‘Bunlar ölüme gidiyor!’ - Ahmet Arpad
“Bunlar ölüme gidiyor” dedi Rudi, tıslar gibi konuşarak. “Brezilya’da da otobanlar var, fakat saatte 100-120 kilometreden fazla hız yapanı göremezsin.”
Ahmet ArpadGünlerden cuma. Heidelberg’den dönüyoruz. Az önce yağmur başladı. Hava kararmak üzere. Stuttgart yönüne uzanan otoban dolu. Yanımda oturan yaşlı Rudi uzun yıllar Brezilya’da yaşadıktan sonra emekliliği geldiği için ülkesine döneli daha bir ay olmamış. Bugün havanın güzelliğinden yararlanıp Neckar akarsuyu kıyısından Heidelberg’e uzanmış, şirin kentin tarihi sokaklarını ve kalesini gezmiştik. Bütün gün gülen, çenesi hiç durmayan neşeli Rudi nedense Heidelberg’den yola çıkalı sus pustu.
Az sonra dayanamadım, sordum: “Ne oldu, canını sıkan bir şey mi var?” Hemen yanıt vermedi. Suratına baktım. Başını salladı: “Şu otobanın haline baksana” dedi. “Bu havada deliler gibi araç süren şu insanlar seni rahatsız etmiyor mu?”
YAĞMURU UMURSAMIYORLAR
Kapkara alçak bulutlar neredeyse başımıza değecek. Üç şeritli otobanda ayağını gazdan çeken yok. İşten çıkanlar, evlerine dönenler, hafta sonu tatiline gidenler kelle koltukta gaza basıyor. Yağmur kimsenin umurunda değil. Ben de farkında olmadan kendimi onlara uydurmuşum.
Sağ şeritte peş peşe uzun araçlar, kamyonlar kervanı. Aralarına düşen bir daha kendini zor kurtarır. Bizim gibi orta şeritte gidenler saatte ortalama 130 kilometre yapanlar. Sağdan soldan fışkıran kirli yağmur sularının arasından önümüzü görmeye çalışıyorum. Solumdan geçenleri gözümün ucuyla şöyle bir seçiyorum. Mercedes’ler, BMW’ler, Porsche’ler... Sürücüler, otobanların Formula 1 sürücüleri! Yanılıp da şeritlerine geçmeye filan kalkışmayın. Yanarsınız! Bu “kahramanlar” otobana çıkar çıkmaz gaz pedalına sonuna kadar basar, saatte 200 kilometre hıza ulaşırlar. Uzunları yakar söndürür, arka tamponunuza yapışırlar.
AŞIRI HIZA HAPİS CEZASI
“Bunlar ölüme gidiyor” dedi Rudi, tıslar gibi konuşarak. “Brezilya’da da otobanlar var, fakat saatte 100-120 kilometreden fazla hız yapanı göremezsin.” Aynı anda az önümüzde sağdan giden uzun araç sinyal verip çabucak şerit değiştiriyor. Aramızdaki mesafe şimdi taş çatlasa 20 metre. Korna, reflektörler! Hollanda plakalı aracın şoförü benimle alay eder gibi havalı kornasına basıyor. Hafifçe frene basıp şerit değiştiriyorum. Yanından giderken bana bir korna daha. Az sonra yine orta şeritteyim. Arkamdaki kamyonun yanıp sönen uzun yol farları dikiz aynasında gözümü alıyor, yavaşlıyorum. Sanki benden başka bütün sürücüler telaş içinde bir yere yetişmek derdinde. Karısı çocuk mu doğurmuş, evinde yangın mı çıkmış, randevusunu kaçırırsa kızı onu terk mi edecek? Belki de bu otobanda bir yarış düzenlenmiş, fakat benim haberim yok? İsviçre’de aşırı hız yapanları artık hapis bekliyor, Danimarka’da otomobillerine el konuyor ve açık artırmayla satılıyor!
Az sonra Heilbronn/Würzburg sapağından Stuttgart yönüne uzanan dört şeritli otobana girdiğimizde yağmur sanki bıçakla kesilmiş gibi duruveriyor. Batmaya hazırlanan güneş alçak bulutların arasından kendini son bir kez gösteriyor. Bu otobanda trafik daha da yoğun. Frankfurt, Nürnberg ve Würzburg’dan gelip Güney Almanya’ya, İsviçre’ye gitmek isteyenler dört şeride yayılmış. Biraz sonra da uzun rampada birbirini sollayan kamyonlar ilk iki şeride el koyuyor.
“Ben daha fazla bu işkenceye dayanamayacağım” diye inler gibi konuşuyor Rudi. “Haydi seni Monrepos Sarayı’ndaki lokantaya akşam yemeğine davet ediyorum.” Direksiyonu sağa kırıyorum. Ludwigsburg çıkışından kendimizi dışarı atıyoruz. Az sonra buzlu duble İskoçlarımızı yudumlarken keyfimiz yine yerine geliyor.