Yüzleşme’nin farklı yüzleri

Akademisyen Zehra İpşiroğlu ‘Ankara’da Eşitlik ve Farkındalık Ayı” alt başlığıyla kaleme aldığı yazısında tiyatro oyunları, sergiler ve belgeseller ışığında bir yüzleşmeler serisini önümüze seriyor

Zehra İpşiroğlu

Tıkış tıkış bir otobüs. Her dönemeçte insanlar sağa sola savruluyor. Ayakta duran bir kadınla adam. Adam kulaklıklarını takıp müzik dinleyerek  bu iç daraltıcı  andan iyice uzaklaşmış, kadın ise olduğu yerde sürekli kıpırdıyor. Arkasında dikilen adam onu belli ki taciz ediyor hem de kimsenin ruhu bile duymadan. Kadın yerini değiştiriyor, tacizci de tıkış tıkış otobüste kendine yer açıp  mıknatıs gibi  yine ona yapışıyor. Kadının yüzündeki tedirginlik sıkıntıya, sıkıntı öfkeye, öfke çaresizliğe dönüşüyor. Eşine tacizciyi şikâyet etse ya da ona herkesin içinde haddini bildirse  büyük bir kavga patlayabilir. Kadın tek başına olsa, yani yanında bir erkek olmasa işin içinden çok daha kolay sıyrılabilir.  Ama eşi yanında olduğu anda kendini savunması  neredeyse olanaksız bir hale geliyor. Çünkü her iki erkek tarafından da kuşatılmış durumda. Kadının yaşadığı sadece  taciz değil,  kadını kendi  malı gibi gören, bir sorun çıktığında da hemen şiddete başvuran erkeklerin zehirli dünyası;  öyleyse  bu çıkmazdan nasıl kurtulacak? 

FORUM TİYATROSU DENEYİMİ

Forum tiyatrosu üzerine çok değerli kitapları olan akademisyen Nihal Kuyumcu’nun Çankaya Belediyesinin  Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde düzenlediği   küçük Forum Tiyatrosu uygulamasına ilgi yoğun. Forum Tiyatro’da sahnede bir sorunu sergileniyor, izleyici de sahneye çıkarak bu soruna çözüm arıyor, böylece tiyatro aracılığıyla hem farkındalığımız  gelişiyor, yaşadığımız ya da yaşayabileceğimiz sıradan gibi görünen sorunların bilincine varıyoruz  hem de duruma ve koşullara göre bir duruş geliştirebiliyoruz. Bu açıdan Forum Tiyatrosu yaşamın küçük bir modeli gibi.

Sahneye çıkıp da  tacize uğrayan kadının rolüne giren izleyiciler  farklı çözümler üretiyorlar, her çözüm de yeni sorunları beraberinde getiriyor. Kadın pek renk vermeden eşiyle birlikte otobüsten inmek için bir şeyler uyduruyor ya da soğukkanlılığını koruyarak tacizciyi uyarıyor ya da sinirlenip adamı otobüsten atıyor ya da cep telefonuyla tacizciyi çekiyor. Sonunda en çok alkış alan çözüm  tacize uğrayan kadının tacizciyi  mahalleden birinin arkadaşına benzeterek önce şaşırtması, sonra da arkadaşını aramak bahanesiyle polisi imdattı araması oluyor. Önerilen her çözüm sonrasında oyunun akışını  değiştiren izleyici/oyuncular kendi deneyimleri üzerine tartışıyorlar. Bu süreçte kadının taciz edilmesinin dışında, erkeğin kadını sahiplenmesi, erkek şiddeti, kadının kendini koruyamaması gibi sorunlar da gündeme geliyor.  Tiyatro aracılığıyla doğrudan yaşayarak  deneyimleme  bu küçük deneysel çalışmaya katılan herkesi yoğun bir duygu ve düşünce sürecinin içine çekiyor.

ANLATILAMAYAN ÖYKÜLERİ ANLATMA CESARETİ

Ankara’da “Anlatılamayan Öyküler, Yedi Kadın” adlı video art  sergimizle başlayan ve tiyatro, belgesel film, söyleşiler, atölye çalışmalarıyla gelişen  farkındalık ve eşitlik etkinlikleri ataerkil toplumun farklı yüzleriyle hesaplaşmamızı sağlıyor.  Önceki aylarda Ankara Cermodern’de ve İstanbul Gashane’de sergilenen “Anlatılamayan Öyküler” video sergisini  Mareliber’den  belgeselci Deniz Şengenç’le birlikte  geliştirdik. Tuğlalarla örülmüş duvarlarla birbirinden ayrılan yedi oda, her odada farklı toplumsal katmanlardan gelen bir kadın yaşadığı  şiddeti anlatıyor. Kadınlarla röportaj yaparak  gerçek yaşam öykülerinden kurguladığımız öyküleri Berna Laçin, Aysel Yıldırım gibi birbirinden  usta tiyatrocular öylesine özgün ve inandırıcı bir biçimde canlandırıyorlar ki,  öyküleri izleyenler bunların gerçek mi yoksa kurmaca mı olduğu konusunda tereddüde düşüyorlar.  Öykülerin bir diğer özelliği de bireysel öykülerin ardındaki toplumsal, dahası politik mekanizmaları göstermesi. Birbirimizi dinleme yetisini yavaş yavaş yitirdiğimiz  selfie döneminde   dinleme, empati, anlama,  düşünme, sorgulama, yaşadığımız toplumla, en önemlisi de kendimizle yüzleşme fırsatını tanıyor bu sergi bizlere. Çünkü  sergiyi gezenlerin pek çoğunun dile getirdiği gibi her kadının öyküsünde kendi öykümüzden de parçalar bulurken bastırdığımız, gizlediğimiz, anlatmak istemediğimiz sorunlar da bir bir  açığa çıkıyor.  Bu sergiyi  gezen bir arkadaşım “Acaba kadınlar  sorunlarını böyle açık açık dile getirip de konuşabilirler mi?” diye sordu.  “Toplumdaki konumlarının, itibarlarının zarar görmesinden korkmazlar mı?” 

Evet çok zor da olsa konuşurlar, çünkü, konuşma, anlatma, sesini duyurma da bir mücadele biçimi. Çünkü bizler sustukça, haksızlıkları gizledikçe kadınları eşit görmeyen, sürekli dışlayan ve ötekileştiren ataerkil sistem de sürüp gidiyor.  Sesini çıkarma, konuşma umudu da barındırıyor, bir şeyleri değiştirme umudunu… “Anlatılamayan Öyküler”in   kadınları ise  yaşadıkları sorunları  çoktan geride bırakmış güçlü  ve bilinçli kadınlar. Zor da olsa geçmişte olanları anlatabilme  ve geleceği biçimlendirme yetileri bunu gösteriyor. Bu açıdan da olumlu rol modelleri sunuyorlar. Ne yaşarsanız yaşayın  bütün bunları aşacak gücü kendinizde bulabilirsiniz diyor bu sergi bizlere.

Bu sergideki üç kadının öyküsünü sahneye taşıyan “Yüzleşme” oyunumuz da bu projenin bir uzantısı. Uluslararası İstanbul Festivali’nde izlediğimiz bu oyun  Ankara’daki  eşitlik ve farkındalık günlerinde de Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde sergilendi. Oyun sonrası izleyicilerle yaptığımız söyleşi de bu konunun izleyiciler ne kadar dokunduğunu gösteriyordu. Kimi babasının annesine uyguladığı şiddeti sorguluyor, kimi bizlere kendi öyküsünü anlatmak ihtiyacını duyuyordu. 

Tıpkı Forum Tiyatro gibi “Anlatılamayan Öyküler” ve “Yüzleşme” de yaşama dair, kendimize dair çok şeyler söylüyor bizlere. Ancak her üç etkinlik de izleyiciden duygusal ve düşünsel açıdan etkin bir katılım bekliyor. Özellikle video sergisine ünlü oyuncuları görmek için gelen ya da yüzeysel gezenler büyük olasılıkla hayal kırıklığına uğrayacaklardır. Öte yandan bu etkinliklerin  özellikle interaktif yanı, sorunları görmezden gelmeyi, bastırmayı tercih edenleri, kısaca yüzleşmekten korkanları iyice tedirgin edebilir. 

TARİHLE YÜZLEŞME, TÜRKİYE’DEKİ KADIN HAREKETİNE TARİHSEL BİR BAKIŞ

Osmanlı’dan Cumhuriyete kadın hareketini irdeleyen sergileyen “Kadın Olmanın Günahı” adlı belgesel ise (yönetmen ve yapımcı:Ümran Safter) Cumhuriyet öncesi kadın hareketinde   önemli bir rol oynayan yazar ve kadın hakları savunucusu  Nezihe Muhittin’in yaşamında odaklaşıyor. Meşrutiyet döneminde kadınların siyasal haklarını kazanması için mücadele eden Nezihe Muhittin  1923 de Kadınlar Halk Fırkası gibi siyasal bir partinin kuruluş çalışmalarında yer alıyor ve Türk Kadın Yolu dergisini çıkartıyor. Partinin kuruluşu engellenince Kadınlar Halk Fırkası Türk Kadınlar Birliği’ne dönüşüyor. Nezihe Muhittin ve arkadaşlarının bu mücadelede karşılaştıkları engeller, ataerkil zihniyetin onların giderek ellerini kollarını bağlaması, yolsuzluk vb. iddialarla  suçlanması bu belgeselin özünü oluşturuyor.  O kadar ki Nezihe Muhittin tıpkı kendi kuşağından olan  Suat Derviş, Fatma Aliye, Fahrinüssa gibi diğer kadın hakları savunucuları gibi  yaşamının son döneminde yalnızlığa terk ediliyor.  

Belgesel Cumhuriyet dönemiyle birlikte kadınlara verilen hakların nasıl türlü engellerle dolu uzun bir mücadelenin sonunda ortaya çıktığını gösteriyor. Bu açıdan da Atatürk devrimleriyle kadınlara verilen hakların Cumhuriyet öncesinde başlayan kadın hareketinin bir sonucu olduğu söylenebilir. Belgesel de Fatmagül Berktay’ın dile getirdiği gibi Türkiye’deki kadın hareketini bizden önceki kuşakların, anneannelerimizin, annelerimizin öncü çalışmalarına borçluyuz. Ne var ki Cumhuriyet öncesinde başlayan kadın hakları hareketinin kırsal kesimlere yeterince ulaşamaması sorunun kilit noktasını oluşturuyor..

Belgeselde beni yadırgatan filmin öncelikle Yeşilçam filmlerini andıran iç gıcıklayıcı  başlığı oldu. Bu bir alaylama mı yoksa reklam stratejisi mi?  Öte yandan Nezihe Muhittin’i canlandıran oyun sahneleri de filme bir renk getirmekten çok yapay ve eklenti kalıyor.  Canlandırmayı yapan oyuncu Aysel Yıldırım maske gibi makyajı ve sert yüz ifadesiyle Nezihe Muhittin’in insancıl, ışıklı yanını yansıtamıyor.  Ama  bunlar ayrıntıya kaçan  küçük eleştiriler,   bütününde çeşitli feminist araştırmacıların katıldığı bu belgeselin çok değerli olduğunu düşünüyorum.

DUVARLARI KIRMAK

Danscı Dilara  Umay Koyuncu’nın  “Anlatılamayan Öyküler” video sergisinden esinlenerek iki küçük kızla birlikte yaptığı performans kadın olmanın çeşitli evrelerini irdeliyor.  Kendisine dayatılan kadınlık rolüyle neredeyse bir robota dönüşen bir kadının çocukluğuna yapılan gönderme belki de bu döngüden okuma yoluyla kurtulabileceğimizi simgelerken, yaşadığı her şeyi yazıya döken ikinci küçük kız  yaşananları yazarak sesini duyurmanın öneminin altını çiziyor.Böylece kadına dayatılan role alternatif  bir model çiziliyor.

Forum tiyatrosu,  dans tiyatrosu ve video sergimiz Ankara’da izlediğim etkinliklerden sadece çok küçük bir kesit. Keşke kadına yönelik çalışmalar sadece sekiz martla sınırlı kalmasa. Yaşadığımız ataerkil ve cinsiyetçi toplumda bu tür çalışmaların ve  etkinliklerin sürekliliğinin olması gerekiyor. Kadınlar sadece yılın belli günlerinde değil,  her an her dakika seslerini duyurmak için çaba harcamadıkça, onları ezen, susturan mekanizmaları ortaya çıkarmadıkça,  kendilerini sorgulamadıkça, erkekler de kadın hakları için  ataerkil duvarları aşarak kadınlarla birlikte savaşmadıkça bir adım ileri gidip iki adım geri gelerek bu kısır döngüden bir türlü kurtulamayacağız.  Nezihe Muhittin, Halide Edip, Suat Derviş, Müfide Ferit Tek  gibi Cumhuriyet öncesi dönemini kadın hakları öncüleri ve savunucuları  kadınları ezen mekanizmalarla mücadele eden  İstanbul Sözleşmesinin bir çırpıda yok edildiği bu günleri görselerdi acaba ne derlerdi?