Ah şu elektrik faturaları
Türkiye’de elektrik faturalarına millet isyan edince ben de tetikte beklemeye başlamıştım. Aynı şey bizim de başımıza gelecekti. Geldi de. Gelen fatura öncekine göre yüzde yüzün biraz üzerindeydi.
Osman İkiz (Stockholm)Faturalardaki astronomik artış haliyle gazetelere haber oldu. Okuduğumuz haberlere göre, bazılarının artışı yüzde beş yüze kadar tırmanmış. Sakin millet, bağırıp çağırmanın faydası olmayacağını biliyor. Bir sistem kurulmuş ve bu sisteme karşı çıkan da yok. Hükümet fazla beklemeden, ısınmasını da elektrikle sağlayanlara gelen çok yüksek faturaların ödenebilmesi için 7 milyar ayırdı. Herkes sustu. Gazetelerde elektrik giderlerinin neden arttığını anlatan uzun yazılar çıktı ama hepsi sistemin nasıl çalıştığını anlatan yazılardı. İşin özüne değinen yoktu.
Efendim, fatura çeşitli kalemden oluşmakta. Enerji üreten, dağıtan şirketlerle abonelik ücreti. Bunun üstüne haliyle vergi ve katma değer de geliyor. Ben bu ülkede üç kuruşa da elektrik tükettim. Nasıl oldu da en doğal gereksinim olan elektrik, lüks tüketim maddesi ya da hizmeti haline geldi.
AB KURALLARI
Biliyorsunuz herkesin bir zamanlar girmek için can attığı, girildiğinde çağ atlatacağı sanılan bir Avrupa Birliği (AB) vardı. Millet pasaport kontrolünden geçmeden seyahat edilebilecek diye havalara uçtu. Kimi de bedava yaşayacağını sandı. Oysa AB ekonomik temelli kurulmuştu ve kuralları vardı. Üye ülkeler kamu kurumlarını özelleştirip serbest piyasa kurallarına uyacaktı. İsveç gibi dinin çok zayıf olduğu toplumda yeni din yeni-liberalizm oldu. Bütün kamu kuruluşları özelleştirildi. Tabii elektrik kurumu da. İsveç’in iki temel enerji kaynağı var. Nükleer enerji santralları ve hidroelektrik santralları. İsveç’in toplam enerjisinin yarısını nükleer, diğer yarısını da hidroelektrik santralları üretir. Bir süre önce rüzgâr enerjisi yatırımları da başladı ama, henüz toplam üretimde kayda değer bir payı yok.
Nükleer santrallar da barajlar da zamanında vatandaşın vergileriyle yapılmıştı. Tıkır tıkır işleyen bir enerji sistemi vardı. Kimse, ne gelecek faturayı düşünürdü ne de enerji sıkıntısı olur mu diye endişeye kapılırdı. Yeterli kaynak olduğu için de her şey elektriğe bağlanmıştı. Gaz devreden çıkarılmıştı. O zamanlar devlet, vatandaşın rahatını, refahını düşünüyordu. AB üyesi olduk hepimiz müşteriye dönüştük. Hastanelerde bile müşteriyiz. Sonra ne oldu...
Enerji sektörü özelleştirilince bunun bir de borsası kuruldu. Borsanın merkezi Oslo’da. Her gün akşamüstü oturup ertesi gün için fiyat belirliyorlar. Bakıyorlar ki kış ayı millet elektriğe yüklenmiş, “talep çok fiyatı artıralım” ya da barajlarda sular biraz azaldı mı, “Fiyatı artıralım, az enerji kullansınlar” diyorlar. Dolayısıyla, özellikle kış aylarında faturalar cüzdan yakıyor. Bu devran döndükçe bundan kurtuluş da yok.
VERGİ KAÇIRAN ŞİRKETLERE GÖZ YUMULUYOR
Ekim’de Sosyal Demokrat Parti başkanı değişti. Magdalena Andersson parti lideri ve başbakan oldu. Çok sevinmiş, daha önce maliye bakanlığı yaptığı ve işinin uzmanı olduğu için gelir dağılımındaki adaletsizliğe bir çözüm bulur umudu taşıdığımı dile getiren bir yazı yazmıştım. İnsanoğlu işte, yanılıyor... Keşke yazmasaydım. Kasım ayında AB’den haberler veren Europaportalen’den gelen e-postayı açınca vurulmuşa döndüm. Başlık: “AB’nin vergi cennetleri incelemesini İsveç frenledi.” 2019’daki olayı Der Spiegel ortaya çıkarmış. Andersson’un maliye bakanlığı dönemine rastgeliyor. AB Komisyonu’nu frenleyen de o.
Europaportalen ve Dagens Nyheter de olayı hemen haber yapmış. Daha önce yazmıştım. Şirketlerin kârlarını vergi cennetlerine kaçırdığı biliniyordu. Sağcıların döneminde kâr transferine izin verilmişti. Yani vergisi ödenmeyen paralar vergi cennetlerine gidiyordu. İsveç’ten kaçırılan paraların toplamının 60 milyar Avro’nun üzerinde olduğu tahmin ediliyor. Oysa İsveç’teki ilk günlerimde, dil kurslarında, İsveç’te en kutsal görevin vergi ve nafaka ödemek olduğu öğretilmişti. Vergi ödemeyi insanlar için gurur duydukları bir ödev haline getirmeyi başarmışlardı. “Vergi ödemeyi seviyorum” bir slogan haline getirilmişti. Ama yeni-liberal ekonomi, ülkeye pençesini geçirirken ahlakı da erozyona uğrattı. Vergi kaçırmalara göz yumuldu.
Dagen Nyheter’de Pia Gripenberg konuyla ilgili yazısında, İsveç’in her zaman büyük şirketlerin çıkarını gözettiğini yazdı ve ilave etti; “Büyük şirketlere göz yumulurken emekliliğini Yunanistan’da, Portekiz’de geçirenlerin peşine düşülüyor.”
Magdalena Andersson’u hoş mu görsek acaba. Ahtapot dünyayı sarmış. O ne yapsın. Küresel hegemonyaya karşı küresel isyan çıkmazsa bu böyle devam edecek.
osman.ikiz@gmail.com