Vigdis Hjorth'ten "Miras" (14 Kasım 2022)
İskandinav yazar Vigdis Hjorth’ün çocukluğunda maruz kaldığı ensest yüzünden duygu dünyası kalıcı yara almış bir kadının, bu kahredici deneyimi bir ayıp gibi saklamaktan vazgeçip dünyaya haykırsa da iyileşemediğini anlattığı Miras (Çeviren: Dilek Başak / Siren Yayınları); bir aile portresinin arka planını resmediyor ve gerçeklere dayalı bir travma hikâyesi. Yakınlığın ve yakınların açtığı yaraların, bağların ve bağları koparmanın hikâyesi. Tiyatro eleştirmeni Bergljot’un ailesine rağmen sağ kalma, yaşamına sahip çıkma mücadelesinin hikâyesi.
Erendiz AtasüBeni temellerime kadar sarsan bir kitap okudum: Miras (Vigdis Hjorth / Çeviren: Dilek Başak / Siren Yayınları).
Dünya edebiyatını elimden geldiğince izlemeye çalışıyorum. Kocaman ödüller almış, evet yer yer derinlikli pasajlar içerseler de, bir formüle göre yazıldıkları, yazar-okura hemen ifşa olan kof romanlardan sonra, adı sanı en azından bizde pek duyulmamış bir İskandinav yazarın - Vigdis Hjorth - aile ilişkilerini deşen ve bu çelişkili ilişkilerle kardeş ya da komşu halkların bitmek bilmeyen kanlı mücadeleleri arasında uzak bir koşutluk kuran yapıtı gerçek bir sürpriz oldu.
Hjorth, Miras’ta çocukluğunda maruz kaldığı ensest yüzünden duygu dünyası kalıcı yara almış bir kadının, bu kahredici deneyimi bir ayıp gibi saklamaktan vazgeçip dünyaya haykırsa da iyileşemediğini anlatıyor.
Kitap bununla sınırlı kalsaydı, etki alanı bunca genişlemezdi. Ancak, kitabın işaret ettiği mesele açıktır: Miras da ensest çevresinde örüldüğü için korkunç bir hal almış duygu çatışmalarının daha yumuşak halleri şu ya da bu kök nedenle neredeyse bütün ailelerde yaşanmaktadır.
Ailenin sığınma ve dayanışma ortamı, eczacılık terimiyle “lethal” (yani öldürücü) dozu da bulunabilen bir ilaca benzer. Ailenin aynı zamanda iktisadi bir kurum olması, duygunun meta ilişkisine dönüşebilirliği, metanın duygu yaratma gücü, aile dolambacını katmerleştirmektedir. Miras’ta bu durum - neredeyse bir Dostoyevski romanındaki kadar - metnin dokusuna sinmiştir.
Yakın ilişkilerin çıkmazı ve dramı, çatışmalar sonucunda beliren olumsuz duyguların, temeldeki sevgiyi ve sevilme ihtiyacını yok edemeyip sadece üstünü örtmesidir. Dolayısıyla hastalıklı ilişkiler hayat boyu kopmayan esaret zincirleri gibi uzayıp gider.
Hastalıklı duyguları bastırmanın kişiyi giderek akıl hastalığına bile götürebileceğini psikiyatri bize söylüyor ve daha da önemlisi, hayat gösteriyor! Bastırmak, unutmaya çalışmak, ya da geçekten unutmak çözüm olmadığına göre?..
Kabul gören yaklaşımlardan biri kurbanın acısını haykırması ve failin suçunu kabul edip özür dilemesi. Peki iki taraf da hem fail hem kurbansa ne olacak, çoğu ailevi ve silahlı siyasi çatışmada olduğu gibi?
Taraflardan biri bütün şahsiyetini, yaşam felsefesini, varlığını bir hatanın ya da suçun inkarı üzerine kurmuşsa, kendisinin dayanaksız kalması pahasına suçu kabul edip özür dileyebilir mi?
Diyelim ki diledi, karşısındaki haksızlığa uğramanın, kendine acımanın bataklıkvari çekiminden kurtulabilecek mi? Kuru bir özür sözü açılan yarayı onarabilir mi?
Özür beklentisi örtük bir öç talebi midir? Haksızlığa uğrayan kişi, hatanın ya da suçun hangi koşullarda işlendiğini, hafifletici nedenleri kendiliğinden fark edip, özür dilenmemişse bile faili bağışlayabilecek kadar yüce gönüllü olabilir mi?
Sorular, aile dramlarında olduğu kadar, aynı toprak parçası üstünde itişen kitleler için de geçerli. Miras bütün bu soruları sordurduğu için önemli bir kitap, tüketim malzemesi romanlardan değil, sahici bir roman.
Ayrıca… Ukrayna Savaşı bağlamında, Rusya Fedarasyonu’nun bir yetkilisi, birkaç gün önce Batılıların söylemini Goebells’inkine benzetti.
Propaganda olarak algılanabilecek bu benzetmeyi, dünya politikasını değerlendirirken vicdanından başka yön göstericisi olamayan Norveçli bir kadın yazarın Ukrayna savaşından çok önce kaleme alınmış metninde, ülkesinin politikacıları için kullanmasına rastlamanın sarsıcılığı da kaydedilmeli. (s.160)