Venedik Bienali’nin Türkiye Pavyonu sanatçısı Füsun Onur ve eseri ‘Evvel Zaman İçinde...’
Venedik Bienali 59. Uluslararası Sanat Sergisi Türkiye Pavyonu’nun bu yılki sanatçısı Füsun Onur. Kuzguncuk’ta bir yalıda doğmuş büyümüş ama aynı zamanda Üsküdar Amerikan Kız Lisesi’nin ardından sonra o zamanki adıyla Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde (şimdi MSGSÜ) heykel eğitimi almış, yetmemiş “Fullbright” bursuyla ABD Maryland Institute College of Art’ta yüksek lisansını tamamlamış, 1938 doğumlu. Hem bir İstanbul hanımefendisi hem de avangard bir sanatçı.
Serfiraz ErgunTürkiye’yi Venedik Sanat Fuarı’nda “Evvel Zaman İçinde...” başlıklı görsel masalı ile temsil eden sanatçı, ülkemizde de kavramsal sanatın öncüsü. Sanatçı, Arsenale’de Türk Pavyonu’ndaki yerleştirmesinde, Bienalin “The Milk of Dreams (Rüyaların Doğallığı diyebilir miyiz?)” başlığıyla neredeyse bire bir örtüşen bir iş çıkarmış.
Türkiye Pavyonu Küratörü İstanbul Bienali ve İKSV Güncel Sanat Projeleri Direktörü Bige Örer ile sohbetimizde Örer, “2020 yılında biz sanatçımız Füsun Onur’u aday gösterdiğimizde Bienal’in küratörü Cecilia Alemani henüz kavramsal çerçeveyi çizmemişti” diyor. Küratörümüz Bige Örer, bize pandemi dolayısıyla 2022’ye kadar Venedik Bienali sanat sergilerinin ertelendiğini, evlere kapandığımızı, kırılganlığı çok derinden hissettiğimiz bir döneme girdiğimizi, sanatçının bu dünyada hiçbir yeşil alanın, temiz suyun, temiz havanın kalmadığı ve mutlaka elbirliğiyle buna bir dur demenin zamanı geldiğine inanarak işini ürettiğini anlatıyor.
FARE CİNGÖZ, KEDİ ZORBA
Füsun Onur’un işi bir masalsı görsel yerleştirme demiştik ya, öykü şöyle başlıyor; Baş karekter fare Cingöz bir gün okulda dünyanın flora ve faunasının artık düzeltilmeyecek kadar kötüye gittiğine dair bir bildiri ile karşılaşıyor. Diğer farelerle birlikte bu durumu düzeltmeye niyetleniyorlar. Ancak en büyük düşmanları kedilerin de yardımlarına ihtiyaçları var çünkü bu düzen ancak tüm güçlerin birleşmesiyle değiştirilebilir. İlk yaptıkları şey kedilerin lideri Zorba’ya gitmek (Zorba, Füsun Onur ve geçen günlerde vefat eden ablası İlhan Onur’un sevgili kedileri) oluyor. Cingöz, Zorba’ya ekolojik tahribata karşı önlem alınması gerektiğini, savaş değil barış için geldiklerini, liderliğin tek kişide toplanmasına değil eşit şekilde bölüştürülmesine inandıklarını, birlikte düşünüp karar verilmesi gerektiğini anlatıyor. Anlaşıyorlar. Fare Cingöz Venedik’teki bir sanatçı arkadaşının davetiyle kalkıp oraya kadar gidiyor, ancak bir kız fareye âşık oluyor. Biz izleyiciler de onların karnavalesk bir ortamda danslarına, aşk rengi pembe, yeşil giysiler içindeki kızlı erkekli eğlendiklerine aralarından geçerek, etraflarında dönerek tanıklık ediyoruz. Konakladıkları odaları, birlikte oldukları dostları, dansettikleri mekânları görüyoruz çünkü masalın içinde biz de birlikte akıyoruz.
ÇÖZÜM FORMÜLÜ
Nasıl biliyor musunuz? Füsun Onur’un incecik telleri elleriyle eğip bükerek, kafalarına pinpon topu, popolarına pelür kâğıtlı tütü takarak farelere ve kedilere can verip, heykeller yaratıp bizimle ilişki kurmalarını sağladığından. Sanki bir masal kitabının sayfalarını çevire çevire Türk Pavyonu’nun kimi göz hizasında asılı sallanan, kimi yerde serili duran bu minimal yaratıkların yolculuklarına, aşklarına, danslarına, yaşamlarına tanıklık ede ede ilerliyoruz. Ancak sanatçı, masalın en sonunu bir gerilim içinde bırakmayı yeğlemiş. Çünkü Arsenale’in kanalına bakan pencerenin önünde süslü bir gondol hazır, yolcularını bekliyor bekliyor, henüz gelen kimse yok. Biz de küresel tahribatı çözecek formülü bekliyoruz.
Sanatçı Füsun Onur’a soruyorum: Fareler ve kediler neden kendilerini bekleyen gondola binip ülkelerine dönmüyorlar? “Kim bilir” diyor “belki başka bir işte karşımıza çıkarlar...” Yeni bir işin yaratılacağı umuduna kapılıyoruz.
Füsun Onur’a Arsenale’in Salle d’Armi’de 20 yıllığına kiralanan Türk Pavyonu’nun büyük bir salon olduğunu, figürlerini neden bu kadar küçük tuttuğunu soruyorum. “Küratör Bige Örer ve Mimar Yelta Köm bana çeşitli açılardan mekânı gösterdiler. Figürlerimi daha büyük yaparsam sanki heykel ve kaidesi gibi duracağını düşündüm. Ayrıca Beykoz Kundura Fabrikası bizim pavyona benzediği için orada prova yaptık, omuz ve göz hizasında sergilemeye, izleyicileri bu masal kitabının sayfaları arasında dolaştırmaya oybirliğiyle karar verdik” diyor.
BU YILKİ KAVRAMSAL ÇERÇEVE
Bienal’in küratörü Cecilia Alemani, kavramsal çerçeveyi sürrealist ressam ve İngiliz yazar Leonora Carrington’un çocuk kitabı “The Milk of Dreams” masalından aldı. Tesadüfen ben de Venedik’te Peggy Guggenheim’in müzesinde “Sürrealistler” sergisini bir gün önce gezmiştim. Sürrealist akımın öncüsü Fransız yazar André Breton’un favori sanatçısı Carrington’un da elbette orada sürrealist resimlerini görmüştüm. Peggy Guggenheim (1898-1979) ile ilgili biyografileri okuduysanız Carrington’un ismine mutlaka rastlarsınız. Çünkü, Guggenheim İkinci Dünya Savaşı sırasında Max Ernst’i (1891-1976) Gestapo’nun elinden kurtarıp New York’a kaçırmıştı. Önceleri, 1936 yılında Leonora, sürrealist çevrelerde takılırken Max Ernst ile karşılaşmış ve birbirlerine ilk bakışta âşık olmuşlardı. Ernst sürrealist akımın en önde gelen sanatçılarındandı. Leonora, o yıl 19, Max Ernst ise 46 yaşındaydı. Zengin bir ailenin kızı olan Leonora babasının tüm itirazlarına karşın sevgilisiyle Paris’e taşındı. İkinci Dünya Savaşı patladı, Max Ernst tutuklandı ve kendisini kurtaran Peggy Guggenheim ile New York’a taşındı. Leonora da İspanya’ya kaçtı ama maalesef geçirdiği sinir krizleri sonucu bir süre hastanede yatmak zorunda kaldı. Daha sonra da Meksika’ya gitti. Leonora, bir Meksikalı diplomatla, Max Ernst de Peggy Gugenheim’la evlendi. İşte bu da işin magazin tarafı.