Yarın ancak bugün kurulur! Y. Bekir Yurdakul’un yazısı...
İlkgençlik çağına seslenen, distopik türün çok başarılı örneklerinden Mavi Yıldız romanıyla, 2018 Gülten Dayıoğlu Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Vakfı Ödülü’nü; gülmece türüne içeriden göz kırptığı Düdüklü Tencere Orkestrası dosyasıyla 2021 Muzaffer İzgü Çocuk Romanı Ödülü’nü alan Dilge Güney, okurlarının karşısına yine distopik bir yapıtla çıkıyor. Başkalarının derdinden, sorunlarından, konu komşudan uzaklara düşmüş, küçük konforlu dünyaların gönüllü rızacıları olmayı reddeden herkese ne çok sözü var 1 GB Adalet’in!
Y. Bekir Yurdakul / Cumhuriyet Kitap EkiHER ŞEYE BOŞ VER, TÜKET YETER!
Ne zaman uzak (Galiba pek de “uzak” değil artık!) yarına / teknolojinin alıp başını gideceğinden kuşku duymadığımız günlere / çağlara ilişkin bir yapıtla kesişse yolum aklımın ışıklı tabelasında Çetin Altan’ın 1970’lerde yazdığı iki yapıtı belirir: Bir Avuç Gökyüzü1 ve Büyük Gözaltı2.
Teknoloji geliştikçe iletişim olanakları inanılmaz bir hızla artıyor, mesafeler kısalıyor, kısacası hayat kolaylaşıyor. Ancak “uygarlık” diye de tanımlanan bütün bu gelişmelerden, geniş halk kitlelerinden daha çok ve sınırsız bir şekilde, yönetimi elinde bulunduranlar yararlanıyor.
Toplum katmanları arasında -giderilmek bir yana- sürekli artan fark / derinleşen uçurumsa fotoğrafın değişmeyen/ değişmeyecek yüzü olarak sırıtıp duruyor. İşte Çetin Altan’ın alabildiğine erken bir tanıyla haykırdığı “büyük gözaltı” ve artan “suç” olgusuna bağlı olarak hep dolu kalan hapishanelerde “bir avuç gökyüzü”yle yetinmek durumunda kalan “suça sürüklenen” binler, milyonlar...
Ne mi isteniyor? “Ezberle, istendiği zaman tekrar et; üretmeyi boş ver, bol bol tüket!”
DÜŞÜNE DÜŞÜNE...
Nereden ve niye mi geldim buralara? Söz oraya geldi zaten: Dilge Güney’in; yer yer okumayı bırakıp düşünmelere daldığım, dünyanın, özellikle tanığı olduğum son altmış yılında yolculuklara çıktığım yeni yapıtı 1 GB Adalet’in daveti üzerinedir sizi de sürüklediğim (üzerinde yeniden düşünmenizi istediğim) ortam.
Daha kestirmeden, daha açık söylesem, “...Artık pek fazla kuş yok... Onların yerine dronlar uçuyor her yerde. Yer kalmıyor ki kuşlara” (s. 84) tümcesinin kederli seslenişidir bu... Yazarın, “Yalnız suça sürüklenen çocuklar bilir gökyüzünün dilini” (s. 109) dizesine yüklediği hüzündür. Ve edebiyat okulunun saygın bir öğretmenine şiirden bir seslenişle teşekkür edişidir.
Desen: Murteza Albayrak
YEŞİL-TURUNCU KENTLER
Bir duruşma sahnesiyle başlıyor filmimiz / öykümüz. Sanık sandalyelerinde biri robot iki kişi (çocuk) var. Robotların her işi yapar olduğu, ilk bakışta insandan kolay kolay ayırt edilemediği (Mavi Yıldız’ın3 kahramanlarından biri de öyleydi...) bir çağa erişmiştir dünya.
Yok, öyle yüz-iki yüz bilmem kaç yıl sonrası değil. Yıl 2050’ler... Kent âdeta ikiye ayrılmış: Hali vakti yerinde/ varlıklı kesimlerin yaşadığı “yeşil” bölge ki robot Meto oradan kopup gelmiştir filmimize; çocuk sanık Ethem’in içinde yitip gittiği, yoksulluğun, yoksunluğun kol gezdiği “turuncu” bölge.
İki bölgenin sınırında yaşanan bisiklet hırsızlığının aydınlığa çıkarılması ve “suçlu”nun belirlenip cezalandırılmasıdır davanın konusu. Duruşma pek de uzamaz; Meto, kendisini bir anda çocuk “ıslahevi”nde bulur.
Olayların akışı, öteki karakterler, hapishanede (pardon, “ıslahevi”ydi değil mi...) yaşananlar (“Bu çocuklar kurtarıcı beklemiyordu. Burada ümide, hayale, beklentiye; iyi olan hiçbir şeye yer yoktu. Herkes çok korkuyordu. Korkutan dâhil.” [s. 64]), teknoloji-hayat ilişkileri, yeşil-turuncu iki bölgeli kent gerçeği ve orada nelerin olup bittiği üzerine söyleyeceklerim bu kadar.
Bunların hepsinin yanıtını; belki benim gibi ara ara okumayı bırakıp düşünerek, belki de kitabı bir solukta okuyarak alacaksınız.
GELİŞEN TEKNOLOJİ, DARALAN HAYAT!
Şimdi bizim dronu (!) yazarın, anlatının / öykünün arka planına ustaca yerleştirdiği, neden ve sonuçları üzerinde yeniden düşünmemizi, tartışmamızı istediği “gerçekler”imizin üzerinde gezdirmek isterim.
Hep bir ütopyadır hepimizin gönlünde beslenip büyüyen: Herkesin evinin barkının, yiyecek ekmeğinin olduğu, herkese yeten barış içinde bir dünya. Edebiyatın, sanatın çağırdığı yer de burasıdır insanı.
Ne ki “sorun”un, sıkıntının, kederin olduğu yerde ortaya çıkan edebiyat; gerçeğe, akıp gidene, yüz yüze kalınana da elbette dön(e)mez sırtını... Dolayısıyla özlenen düşdünya konu edilirken de alttan alta söylenen (farkında olunsun istenen) de aslında budur.
Distopyanın öne çıkmasını da bence gelişen teknolojiye karşın büyük çoğunluğun içinde kaybolduğu, üstelik buna razı edildiği; bir türlü aşılamayan, dahası gittikçe büyüyen / karmaşıklaşan sorunlarda aramalı.
BUGÜNDEN YARINA, ORADAN BUGÜNE
Geleceği anlatırken yazar, ne kadar uzağına düşer ki gündelik hayatın?
İşte Dilge Güney de 1 GB Adalet’te; adalet ve yönetim sistemimize, güvenlik ve sağlık anlayışımıza, gün geçtikçe daha büyük hapishanelere çevirdiğimiz kentlerimize, kısaca sürekli daralan özgürlük alanlarımıza ve kirlenen yaşamımıza (“Ama böyledir karanlık. Etobur çiçekler gibi açar gecenin kalbinde. Işığı, sözleri, kuşları ve çocukları yutuverir. [...] Karanlık oldu mu düşer bütün maskeler; unutulur, hak, hukuk, düzen.” [s. 108]) yeniden ve daha da dikkatlice bakmamızı istiyor.
Üstelik bunu; yalın bir anlatımla, tertemiz bir yeraltı suyu gibi sessiz akıttığı gülmecenin olanaklarından da ustaca yararlanarak (“Adam, ağzına iki boy büyük gelen bir kahkahayla gülüyordu.” [s. 69]) yapıyor.
Başkalarının derdinden, sorunlarından, konu komşudan uzaklara düşmüş, küçük konforlu dünyaların gönüllü rızacıları olmayı reddeden herkese ne çok sözü var 1 GB Adalet’in!
1 GB Adalet / Dilge Güney / Tudem Yayınları / 142s. / 10+ / 2022.
1 Bir Avuç Gökyüzü, Çetin Altan, Bilgi Yayınevi 1974.
2 Büyük Gözaltı, Çetin Altan, Bilgi Yayınevi 1975.
3 Mavi Yıldız, Dilge Güney, Altın Kitaplar, 2019.