John Cheever...

John Cheever… Sıradüzen içinde yazdığı düşünülse de, yaşantısına dönük paralel okumalar yaptığınızda; o inişli çıkışlı, dağınık, hatta çapraz ilişkilerini sürüklenişinde kendini sağaltmak, kendine pencereler açmak, ruhunu iyileştirmek, dünyanın hallerine iyicil yanlarıyla bakmak için yazdığını hissedersiniz. Bu, bir bakıma, öyledir de! Parçalıdır Cheever anlatıları. Doğaçlamadır da diyebiliriz. Orada kendi sesini bulmaya, yaratmaya çalışırken; hayatındaki akışın / ritmin nasıl biçimden biçime dönüşerek bir anlatı evreni oluşturduğunu da gözleriz. Cheever’ın bu yanı Çehov’u andırır. Raymond Carver’a yolunuz düşürse, Sait Faik Abasıyanık’ın öykülerine göz atarsanız Cheever’dan izler bulursunuz.

Feridun Andaç / Cumhuriyet Kitap Eki

Fotoğraf: EVERESTT KOLEKSİYONU

John Cheever’da yalınlık, saydamlık, ironinin ötesinde bir gerçeklik duygusu vardır ki; bunu “taşra sıkıntısı” olarak da adlandırabiliriz. Zira, taşra, her bir şeyi bünyesinde taşıyan, gösteren, bir o kadar da saklayandır.

Oradaki “küçük insan”, “küçük dünyalar” yanardağ lavlarını hissettirir bazen. İşte John Cheever anlatı evrenini, öykü dünyasını bize açan da bunlardır.

Onun anlatısına bakarken, “banliyö” diye tanımlanan Amerikan taşrasıdır aslında! Ülkenin “Büyük Buhran” döneminin yansıları, o büyük sarsıntının “küçük insan”ların dünyasını nasıl etkilediğini gösterir.

Çözülmeler, savrulmaların sürüklenişindeki insanlık durumlarının anlatıcısı olarak karşımıza çıkar Cheever.

Dönem Amerikası’nın gerçekliği anlatılarının ruhuna siner.

BAŞLAMA NOKTASI

İlk öykülerini 1930’ların başında yayımlar. Güz Nehri ve Daha Önce Derlenmemiş Hikâyeler seçkisinde yer alan on üç öykü 1931-1949 yılları arasında yazdıklarından oluşuyor.

Anlatısının sesini, konularının izleklerini, yaşama / insana dair dile getirdiği gerçekliklerin tınısını bu öykülerinde hissederiz.

“Alman Birası ve Bermuda Soğanları” bu anlamda öykücülüğünün ilk döneminin sesini / rengini en iyi anlatan öyküsü olarak öne çıkar.

Doğa, insan, çevre ekseninde kurulan öyküde Amy her şeyi gören eden; geldiği 45. yaşında kendini anlamaya çalışan, içinin sesini dinleyen biridir. Her şeyin farkında olarak yaşamak duygusunun eşiğine taşır bizi öykünün kahramanı. Cheever, anlatırken öylesi labirentlere yönelir ki; o saydam bakışında insan ruhunun çizgilerini buluruz.

Kendinin ve dünyanı halinin uğultusunun farkında olmak… Oradan yaşanan ânlara, o ânlardaki karşılaşmalarla hissedilenlere dönmek… Bir yanda Amy’nin yalnızlığında çiçeklenen burukluğu, ötede gelip çiftliğinde kısa süreli kamp kuran yerlilerin yaşattıkları vardır.

Bir John Cheever çevirmeni de olan Tomris Uyar’ın tanımıyla; “Romancılığa sığmayacak kadar merkezkaç öykü anlayışı”nı simgeleyen bir öyküdür bu. Anlatılan Amy’nin durumudur. Ama onun varlığına gelip karışanları da bir çerçeve öykü biçiminde anlatması Cheever öyküsünün çeşitliliğini gösterir.

İLK DÖNEMİN YANSILARI

Yaşamından izler de taşıyan ilk dönem öykülerinde anlatı sesini yakaladığını söyleyebiliriz.

Yeni bir dünya umudunu besleyen bakışla yazar. “Geçerken” öyküsü (1936), onun romanesk anlatıcı yanını da sergiler aynı zamanda. Zamanın ruhuna tanıklığı her yanıyla bu uzun öyküsüne yansır. Gören, hisseden, yansıtan bir bakıştır onunkisi:

“Günbegün fakir, çaresiz ve aç yaşayan; fakirlik, çaresizlik ve açlıktan başka bir gelecek göremeyen herkes sonunda ayırdına varır. Çok basit. Bunlar sizin zincirleriniz; hiçbir demir bundan daha ağır değildir. Ve onları kırmanız lâzım. Kırabilirsiniz de, hem de kendi ellerinizle…”

Çöküş ve yozlaşma çağının sanrısıdır. İnsanlar bunun sürüklenişi, karabasanındadır. Cheever, o yaşantıların adeta “ayna”sıdır. Süreksizliğin, nefretin, kötülüğün ne anlama geldiğini; umutla yarına neden bakmak gerektiğini anlatır. Hikâyesinin kahramanına şunları söyletir:

“Ölü ellerin şekillendirdiği, ölü ellerin hükmettiği yoz bir dünyada yaşıyoruz. Bizler genciz. Bu dünyayı değiştirmek bizim elimizde. Yeme içme, yaşama arzusu kadar basit.”

Dar zamanlarda, zorluklar içinde yaşayan kahramanları şunu diyebilmektedir: “Sakatların ve tembellerin rızkı verilir. Kır zambaklarını hatırla…”

ÖYKÜLERİN RUHUNA İŞLEYEN ÇÖKÜŞ VE DÜŞKÜNLÜK ZAMANLARI

Çöküş ve düşkünlük zamanları Cheever’ın bu öykülerinin ruhunu oluşturuyor. Umutsuzluktaki umudu göstererek yazıyor da denilebilir.

Cheever, saydam bir anlatıcıdır, sözünü öyle gezindirmez. İnsan davranışına bakarken de, ruhsal durumunu yansıtırken de birkaç cümle / diyalog yeterlidir. Çizdiği atmosferde de bunu görebilirsiniz:

“Şehre geldiğimizde hava kararıyordu. Hâlâ yağmur yağıyordu. Kardeşime veda ettim. Valizimi kontrol ettim, biletimi aldım ve şehir merkezine yürüdüm. Kış gibi soğuktu. Rüzgâr, Common parkındaki ağaçların yapraklarını savuruyordu. Kaldırım ıslak yapraklarla kaplanmıştı.”

TİPOLOJİDE DE USTA!

Öykülerinde karakter betimlemesini, kişi tipolojisini çizmede ustalıklı bir anlatımı var. “Bayonne” öyküsü, adeta işaret fişeği gibidir. 1936’da yayımlanan bu öykü, Cheever’ın öykücülüğünün de ibresini gösterir adeta.

Fitzgerald, Steinbeck, Hemingway ayarında bir öykücü / anlatıcı olarak karşımıza çıkıyor. Zaman zaman onun öykü evreninin William Saroyan’ın (1908-1981) anlatı dünyasını çağrıştırdığını da söyleyebilirim.

Kırılgan hayatlar… Oldurulamayan ilişkiler… Yaşama döngüsündeki ilişkilerin çözülmesi… Her bir savruntuyla gelen burukluklar… Cheever’ın 1950 sonrası yazdığı öykülerinde yoğun / derinlikli bir anlatımla öne çıkan izleklerdir.

“Bityeniği”, dönem öyküsünün izleksel yanlarını, öykülemedeki üslupçuluğunu belirgince gösterir.

Cheever öyküsünün gezinen, duran, gören, söyleyen, sorgulayan, içselleştiren bir bakışla nasıl kurulduğunu da “Brimmer” öyküsünde görürüz.

CHEEVER: ‘KURGU, OTOBİYOGRAFİ İLE BİYOGRAFİNİN, BİLGİNİN ZENGİN BİR KARIŞIMIDIR!’

Kendi yaşama döngüsüdür öykülerine renk ve biçim veren. Kendini anlatmaz, ama kendi varlığının sesini / bakışını / deneyimini hissettirir. Ki, kendisi de şunu dile getirecektir:

“Her zaman şunu söylerim: Kurgu, üstü kapalı otobiyografi değildir. İhtişamı, otobiyografiye dayanmamasından gelir. Biyografiye de dayanmaz. Otobiyografi ile biyografinin, bilginin (verilere dayalı bilgi, sezgisel bilgi) çok zengin bir karışımıdır. Bambaşka unsurları bir araya getirerek estetik, ahlaki ve uyumlu bir şeye dönüşmektir.”

BAM TELİ OLAN ANLATICI VE İYİ BİR KULAK MİSAFİRİ!

Koşulların gücünde oluşagelen durumlar, olaylar, olgulardır Cheever öyküsünü var eden. Burada Çehovvari bir bakış, tutum, kara mizah vardır. Karşıtların çatışan, ayrışan, buluşan yanlarını öyküler.

Öyle ki; John Cheever’a, bam teli olan anlatıcıdır da diyebiliriz. Sizi durdurur, bazen şaşırtır, hislendirip öfkelendirebilir de.

Söze, dönüş yerinden başlarız onunla. Yaşanmış ânların, çözülen zamanların gölgesinden çıkıp gelmiş her bir şey karşılar bizi onun anlatısında.

Ayrıca, onun, iyi bir “kulak misafiri” anlatıcısı olduğunu da burada belirtmeliyim. Benim “arka masa” dinleyicisi anlatıcı dediğim bir derleyici / dinleyici bakışın yansımalarını taşır öykülerine Cheever.

Şu sözleri de onun bu yanını yeterince anlatır bize: “Bana öyle geliyor ki bir romancı için keskin bir kulak, böbreği kadar temel bir gereksinimdir. Aksanları yakalayabilmeli, dört masa uzakta söylenenleri işitebilmelisiniz. Beni ilgilendirdiği kadarıyla bu, edebiyatın anaokulu.”

YAZI YORDAMININ ANA İLKESİ; ANLAMAK, ANLAMLANDIRMAK!

Anlamak, anlamlandırmak onun yazı yordamının ana ilkesi. “Kurgu hakikati gölgeleyen gerçeği de aydınlatır” düşüncemin yansılarını bulduğum bir anlatıcıdır John Cheever. Gezgin, huzursuz, hayata yazıyla tutunan; varlığını orada anlamlandıran bir anlatıcı.

Cheever’ın anlatı dünyasına öyküleriyle adım atarken, eminim ki romancılığını da keşfedeceksiniz.

Wapshot Kayıtları (1954), Bullet Park (1969), Sanki Cennetti Görünen (1982) onun anlatıcılığının üç farklı dönemini simgeler adeta. Yaşananlara yüzünü dönerken, görünenin de ötesine uzanır.

ROMANLARINDAKİ BAŞAT ÖĞE, ALTÜST OLAN TOPLUM!

Romanlarındaki başat öge insan ruhunun derinliklerine inerken, zamanın ruhunu içeren toplumsal dönüşümle altüst olan yaşamların özlemleri / sanrıları / çelişkilerini dile getirmektir.

Öyle ki, burada Cheever kendi varlığını derinden hissettirir. Düşlerini, düşüncelerini dile getirirken, toplumdaki tabuları yıkan bir bakışı kuşanır.

Cheever, öykü ve romanlarında, gördüğünüz her bir şeyi anlatabilir, hikâye edebilirsiniz duygusunu veriyor.

Gittiği için yazan biridir, o. Ve aklında hep tuttuğu da, E.E. Cummings’in şu sözleri olacaktır: “Boston, sıçrama tahtası olmayan bir şehir; dalış yapmaya cesareti olmayan insanlar için sadece. Başka yere git.”

HAKİKAT VE GERÇEKLİK!

Cheever anlatılarını okudukça “hakikat” ile “gerçeklik” kavramlarının ne’liğini daha iyi kavrıyorsunuz. Tıpkı Çehov, Hemingway anlatılarındaki gibi.

Şunu söylüyordu bu konuda: “Bir kere, ‘hakikat’ ve ‘gerçeklik’ sözcükleri, anlaşılır bir referans çerçevesi içinde sabitlenmedikçe, hiçbir anlam ifade etmezler. İnatçı gerçekler yoktur. Yalan söylemeye gelince, bana öyle geliyor ki, yalan, kurguda kritik unsurdur.

Bir hikâye anlatmanın heyecanlı yanı, aldatılmaya dönük yanıdır. Nabokov bu konuda bir ustadır. ‘Yalan söylemek, hayata dair en derin duygularımızı sergileyen bir tür el çabukluğudur.’” (The Paris Review” söyleşisi, Annette Grant, 1976)

CHEEVER: ‘EDEBİYATIN ÇOK AZININ ÖLÜMSÜZ OLDUĞUNA İNANIYORUM!’

Cheever’ın gerçeğe bakışı, yorumsayıcılıktan ötedir. Olabilirlik, olasılık, ucu açıklık anlatılarının gerçeklik dokusunu oluşturur. Gene de onun edebiyata dair şu düşüncelerini, okurken, aklınızda tutmanızı isterim:

“Bir yazarın edebiyatı sürekli bir süreç olarak görme sorumluluğu olduğunu düşünmüyorum. Edebiyatın çok azının ölümsüz olduğuna inanıyorum.” (ags.)

BELLEK KUTUSU

“ Kurgu, birinci sınıf habercilikle rekabet etmelidir. Sokaklarda veya gösterilerde gerçek bir savaş hikâyesine eşdeğer bir hikâye yazamıyorsanız, bir hikâye yazamazsınız.” John Cheever

JOHN CHEEVER OKUMA ÖNERİLERİ

Toplu Öyküler, Çev. Tomris Uyar, Roza Hakmen, Everest Yay., 895 s., 2022.

Güz Nehri ve Daha Önce Derlenmemiş Diğer Hikâyeler, Çev. Niran Elçi, DeliDolu Yay., 198 s., 2016.

Yüzücü, Çev. Tomris Uyar, Everest Yay., 150 s., 2011.

Sanki Cennetti Görünen, Çev. Armağan İlkin, Remzi Kitabevi, 110 s., 1991.

Bullet Park, Çev. Ayça Sabuncuoğlu, Can Yay., 214 s., 2016.

Wapshot Kayıtları, Çev. Yeşim Seber, Everest Yay., 408 s., 2016.

Falconer Hapishanesi, Çev. Ayça Sabuncuoğlu, Can Yay., 2018.

Elmalar Diyarı, Çev. Roza Hakmen, Everest Yay., 320 s., 2014.

Boşanma Mevsimi, Çev. Roza Hakmen, Everest Yay., 315 s., 2013.

Ey Yıkılmış Hayaller Şehri, Çev. Roza Hakmen, Everest Yay., 234 s., 2012.