Usta oyuncu Zihni Göktay: 'Tiyatro özgür olmalı'
Adana Altın Koza Film Festivali’nde ‘Orhan Kemal Emek Ödülü’ne değer görülen, usta oyuncu Zihni Göktay ile uzun soluklu bir sohbet ettik.
Öznur Oğraş ÇolakBazı sanat insanları vardır, her kelimesi önemli bir ders gibidir. Söylediklerini can kulağıyla dinlemek gerekir. Yaşı kemale ermiş ama ununu eleyip eleğini daha asmamış çünkü; daha çok ihtiyacımız var böyle sanatçılara. Yolları uzun, evet engebeli ülkemizde. Yine de yılmak, yorulmak bilmezler. Türkiye’nin karanlık dönemlerinde dim dik durmuşlar. Daha çok uzun yolları var.
Yakın zamanda böyle değerli sanatçılardan Zihni Göktay ile Fenerbahçe Parkı’nda buluştuk. Denize karşı kahvesini yudumluyordu. Kahveye eşlik edebilir miyim dedim. “Acı olsun kahvemiz”!
Nasılsınız diye sordum: Göktay, “Tiyatrodayım bir gün. Aziz Nesin’in bir oyunu sahneye konuyor. Ben de yönetmen yardımcısıyım. Aziz Nesin ‘Ben prömiyere gelemeyeceğim, genel provaya geleyim’ dedi. Üsküdar Musahipzade Celal Tiyatrosu’ndayız. Burası Darülbedayi yani her tiyatroda olduğu gibi bir takım genel provada eksikler olabiliyor, aksesuar eksiklikleri filan, o gün de bir şeyler eksik ve benim daha asabi ve titiz yıllarım, her zaman titizim de o zaman yönetmen yardımcılığının verdiği sorumluluk da var. Bal fıçıları mı ne eksik gelmiş. Arıların kanatlarından bazıları gelmemiş, kızlar ‘benim kanadım nerde, o nerede, bu nerede’ diyor. Sinirlendim. Bağırdım çağırdım. Aziz Bey bana ‘buraya gel’ dedi, ‘buyrum hocam’ dedim.
‘Sen bu ülkede benim başıma gelenleri biliyor musun?’ dedi. ‘Bilmez olur muyum, ben on bir yaşından beri sizi takip ediyorum’ dedim. ‘Senin evde odan var mı?’ diye sordu. ‘yok, bir masam var’ dedim. Aziz Nesin ‘Onun karşısına şu yazıyı yapıştır, her sabah ona bak ‘Duvarı nem, insanı gam yıkar’ dedi.
Şimdi bakıyorum Türkiye’de… Kapıkule’den ötesini de bilmiyorum zaten. Turneler hariç birkaç yerden, Almanya’dan başka bir yer görmedim çünkü oyunla gittik. Türkiye’de değiştiremeyeceğim şeyler için üzülmüyorum artık! Neden? Sokak düğünlerinde silah atılıyor, 15 yaralı, üç ölü! Asker uğurlamada, otoyol kapatılıyor, tüneller kapatılıyor. Bunlar çok daha sessiz, entim uygulanacak şeyler… Biz de gittik askere Haydarpaşa’dan bindik trene Sivas’ta indik. Evden bile uğrayan olmadı, gözyaşı olmasın diye. Nereden nereye, nasıl girdik işin içine, lafı dağıttım Öznurcum. İyi olmaya çalışıyorum ülkem gibi...”
“Anlatacak çok anı, yaşanacak çok hikaye var hocam” diyorum. Gün uzun, bu röportaj akşamı bulur, kahveler birden üçe çıkar, dört saate yakın sürer sohbet.
Yüzümüzde bir gülümseme, kahkahalar ve duygulu anlar. Geçmiş geleceği aratıyor. Ustaların gözleri, sahneyi paylaştıkları yakın dostlarını arıyor. Ülkede ekonomi kötü, bir de seyircisini çok özlemiş Göktay. “Seyirci de sizi özledi. Hadi bu sezon çıkın sahneye de uzun alkışlar yankılansın kara tahta sahnede” diyorum. Sigara yakıyor. Doktoru günde bir sigaraya izin vermiş. Sağlık önemli diyorum. Cevap: “Seneler sonra ünlü Fransız aktör Jean-Marie Winling Komedi Fransez (Comdie Française) de 86 yaşındayken bir oyun oynuyor. Öyle bir oyunki hareketli, tırabzandan kayıyor, ikinci kattan aşağı iniyor, takla atıyor falan filan böyle… Gazeteciler soruyorlar ‘Ormanda mı koşuyorsunuz, havuç mu yiyorsunuz, nedir bu yaştaki enerji, performansın sırrı?’ diye. ‘Yok diyor; puro mu içiyorum, viskim de var, koşmuyorum, havuç falan da yemiyorum.’ Nedir diyorlar bize bir tüyo verir misiniz? ‘Yazıhanemde bir kütüphanem, köşem var, oraya bir yazı yapıştırdım. ‘Mösyö Marie bu dünyada değiştiremeyeceğin şeyler için üzülme.”
- “Lüküs Hayat”ı dört, “Cibali Karakolu”nu üç, “Hisse-i Şayia”yı üç kez seyrettim. Sizin oyunlarınız uzun sürüyor ve her seyrettiğimde sizin replikler güncelleniyor.
“Cibali Karakolu”, Darülbedayinin 100. yılı münasebetiyle kuruldu. Erhan Yazıcıoğlu onu koyalım dedi. Lüküs Hayat bitmişti zaten benim rahatsızlığımdan dolayı. Sonra Hisse-i Şayia, 1916 yılında Bedia Muvahhit ve Vasfi Rıza Zobu başrollerde oynuyordu. 2016’da Süha Uygur, ‘Zihni abi, Hisse-i Şayia yapalım, oyunun 100.yılı” dedi ve sahneye koyduk. Pandemiye kadar, o da devam etti. Dolu gitti. Bir aylık bileti yarım saate bitiyordu. Ayıptır söylemesi, benim, beni seven seyircilerim var. Bana bir oyun aranıyor. Bende şimdiye kadar hep tabldot yedim Türk Tiyatrosu’nda, hiç alakart seçme imkânım olmadı, bana ne verdilerse oynadım. Bir tek Mehmet Ulusoy vakası vardır hayatımda.
“Hisse-i Şayia”da, Hikmet, elli senelik arkadaşım, göz göze oynadığımız zaman biraz sonra ne diyeceğini ve ne düşündüğünü anlayacağım bir alışveriş vardır, Hikmet Körmükçü, fevkalade bir oyuncu ve arkadaşım. İdolüm, taptığım bir adamın-nur içinde yatsın- Hazım Körmükçü’nün torunu.
Şimdilik o donmuş duruyor. Dramaturglar bana bir oyun arıyorlar. Fazla kalabalık olmasın, tadımla oynayalım. Seyircimi özledim.
- Sizi hiç özel bir tiyatroda seyretmedik. Neden?
Özel tiyatrolardan teklifler geliyor ama benden dolayı olmuyor. Çünkü çok turneleri var. Mecburen, ekonomi, yapmak zorundalar. 75 yaşındayım artık beni yorar. Çok turne yaptım 1964 yılından beri ama şimdi o gücü hissetmiyorum kendimde, ayda iki hafta, hatta üç hafta oynarım. Özel tiyatroları bu yüzden kabul edemiyorum. Yoksa maddi bir şey değil. Zaten mazbut bir yaşantım var. Emekli olmadan da öyleydi şimdi de öyle. Rahmetli eşimle de öyle yaşadık.
‘Ooo şu kadara oynarım falan’, yok. Tiyatro zaten çok para kazandıran bir iş değildir. Devlette olsa, özel de olsa her zaman ekmek parasını verir, benim meşhur lafım, köfte parası için koşturmak zorundayız. Ne yaptık şimdiye kadar, seslendirme, radyo tiyatroları, arada bir reklam filmi, dizi yaptık. Birde hatr’a binaen tiyatrodan izin aldığımız zamanlar içinde film yaptık, Yeşilçam filmi yaptık. O zamanlar imkânsız tiyatrodan izin almak.
Müjdat’ın (Gezen) bir lafı var ‘dizilerde herkes oynar, filmlerde bazıları oynar ama tiyatroda aktörler ve aktrisler oynar.’
- Yeni bir sinema filmi var “Oregon” çekimler ne zaman?
Senaryosu Ümit Ünal’a ait, Yönetmen ise Kerem Ayan. Yarın başlıyorum. Bir yere teslim edilmek üzere arkadaşlarının sevdiği bir kaseti getiriyorlar, Şişli’de bir apartmana. O arkadaşları da evde yok. Bir kapıcı Durmuş var apartman görevlisi, bir de emekli albay var. Üstünü çıkarmış ama huy aynı, sağa sola zart zurt ediyor, karısıyla da geçinememiş. Üst katta bir daire var orada kendi kahvesini kendi yapıp içiyor. Karımı da Nevra Serezli oynuyor.
- Geçmişten bugüne baktığınızda şehir tiyatroları için, ya da oyunculuk hayatınızda sizi çok üzen ve çok mutlu eden, unutulmazlarınız vardır. Bizimle paylaşır mısınız?
En çok üzen şey, Türkiye de demokrasinin kesintiye uğradığı senelerde bir takım zorluklar yaşadık. Oyunumuzun tekslerini üç tane kara-hava-deniz binbaşısı okudu. Kırmızı damgalı, sayfalara, mühür vurdular. Ondan sonra biz oyunları oynadık. Öyle bir sansür vardı cunta döneminde. 12 Mart döneminde buna benzer şeyler yaşadık. Bazı oyunlarımız, bundan dolayı olmayıp demokratik ölçüde devam ederken, 1977’de Ordinaryus Profesör Sulhi Dönmezer ve basın savcıları, Vedat Türkali’nin ‘Bu ölü Kalkacak’ adlı oyununu seyredip iptal ettiler. Bir gün Üsküdar Tiyatrosu’na geldiğimde kapıda a4 kâğıt yapıştırılmış ‘oyunumuz iptal edilmiştir şu, şu nedenlerden’ bilirkişi huzurunda oynanacaktır diye.
Bir de, 1965 yılında Ankara meydan sahnesindeyken Haldun Taner’in “Eşeğin Gölgesi” adlı oyunu yasaklandı. Aynı anda İstanbul şehir tiyatrosunda da oynanıyordu. Haldun Taner’le birlikte Ankara adliyesinde ifade verdik. Neyse o aklandı. Yürütmeyi durdurma kararı alındı sonra sahnelendi.
Muhsin Ertuğrul ve Vedat Türkali uzun süre yargılandılar. Muhsin Ertuğrul mezarda beraat etti.
Böyle şeyler benim tiyatro hayatımda yaşadığım üzücü olaylar. Birde başka arkadaşlarımın yaşadıkları var. Pir Sultan Addal bilmem nerede yasaklandı. Şurada tiyatrocular tutuklandı. Bunlar son senelerde de yaşandı. Özgür tiyatro, özlediğim bir şey. Eleştiri her zaman olur hakaret olmayacak. Devlet ödenekli tiyatroda parasını ödediği sanatçının kendisine hakaret etmesini istemez. Eleştirilmesini de istemez. Bunun için temkinli ve usturuplu ABS frenimizi kullanarak, usturuplu bir şekilde idare ettik gitti. Bilhassa benim ağzımın endazesi yoktur. Doğaçlamada bir takım şeyler söylerim. Ama benim dokunulmazlığım vardı bazı konularda. Siyasi, sosyal çarpıklıklara değindiğimde ‘Zihni abi söylemişse, o yürekten değil, dudaktan söylemiştir. Delidir ne yapsa yeridir’ gibisinden sözlere sığınarak ben mesajımı her zaman verip, ‘her ne kadar sürçü lisan ettiysek’ der kapatırım.
Hiç unutamadığım benim meslek hayatımda beni üzen, çok üzen bir şey var ama seyirciye ve tiyatroya olan saygımdan dolayı, annemi kaybettiğim gün “Lüküs Hayat” oynadım. Toprağa verdiğim gün “Resimli Osmanlı Tarihi” oynadım. Gencay Gürün “Niye oynuyorsun” dedi. Hatta Haluk Bilginer bile bana çok kızdı. Ben acımla baş başa kaldım kulise çıktım ağladım, sahneye çıktım oynadım. Neden? Benim oyunum için bilet almış seyircilerim var. Ve çok zor bilet bulunuyordu. Ben yattığı yerde anneme küfrettirmem.
- “Lüküs Hayat” 28 sene. Bu oyun neden bu kadar uzun sürdü. Seyirci bu oyunu neden çok sevdi?
1932 yılında yazılıp, 33’de sahnelenmiş bir operet. O senelerin esprisi, dünya değişti, cumhurbaşkanları değişti, rejimler değişti, tiyatro anlayışı değişti, şu oldu bu oldu. Fakat ana kanava, iskelet, filika olduğu yerde duruyordu. Ben onun etrafındaki bir takım lüzumsuz şeyleri ayıkladım, güncelleyerek, zülfü yâre dokunmadan fincancı katırlarını incitmeden bir şeyler koydum. Onlarda hoşa gitti. Kabul gördü. Kimse de aman bunu yapma etme demedi.
- Tiyatroda kemilkleşmiş ve bir türlü çözülemeyen bir tadro melelesi var. Sizin de hassas olduğunuz bir konu olduğunu biliyorum. Her fırsatta dile getiriyorsunuz.
Tiyatroda beni üzen şeylerden bir tanesi de budur. Ben bu tiyatroya girdiğim zamanda bir kadro meselesi vardı. Bu kadro meselesi söylediğin gibi kemikleşmiş bir sorundur. Çünkü biz çok kalabalık bir topluluk değiliz Türkiye’de. 85 milyonda hepimizi toplasan meyhanede klarnet, keman çalan müzisyen- kadarız. Bunlara birer kadro verilmesini istiyordum ben hala da istiyorum. Özel tiyatrolarda vergiden muafiyet olsun.
İnsanlar 20 yıl sözleşmeli çalışıyor. Devlet Tiyatrosu’nda da var, Şehir Tiyatroları’nda da var. Bir A kadro meselesi var. Diğer meslek dallarını şey yapmayayım, asayiş için geçerli olan kadrolar var, on bin tane bekçi alınıyor, yirmi bin tane belediye zabıtası alınıyor.
Alınacak tabii! Türkiye büyüyor, İstanbul büyüyor, gelişme var, hizmet sektöründe alınması lazım ama biz tiyatroda öyle beş bin kişi, on bin kişi kadro istemiyoruz ki genel olarak 2 bin ya da 3 bin kişilik kadro versinler. Bizi rahatlatsınlar çünkü çok sıkıştık. Patlayacak neredeyse, metan gazı sıkışması gibi. Çocukların hepsi çok zor durumdalar. Nişanlılıklarını, evliliklerini erteleyenler var. Ev bulamayanlar var, ana-babasının yanında oturmak zorunda olan var. Çocuk isteyip, çocuk sahibi olamayan var. Ev kiraları fırlamış vaziyette… Yapmasınlar mı bu mesleği. Üç şey çok önemli benim hayatımda. Eşini, işini, aşını seçtiğin zaman mutlu olursun.
Maalesef bunlardan birini seçemiyorsun. İşini de seçemiyorsun, diyor ki senin puanınla arkeoloji tutuyor, eczacılık okuyamazsın. Hadi işini seçemedin.
Eşini seçeceksin, bizim toplumuzda, ‘o bizim ailemize uygun değil, onunla evlenemezsin. Biz seni şöyle biriyle evlendirmek istiyoruz’ hadi bakalım buyurun. Ne eşini seçebildin, ne işini seçebildin. Bunlar olmazsa aşını da seçemezsin. Ve mutsuz bir şekilde yaşıyorsun.
- Şehir Tiyatroları’nda bir iyileştirme oldu diye hatırlıyorum.
İmamoğlu sayesinde çocuklar biraz rahatladılar. İmamoğlu’da kabahatli değil. Kadroyu, İçişleri Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı belirliyor. İmamoğlu ne yaparsa yapsın olmuyor, işi engelleniyor. Bu kadroların olmasını istiyorum. Beni bir baba, bir usta, bir duayen, tiyatroda akil adam olarak bunları istiyorum içim gönlüm rahatlayacak.
Beni tiyatroya alan Vasfi Ziya Zobu, yedi ay sonra kadroya alan rahmetli hocam Muhsin Ertuğrul’du. Türk Tiyatrosu’nun başöğretmeni Muhsin hocam bir gün bana dedi ki “Zihni”, O zaman 67 ilimiz vardı, şimdi 81 ilimiz var. “Ben ölsem de kemiklerim nasıl rahat edecektir biliyor musun? Türkiye de Misak-ı Milli hudutları içinde 67 ilimizde, her gün olmasa bile hafta üç gün, bir perdenin ipi çekilirse ben mutlu olacağım” dedi. Bunu 1977’de söyledi. 2022 yılında 27 Mart Dünya Tiyatro gününde şunu duydum. Kardeş tiyatromuz Devlet tiyatrosu, Mustafa Kurt öyle bir organize etmiş ki 81 ilde perde açıldı o akşam. Hiç olmazsa hocanın ruhu şad olmuştur.
'KEMALLER, BENİM HAYATIMDA DA ÇOK ÖNEMLİDİRLER'
- 29. Adana Altın Koza Film Festivali’nde Türk Edebiyatı’nın en önemli yazarlarından Orhan Kemal’in adını taşıyan, ‘Orhan Kemal Emek Ödülleri’ne değer görüldünüz.
Haber geldi, Altın Koza’da, Orhan Kemal Ödülü’nü aldın diye. Çok sevindim. 12 Eylül’de tören… Manidar! Orhan Kemal gibi cuntaya karşı olan birinin ödülünü o tarihte almam bir tesadüf mü? Göndermemi yaptım :) Konuşmamda da yapacağım.
Bu ödül beni çok onurlandırdı. Birçok ödülüm var ama benim amatör olarak, gençlik tiyatrosunda oynadığım oyunlardan bir tanesi Orhan Kemal’in “Eskici Dükkanı”ydı. İlklerimden.
Fikret Otyam’ın Orhan Kemal’le ilgili kitabı çıkmıştı. Meserret kıraathanesinde, o kadar mütevazı bir yazar ki, o kadar maddi sıkıntı çekmiş ve üretmiş bir yazar ki bir tahta masanın üzerinde romanlarını yazdı.
Konuşmamda bahsedeceğim, Adana narenciye, pamuk yetiştiren bir şehir ama kültür de üretti. Muhsin Ertuğrul Anadolu’daki ilk şehir tiyatrosunu Adana da 60’lı yıllarda açtı. Sonra da Kayseri de kardeş tiyatrosunu açtı. İkisinde de oynadım. Adana’da çok sanatçı yetişti. Adana Kemallerle ünlüdür. Kemaller, benim hayatımda da çok önemlidirler. Mustafa Kemal, Behçet Kemal, Namık Kemal, Yahya Kemal, Yaşar Kemal şimdi torunum Ali Kemal var.
DEMOKRASİ SORUNU...
- Benim herkese sorduğum meşhur soruma geldi sıra hocam.
Aman zor olmasın :)
- Türkiye’nin en büyük derdi sizce nedir?
An itibarıyla ekonomi, tencere. İkincisi demokrasi sorunu var. Herkes her ne kadar demokrasi var diyorsa da, o sorun var. Gizli, yaşayan bilir. Hava bulutlu diyorsun bana ördek dedin diyorlar. Hava bulutlu, hatta yağmurlu diye bilmeli, haykırabilmeli. Özgürlük! Bu ölçülü vaziyeti yaşanması lazım. Bazı sosyal çarpıklıkları ve politikadaki yanlışlıkları söyleyebilmeli. 3-4 ihtilal görmüş birisiyim. 12 Mart-27 Mayıs-12 Eylül-28 Şubat bunların getirdiği sıkıntıları biliyorum. Türkiye’nin sıkıntılarını üstü kapalı olarak bahsetmeye çalıştım. Bunlar benim sıkıntılarım. Bir yerde sanat yasaklanmasın, heykeller alaşağı edilmesin. Kültür, Misakı Milli sınırları içinde homojen olmalı. Marmara Üniversite’si bahar şenliğinde bir broşür vermişlerdi sakladım. Diyor ki, efendi mantar bile kültürlü ya sen! Diplomayla da ilgisi yok. Sorunlar tartışılmalı.