Zeynep Taşdelen Tenteoğlu: ‘Romanda bir bağa girdim!’
Geçmişinin yükü, kalbinde derin bir yara olarak kalmış başarılı iş insanı Kemal… Yaşadığı savruk hayattan sıkılan, en sonunda uğradığı akıl almaz ihanetle kendi ruhunu keşfeden Mila… İkisinin hayatlarını ortak bir hayalle birleştiren, tarihi değeri ve büyüleyici güzellikleriyle Çınar kasabası... Zeynep Taşdelen Tenteoğlu’ndan aşk, ihanet, dostluk, sadakat, aile, pişmanlık, emek gibi kavramların karakterlerin sürükleyici hayat hikâyelerinin yalın, akıcı ve güçlü bir kurguda okuyucuyla buluştuğu bir ilk roman Bağ (İnkılâp Kitabevi). Bağ bizim için yeni olsa da yazar için aslında eski bir roman. Tenteoğlu, Bağ ve daha yayınlanmamış birkaç romanını yıllar önce yazıp sandığına atmış. Sandığında üç hikâye ile iki çocuk masalı daha var. Zeynep Taşdelen Tenteoğlu ile yalın bir dil ve kurguyla kaleme aldığı ilk romanı Bağ’ı konuştuk.
Miyase İlknur
- Önsözde belirttiğinize göre, bu romanı yıllar önce yazmışsınız. Bu kadar güzel bir romanı neden bu kadar süre saklama gereği duydunuz? İyi iş çıkardığınızdan emin mi olmadınız yoksa başka faktörler mi rol oynadı? Sizi “Hadi” diye dürten biri oldu mu?
Sorunuzu sondan başlayarak cevaplarsam, hayır beni “Hadi” diye dürten biri olmadı. Çok uzun süre yazdığımı kimseye söylemedim. Ama sonra yazdığım karakterler, hikâyeler oluştukça beni heyecanlandırmaya başladığı anda kendimi tutamayıp çok yakınlarıma hikâyelerden bahsettiğim, hikâyelerde geçen karakterleri üstü kapalı anlattığım oldu.
Sadece anlattığım kadarının bile farklı beğenilere sahip insanların ilgisini çektiğini gördüğümde doğru yolda olduğumu anlayıp, sessizce kitaplarımı yazmaya devam ettim.
Romanlar bittiğinde amacım saklamak değildi aksine okuyacak insanlara saygımdan dolayı romanımın edebiyat sektöründeki önemli insanların onayından geçmesi gerektiğini düşünüyordum.
Benim derdim kitabımın basılması değil, romanın taşıdığı edebi değerdi, bunu da ben değil ancak edebiyat sektörünün deneyimli insanları ve edebiyatçıları verebilirdi.
Ülkemizdeki köklü kitabevlerinden birinden kitabımın çıkması benim için bu anlamda çok önemliydi. İnkılâp Kitabevi’nin romanımı yayımlamak istemesi ve romanımı “Türk edebiyatına önemli bir katkı” olarak nitelendirmesi diğer romanlarım için bana cesaret veren, önemli bir dönüm noktası oldu.
- Aldığınız eğitim ve iş yaşamınız sayılarla, bilançolarla, finans analizleri üzerine iken yazma dürtüsünü ortaya çıkaran motivasyon neydi?
Çocukluğumdan beri matematik zekâsı ağır basan biri oldum. Evdeki herkes kelime bulmacası çözerken, ben sudoku çözüyordum ama doğduğum evde babamdan gelen, annemin zevkle katkıda bulunduğu ve önce sevgili abimin sonra benim takip ettiğimiz bir gelenek vardı: Çok okumak ve hisleri hep yazıya dökmek.
Rahmetli babam, Doğan Taşdelen, inanılmaz bir hatip ve yazardı. Siyasi hayatı boyunca tüm
siyasi hitabelerindeki metinleri kendi yazmıştı. Vefat etmeden önce de biografisini yazıyordu.
Yüzlerce kitaptan oluşan kütüphanenin olduğu bir evde, tam bir kitap kurdu olarak büyüdüm. Yazma sanatı evimizde nefes almak kadar doğal bir durum olduğundan, ilham geldiği anda bilgisayarıma koşup hikâyeleri yazmaya başlamak benim için kaçınılmazdı.
‘YALIN DİLİN BÜYÜSÜNE İNANIYORUM!’
- Okuyuculara “Öncelikle basit bir anlatım dilinin olmasını istedim. Bol virgüllü, aşırı betimlemeli ve bir solukta okuman için hikâyeyi olabildiğince kısa tutmak istedim” diyorsunuz. Bunu söylemek kolay fakat gerçekleştirmesi hiç de kolay değildir. Herhangi bir yazma kursu ya da örnek aldığınız biri oldu mu?
Eğitime çok önem veren bir anne ile babanın çocuğuyum. Çok ciddi okullarda, zor ve iyi bir eğitim aldım ama beni bu romanları yazdıracak kadar eğiten çok ama çok okumak, okurken sorgulamak, araştırmak ve soru sormaktan korkmamak oldu.
İngilizce, Almanca ve İtalyanca öğrenirken kelimelerin Latince kökenlerini araştırıp, nereden geldiklerini öğrenmek bana inanılmaz keyif vermiştir.
Her kültürün diline etkisi daha sonra o dilin oluşturduğu edebiyatı irdelemek kültürlerin gizli hazinelerini ortaya çıkarmak gibiydi.
Okuduğum her kitapta “Ben olsaydım nasıl yazardım?” diye düşünüp, o kitaptaki karakterleri bazen kurgularını kafamda değiştirdiğim oluyordu. Aslında böylece kendimi orijinal hikâyeler yazmaya sürüklediğimi kim bilebilirdi ki?
Hikâyelerimde kullandığım dile gelince, yalın dilinin büyüsüne inanan birisiyim. Bu benim için çok önemliydi ki bunu özellikle önsözde okuyucu daha hikâyeye başlamadan belirtmek istedim.
Türk ve dünya edebiyatından sevdiğim o kadar çok yazar var ki... Fakat hikâyelerime başlarken örnek aldığım hiçbir yazar olmadı. Ben sevdiğim bütün yazarların öğrencisiyim, umarım bir gün onlar kadar sevilen bir yazar olurum. Yazım sanatı çok özel. Her yazarın kaleminin sesi farklı ve yazara özel olmalı.
- Tarihi değeri ve büyüleyici güzellikleriyle hikâyenin geçtiği Çınar kasabasının nerede olduğuna ilişkin hiçbir ayrıntı vermeyeceğinizi belirtmişsiniz. Roman kahramanının öküzgözü yetiştirmeye karar vermesi bu kasabanın Elazığ çevresinde olduğunu düşünsem de niyeyse Kapadokya’da karar kıldım sonra. Sizin hayalinizdeki Çınar hangi bölgedeydi?
Ne kadar dikkatli okumuşsunuz. Evet, öküzgüzü Elazığ çevresinde de yetiştiriliyor. Bu, Elazığ doğumlu babama, o yöreye bir saygı duruşuydu ama ben yazarken Mila’nın çiftliğini Trakya’da, Çınar kasabasını ise Çanakkale’nin iç kesimleri olarak hayal etmiştim.
‘BAĞ, SADECE BİR AŞK ROMANI DEĞİL, POLİSİYE UNSURLAR DA İÇERİYOR’
- Hikâye ilerledikçe ben kötü bir sonla noktalanacağını düşündüm hep. Ama ters köşe yapıp mutlu sonla bitirmişsiniz. Polisiye roman tadında gelişen bir roman da Bağ. İleride polisiye yazma düşünceniz var mı?
Ben Bağ için aşk romanı dediklerinde şaşırmıştım çünkü dediğiniz gibi bu sadece bir aşk romanı değildi. Evet hikâyenin içinde aşk var ama aynı zamanda komedi, dram ve gerilimle gelişirken polisiye roman unsurlarını da içeriyor. Diğer hikâyelerimi de bir kategoriye sokmak zor olacak çünkü Bağ gibi içinde farklı duyguları barındıran hikâyeler.
‘ŞARABIN ANA YURDUYUZ!’
- Bağ’ın iki kahramanı Kemal ve Mila’nın yollarının kesişmesi şarap üreticiliğine soyunmaları nedeniyle gerçekleşiyor. Şarapçılık konusunda çok ayrıntılı bilgileri olayın örgüsü içinde aktarıyorsunuz. Şarap konusunda ben denli bilgiler şaşırtıcı. Özel bir ilginiz var mıydı yoksa romanı yazma aşamasında mı edindiniz bu bilgileri?
Bu kitapta şarapla ilgili bütün bilgiler benim için ayrı bir araştırma konusuydu. Şarap ile ilgili bilgiler ve hikâyede adı geçen Fransa’daki 12.yüzyıldan kalma o güzelim şato Chateau du Clos de Vougeot bağlarıyla birlikte gerçek.
Ailemize ait tarlalarda şarap üretebilir miyiz diye babamla konuşmuş, araştırmış, ama kitapta da bahsettiğim gibi üretimin kalbinde olmadıkça, uzaktan yönetilecek bir yatırım olamayacağından bu düşüncemizden vazgeçmiştik.
Bu konuya özel ilgim olduğu kadar okuyucunun dikkatini çekmek istediğim bir konuydu. Şarabın bu topraklarda doğduğu ve çok önemli bir ihraç ürünü olduğu gibi gerçekleri göz ardı etmemek gerekiyor.
- Başkentte doğup büyüdünüz, romanınız ise ağırlıklı olarak küçük Çınar kasabasında geçiyor. Kasaba yaşamına ilişkin gözlemlerinizin esin kaynağı var mı?
Büyükşehirde doğup büyümüş biri olarak, kasaba hayatı benim hiç tatmadığım ama hayalimde kolayca canlandırabildiğim bir özlemdi. Şu an İngiltere’de küçük bir kasabada yaşıyor olmam sanıyorum bu özlemin bir sonucu.
Belgesellerde izlediğim, kitaplarda okuduğum, tatile giderken içinden hızlıca geçtiğim ama hep hasretini çektiğim bir yeri hayalimde canlandırmak ve hikâyeme dantel gibi işlemek benim için kaçınılmazdı.
- Sandıkta bekleyen başka romanlar da var sanırım. Onların okurla buluşması yakın zamanda olur mu?
Evet, Bağ benim yazdığım ikinci hikâye. Sandıkta üç hikâye ile iki çocuk masalı daha var. Umarım tüm hikâyelerim sizlerle buluşur.
- Son olarak Zeynep Taşdelen Tenteoğlu kimdir?
Hayata emek vermekten zevk alan, ayakları yere oldukça sağlam basan bir hayalperest.