bir sis kaplar. Güneş ve şehir haremle selamlık gibi ayrılır... Bu şehrin en hüzünlü ayı olan kasımın soğuk, ıslak ve sevimsiz günlerine paskalya yazı psikolojik bir direniştir. Ve ekimin 29’u gelir, saatler geri alınır. 

Türkiye’de saatler değişmez. 29 Ekim’in Cumhuriyet coşkusu da üstünden 100 yıl geçse de değişmez. 

Ardahan’dan Edirne’ye, Ankara’nın bozkırından Ege’nin yakamozlu denizine, doğunun kırsalından dünyanın dört bir ucundaki “Ne mutlu Türküm” diyenlere... Güneş kan kırmızısı, ay ve yıldız pırıl pırıldır. 

İsviçre’deki Türkler bu coşkuyu bir başka yaşar. Mesela, Lozan’da Beau Rivage otelinin balo salonu hınca hınç Türkler ve Türkseverlerle dolar. Hasta adam Osmanlı’yı bölüşen Avrupalı kargaların, Türkiye Cumhuriyeti’ni tanımak mecburiyetinde kaldıkları Lozan Antlaşması’na İsmet İnönü’nün imzayı attığı o salonda bulunmak... İstiklal Marşı’nı hep bir ağızdan İsviçre’de söylemek... Nasıl tarif etsem... Yabancı bir toprakta olup kökünden ayrılmamış olmanın gururudur. Boğazda bir hıçkırık, karında kelebekler, kalpte çocuksu bir neşedir.

Gurbetteysen fark edersin ki geldiğin vatan, yaşamakta olduğun ülkeden bile dirençlidir. Deprem olur direnir. Ekonomi batar direnir. Toprakları satılır direnir. Ayırmak, bölmek isteyenlere direnir. Kadını ayrı direnir, ormanı, hayvanı ayrı.. Teröre direnir, savaşa direnir, yangına direnir. Ne İsviçre gibi tuzu kurudur ne de komşuları İsviçre’ninkiler gibi usludur. Türkiye’nin üst kattaki komşusu savaşta, aşağısındaki Ortadoğu çukuru bir bataktadır. Bunların arasında bir tek Cumhuriyetin kurucu değerleri parıldar. Bugün hallerine ağladığımız ülkelerin yerinde olmamamızın nedeni Atatürk’ün vizyonudur. Kadın devrimidir. Evde barış, dünyada barış mottosudur. 

KÖKNARI HATIRLARIZ

Bazı ağaçlar sonbaharda yaprak dökmez. Köknar gibi... Uzun ömürlüdür, çetindir, hiçbir şartta da yapraklarından taviz vermez. Ne renginden ne de dalından...

Türkiye Cumhuriyeti de köknar gibidir. Kökü de kuvvetlidir, yeşerttiği yaprakları da. Şüpheye düştüğümüzde onun ne çetin bir köknar olduğunu hatırlamamız yeter. Bu yüzden Cumhuriyeti bizim ülkemizden daha büyük coşkuyla kutlayan başka bir millet daha yoktur. 

O yüzden siz dünya mutluluk endeksinde Türkiye’nin sonlarda olmasına bakmayın. Yatırımı Avrupa’nın en genç nüfusuna sahip Türk gençlerine yapsak bu mutsuzluk içinde bile bir anda parlamamız an meselesidir.

HATIRLADIKÇA KAZANACAĞIZ

Misal, bir Cumhuriyet kızı çıkar, adı Şahika’dır, nefesini 106 metre tutar, rekor kırar. Dayanaklığımızı hatırlarız.  Buse Naz çıkar, bir kroşesiyle rakibini yere yığar, gücümüzü anımsarız. Filenin cesur kızları, öyle bir ekip olur ki dünya gelse yenemez. Kızlı erkekli, erik dalı oynayarak neşemizi kimseye çaldırmayacağımızı dünya âleme kanıtlar. Benim 13 yaşında, gurbette doğup büyüyen  kızım, 29 Ekim’i Zürih’te İsviçre jimnastik şampiyonasında geçirir. Sonbahar güneşinin ışıkları boynundaki altın madalyada yansır. Üç perende atar, bir yandan da coşkuyla haykırır: “Yaşasın cumhuriyet!” 

Biz Cumhuriyet çocukları, yurtiçinde, dışında, hangi köyde şehirde yaşasak da hepimiz aynı milli takımdayız.  Bunu hatırladıkça her gün kazanacağız.

Ekim elbet biter, Cenevre’nin pastırma yazı sona erer. Lakin iklim krizi ne olursa olsun, 10 Kasım günü Türkiye’de ve “Ne mutlu Türküm” diyenlerin yaşadığı her ülkede her yer sonbahardır. Hava yağışlıdır. 9’u 5 gece 1 dakikalığına hayat durur. O sonsuz dakikada her şey durur. Trafik durur. Gökteki martılar durur. Koca bir ulus yoklukla, özlemle, gururla, minnetle sessizce durur. Köknarın en derin kökleri sızlar. Meşeler, çınarlar dallarını eğer. Ve son bir saygıyla güneşe boyalı yapraklarını sonbahar yeline katıp, Anıtkabir’in taş zemininini kucaklar. “Belin açık kalmasın. Biz buradayız. Bir yolunu buluruz.” 

Pastırma yazına veda ederken Cumhuriyet ve Atatürk gurbette bu hislerle yaşanır...

asliaysev1@gmail.com