Çaresizlik evrenseldir! - Elif Günsel

Güney Afrika ve Türkiye birbirinden binlerce kilometre uzakta, apayrı tarihsel yollardan geçmelerine karşın ekonomik ve sosyal eşitsizliğin her yerde nasıl benzer sonuçlar doğurduğunun çarpıcı birer örneği!

Elif Günsel

Alacakaranlığın yarattığı solgun ışıkla daha da tekinsizleşen Cape Town’un arka sokaklarında, telefonda iş konuşurken dikkati dağılmış, aracıyla bir önceki yol ayrımına sapmıştı.  Etrafta kimsecikler yoktu; biten gün ile birlikte hayat bu sokaklardan çekip gitmişti. “Yanlış yoldayım” diye fısıldadı kendi kendine. İçindeki panik yükseliyordu, gölgeler yolun her iki yanında derinleşiyordu. Aksilik gibi boş kavşakta kırmızı ışığa yakalandı. Her şey çok daha tehditkâr görünmeye başladı. “Hadi, hadi yeşile dön” diye kendi kendine konuşurken dikiz aynasında belirsiz bir silüet dikkatini çekti. Kim olduğunu anlamaya fırsat bulamadan, patlayan camın ardından donuk ve hissiz bakan gözleri görmesiyle koluna saplanan bıçağın acısını hissetmesi aynı ana denk geldi. Kan, parmak uçlarından yavaşça akarken tüm gücünü topladı, adrenalinden kalbinin deli gibi attığını hissederek gaza bastı.

Gözleri kararmaya başlarken bilinci bulanıklaşıyor ama kaçma içgüdüsü onu ayakta tutuyordu. Sonunda ana yola ulaştı, arabayı kontrollü kullanmaya çalışsa da refleksleri yavaşlamıştı. Önündeki araca çarpıp aniden durdu. Çarpmanın şiddetiyle başı direksiyona düştü, etraftaki diğer sürücülerin “Ambulans çağırın!” haykırışları arasında bayıldı. Hastanede gözlerini açtığında koluna dikiş atılmış, kendini iyi hisseder hissetmez taburcu olabileceği söylenmişti. “Çok daha kötüsü olabilirdi, yine de şanslıyım” diye düşündü. 

Her şey yolundaymış gibi görünüyordu. Ancak birkaç gün içinde titremeler ve kas ağrıları başladı. Halsizlik hızla arttı; ateşi yükseldi, vücudu kontrol edilemez bir şekilde kasılmaya başladı. Paslı bıçaktan bulaşan tetanoz, müdahale edilmediği için hızla ilerlemişti. Kas spazmları ve nefes darlığı komaya soktu. Tüm çabalara karşın günler içinde yaşamını yitirdi. 

Anma töreninin gerçekleştirildiği Masa Dağı manzaralı restoranın terasında merhum Anton’un kayınbiraderi, paslı bıçağın neden olduğu trajediyi anlatmıştı, herkes hüzünle dinlemişti. 

Anma töreni sona ererken kalabalık sessizce dağılıyordu. Beyaz güllerin süslediği büyütülmüş ve çerçeveye alınmış merhum Anton’un fotoğrafı mutlu bir anında çekilmiş olmalıydı. Gözlerim fotoğrafa takılıp kaldı, kameraya mutlu bir şekilde poz verirken aslında kendi anma töreninde kullanılacak fotoğraf için gülümsediğini nerden bilebilirdi ki… 

SOSYAL VE EKONOMİK DENGESİZLİKLER

Hayat ne kadar da anlık kararlara ve talihsiz tesadüflere bağlı… Bir yanlış dönüş ve ardından yaşanan tedbirsizlik bir yaşamı sona erdirmişti. Belki de kaderciliğin kolaycılığına kaptırdım kendimi. Ama bu trajedi, sadece “kötü bir tesadüf” ya da “yeterli olmayan sağlık personeli” olarak açıklanabilir miydi? Anton’un başına gelenler sadece bireysel bir hata mıydı yoksa çok daha derin bir sorunun yansıması mı? Evet, hayat kırılgandı ancak bu kırılganlık bizi teslim almak zorunda değildi. Asıl sorun, bu kırılganlığın altında yatan sosyal ve ekonomik dengesizliklerdi. 

Bir an için gözümde Cape Town’un görünmeyen yüzü canlandı: Yoksulluğun, çaresizliğin hüküm sürdüğü sokaklarda çetelerin ve uyuşturucunun batağındaki gençler. Atlantik Okyanusu’na bakan evlerin tepeden gördüğü Cape Flats denen bölgede -Apartheid döneminde siyahların, beyaz olmayanların ve Hint kökenlilerin zorla yerleştirildiği mahallelerde- yoksulluk ve umutsuzluk bir miras gibi nesilden nesile geçer. Bu yoksul mahallelerin çocuklarının, mahallelerine korku salan çetelerin parıltılı dünyasından gözleri kamaşır. Çete liderlerinin hızlı arabalarına, lüks yaşamlarına, silahlarına, altın dişlerine ve mücevherlerine özenen gençler, geleceklerini suç dünyasının yaldızlı vitrinine teslim eder. Ancak yaldızlı vitrin zamanla dökülür, sararır, kararır. Sakladığı çirkin gerçeklik ortaya çıkar. 

FAR KAPATMA TESTİ

Güney Afrika’ya ilk geldiğim zamanlarda çetelere katılmak isteyen gençlerin “far kapatma testi”ne tabi tutulduğunu duyduğumda dehşete kapılmıştım. Gangster adayı, gece aracının farlarını kapatıyor, yoldan geçen herhangi biri farların kapalı olduğunu fark edip masum bir uyarıda bulunursa; hiçbir şeyden habersiz o sürücüyü takip edip canına kast ediyor. 

Ülkede suçun bu denli sıradan ve tesadüfi olması, geleceğini güvende hissetmeyen ülkenin donanımlı insanlarını, daha iyi ve güvenli gelecek uğruna başka ülkelere göç etmek zorunda bırakıyor. Özellikle Avustralya, Yeni Zelanda, İngiltere ve Kanada gibi ülkeler iyi yetişmiş doktor ve sağlık personeline oturum veya vatandaşlık hakkı vererek nitelikli iş gücü göçünü teşvik ediyor. Nitelikli personel sayısının azalması sağlık sistemini zayıflatırken Anton gibi nicelerinin sevdiklerinden zamansızca koparılmasına neden oluyor.

EŞİTSİZLİĞİN GETİRDİĞİ…

Dünyanın bir ucunda soyut bir sorun gibi görünen yoksulluk, suç, sosyal ve ekonomik eşitsizliğin yarattığı sorunların ülkemizde de filizlendiğini görmek çok üzücü. Güney Afrika ve Türkiye birbirinden binlerce kilometre uzakta, apayrı tarihsel yollardan geçmelerine karşın ekonomik ve sosyal eşitsizliğin her yerde nasıl benzer sonuçlar doğurduğunun çarpıcı birer örneği!

Güney Afrika’da suça sürüklenen gençler ya da Türkiye’de geleceği için kaygı duyanlar, aynı umutsuzluğun farklı yüzleridir. Uzak bir ülkede yaşanan bu dram, aslında her toplum için bir uyarı niteliği taşır. Çünkü “yoksunluk” bir toprağa kök saldığında, orada yalnızca acı ve çürüme yeşerir. Çaresizlik evrenseldir; sınırları aşar ve her yerde aynı dili konuşur.