Ülker İnce: ‘Ne antika kadın şu Nezihe Meriç!’
Gül Kokusunun Sesini Duyan Nezihe Meriç (Eksik Parça Yayınevi), Ülker İnce’nin yazıları, tanıklıkları ve anılarıyla bileşen incelemesi, “gerçek edebiyat ürünü vermiş bir kadın yazar olarak, Cumhuriyet Döneminin 60’larda bir patlama yapan, günümüzde de sayıları her gün giderek artan çağdaş kadın yazarların öncüsü” olarak nitelediği yakın dostu Nezihe Meriç’in Türk öykücülüğündeki ya da öncü kuşak içindeki yeri ve önemini ortaya koyan yetkin bir inceleme.
Gamze Akdemir / Cumhuriyet Kitap EkiNEZİHE MERİÇ, ÜLKER İNCE
“Nezihe Meriç’in öyküleri ve öykücülüğü üzerine bir şey söylemek isteyenler bunları da bilsinler istiyorum artık çünkü şimdi anlıyorum ki ben bu yazıları hiçbir ön düşüncem olmadan ya da edebiyat ortamında dolaşımda bulunan değerlendirmelerden hiç etkilenmeden yazmışım.
Hazır bir soruya yanıt aramak gibi bir şey yokmuş kafamda; örneğin, ‘Nezihe Meriç kadın sorununa acaba nasıl yaklaşıyor’ dememişim ya da ne bileyim, ‘O dönem yazarlarının önemli izleklerini Nezihe Meriç’te de görüyor muyuz acaba’ dememişim ya da ‘Nezihe Meriç’in Türk öykücülüğündeki ya da öncü kuşak içindeki yeri ve önemi nedir’ dememişim.
Metinlere gözlüksüz bakmışım, bu ne kadar olanaklıysa. Gözlükle bakmak her zaman iyi değildir çünkü. Hele gözlük renkliyse gerçek renkleri görmenizi engelleyebilir.”
Gül Kokusunun Sesini Duyan Nezihe Meriç (Eksik Parça Yayınevi), usta yazar Ülker İnce’nin Nezihe Meriç anlatıcılığına yakından bakış denemesi. Bir yazarın edebi dünyasına, yaratıcılığının kaynaklarına dönük monografik çalışmanın içerdiği anlam bir dostluk yakınlığının getirdiği tanıklığı da içermesi.
“1950 Kuşağı”nın bu öncü kimliğinin anlatı evrenine dönük okumalar için bir başlangıç kitabı olarak da nitelendirilebilir Ülker İnce’nin incelemesi. Anılarla bileşen kitabında Nezihe Meriç’in öyküleri ve öykücülüğü üzerine öncelikle geçmişte yazdığı çeşitli yazıları bir araya getiriyor Ülker İnce.
“Gerçek edebiyat ürünü vermiş bir kadın yazar olarak, “Cumhuriyet Döneminin 60’larda bir patlama yapan, günümüzde de sayıları her gün giderek artan çağdaş kadın yazarların öncüsü” olarak nitelediği Nezihe Meriç’in Türk öykücülüğündeki ya da öncü kuşak içindeki yeri ve önemini ortaya koyuyor.
1950’den başlayarak 40 yılı aşkın bir süre yazmış Nezihe Meriç’in yapıtlarındaki kadın imgelerini de merceğe alan İnce, Nezihe Meriç’in nasıl bir okur tipini tercih ettiğini, toplumda bir fark yaratmak istediğini, hayata müdahale etmek için yazdığını hatta öykülerinin oluşumunda bu toplumsal amacın önemli bir rol oynadığını düşündüğünü de ortaya koyuyor.
“Biz eski teknede yoğurulmuş yeni hamuruz” Nezihe Meriç
‘NEZİHE MERİÇ GÖZLEM GÜCÜ ÇOK YÜKSEK BİR YAZARDIR!’
- Nezihe Meriç’in öykücülüğü üzerine yazdığınız kitaba Gül Kokusunun Sesini Duyan Nezihe Meriç adını vermenizin nedeni nedir? Bu ad sizce N. Meriç’le nasıl örtüşmektedir?
Bu adı Nezihe Meriç’in kendisinden alıntıladım, Gülün İçinde Bülbül Sesi Var adlı kitabından. Tam ona uygun bir ad olduğumu düşündüm çünkü N. Meriç gözlem gücü çok yüksek bir yazardır, gülün kokusunun sesini, o kokunun içindeki bülbül sesini duyabilir, sesin rengini görebilir, rengin tadını alabilir; doğaya, topluma, insanlara bakar. Bakar, anlamaya çalışır, dinler.
“YAZARLAR ‘ÇALIŞIYORUM, BENİ RAHATSIZ ETMEYİN’ DİYORLAR. N. MERİÇ HİÇ O TÜR BİR YAZAR DEĞİLDİ.”
- Öncelikle öğrenmek istediğim daha başka şeyler de var, N. Meriç ile ne zaman ve nasıl tanıştınız gibi ama ben kitabın en sonundaki bir sözünüzden başlayacağım:
Yazarlığı bir yaşama biçimi ya da gerekçesi olarak gören, edebiyatla hayatın birbirinden ayrılmazlığına inanan N. Meriç’in öykücülüğü üzerine yazdığınız bu kitaba, hayatı katabilmek için özel anılarınızı da eklediğinizi söylüyorsunuz.
N. Meriç için hayat ile edebiyatın birbirinden ayrılmazlığı nasıl bir şeydi?
Yazarların, yazar olmayanlardan biraz farklı olduklarını düşünürüz genelde, hayatımızda hiç yazar tanımamış olsak bile. En azından duymuşuzdur, falan yazarın roman yazmak için bir yere kapandığını, falan köye, filan ıssız adaya ya da dağ başına çekildiğini.
Bunu hiç tuhaf karşılamayız. Onların yoğunlaşmak için ya da daha önce hiç düşünülmemişi düşünmek için yalnız kalmaya gereksinimlerinin olmasını doğaldır.
Bu düşünce benim kendi uydurmam da değil galiba, şöyle bir anım var çünkü: Biz Ankara’da otururken Adalet Ağaoğlu’nun evi bizimkine yakıncaydı. Bir sabah Adalet yürüyüşe çıkmış. Bizim evin önünden geçerken bize uğramak gelmiş aklına. Ben kapıyı açtığımda kıkır kıkır gülüyordu.
“Belki Özdemir (İnce) çalışıyordur, ben de onu bölüyorumdur ama Özdemir’in ‘Beni kimse rahatsız etmesin, ben çalışıyorum’ diye bir haber salıp salmadığını bilmiyorum, duymadım. Onun için uğradım zaten. Yoksa uğramazdım. Ayrıca çalışıyorsa da biraz ara versin canım” dediydi.
Ben de düşünmüştüm, “Demek ki böyle” demiştim; “Yazarlar, çalışıyorum, beni rahatsız etmeyin” diyorlar. N. Meriç hiç o tür bir yazar değildi. Değildi çünkü bir hikâye düşüncesini derinleştirmek ya da bir hikâye düşüncesi yakalamak için hayatın içinde, en ortasında olması gerekirdi, bütün ilhamını insanlardan ve hayatlardan alırdı çünkü.
“Yazıyorum, çalışıyorum, gelmeyin” diye bir özrü asla olmazdı. Bir başyapıt olacağına inandığı bir öykü yazıyor olsa bile hemen onu bırakır, koşar, birinin anlatacağı - belki de ıvır zıvır - şeyleri can kulağıyla dinlerdi.
Hepimiz biliriz, edebiyatta ayrıntı çok önemlidir. Ayrıntı da ciddi gözlem gerektirir. Gözlemsiz olmaz. Örneğin, N. Meriç’in bir tiyatro oyununda kadın kahramanlardan birinin bavulunu alıp gitmesi gerekiyormuş ama o kadın bavulunu kapıp gitmeye alışkın biri değilmiş.
İlk kez yapacakmış böyle bir işi. O yüzden de bavulu kaptığı gibi Çin’e Maçin’e gitmeye alışkın olan bir kadın gibi tutamazmış bavulu. Acemice tutması gerekiyormuş. Bana o kadının bavulu nasıl tutması gerektiğini bir anlatışı vardı! Duymalıydınız.
Ben, N. Meriç’i kişi olarak 1970’de tanıdım. Ama tanıdığımda kafamda bir N. Meriç imgesi vardı. 1958-59 öğrenim yılında öğretmenliğe başladığımda, N. Meriç’in liseden arkadaşı olan bir başka öğretmenle tanışmıştım. Onun anlattığı şöyle bir şey vardı:
N. Meriç’le ikisi lisede arkadaşmışlar, liseyi bitirince ayrılmışlar, biri üniversite eğitimi için Ankara’ya gitmiş, öteki Istanbul’a. Ama mektuplaşmak üzere sözleşmişler. N. Meriç arkadaşına uzun bir mektup yazmış, bir olay anlatmış. Olayın gerisini anlatan mektuplar birbirini izlemiş ama sonra kesilmiş.
Arkadaşı da biraz şaşırmış ve sormuş, “Pekiyi sonra ne oldu” diye. N. Meriç, “Sonra ne oldu henüz ben de bilmiyorum çünkü bir roman yazmaya başlamıştım, yazdığım kadarını sana gönderiyordum. Romanı henüz bitirmedim.” demiş. Ben de içimden, “Ne antika kadın şu N. Meriç, insan bunun roman olduğunu haber verir bari” demiş olabilirim.
N. MERİÇ’İN KAFASINDAKİ OKUR TİPİ!
Ama şimdi, bu anıyı hatırlayınca burada tipik bir N. Meriç görüyorum. Kitabın bir yerinde onun için şöyle demiştim:
“Yazarken kafasında aşağı yukarı belli bir okur tipi vardır N. Meriç’in. O okur, asla edebiyat ilgisi, bilgisi, birikimi ve duyarlılığı yüksek bir okur değildir. Tam tersine bunlardan yoksun biridir. Arkadan itilmeye gereksinimi vardır.
N. Meriç, tuhaf ama bu tip okurdan daha fazla heyecan duyar, pek fazla okumayan ya da okuma kültürü bulunmayan okurdan yani, ona öyküsünü okutmak, öyküsünün kapılarını açmak güdüsü kendisine yazma isteği ve heyecanı veren en önemli şey gibidir.”
Yıllardır unuttuğum bu anı sanki bu saptamamı doğruluyor. N. Meriç kendi yazmakta olduğu romanı birine okutuyor ama onun onayını ya da eleştirisini almak gibi bir amacı yok, sırf okutmak için okutuyor çünkü insanların hayatlarında okumak olsun ister.
Çünkü kurgu edebiyat okuyan insan en azından okuduklarını anlayabilmek için düşünmek, akıl yürütmek, dahası dönüp hayatın kendisine bakmak zorundadır. Bunları yapmadan hayatı anlamak olanaksızdır. Hayatı anlamadan yaşamak da zordur. Nasıl yaşaması gerektiğini bilmeyenler için hayat bir yükten başka bir şey olmayabilir.
‘BAŞAT İZLEKLERİ BOŞLUK KORKUSU VE SIĞINMA İSTEĞİ’
- N. Meriç’in bir “izlek” yazarı olduğunu söylüyorsunuz. Saydığınız 5 ya da 6 izlek var, bunların en başında da boşluk korkusu ve sığınma isteği geliyor.
İzlekler konusuna bununla başlamışsınız, yani N. Meriç’in ilk kitabının ilk öykülerinden biri olan “Boşlukta Mavi”nin izleğiyle.
O öykü çok önemlidir. N. Meriç’in neredeyse ilk öyküsü olması bakımından da önemlidir. Kitapta sorduğum bir soru var, “Nezihe Meriç ne biliyor, döne döne bize neyi anlatmak istiyordu” diyorum. İşte benim yaptığım okumanın amacı da bunu keşfetmekti. Onun için N. Meriç’in izleklerini inceledim.
Bütün öykülerde görünüp görünüp kaybolan ama hep var olan izleklerini. Gördüm ki N. Meriç daha kalemi eline aldığı ilk günden başlayarak neyi kurcalamak istediğini biliyormuş. Boşluk korkusu ve sığınma isteği. Ne kadar da evrensel bir insanlık durumu!
‘YAZARIN KAFASINDA ONU YAZMAYA ZORLAYAN BİR ŞEYİN BULUNMASI GEREKİR. N. MERİÇ’TE İŞTE BU VARDIR.’
İlk insanı düşünün, o insan sonsuz ve uzak gökyüzünü, sonsuza kadar uzayıp giden kırları, ormanları gördüğü zaman ne hissetmiştir acaba? Kendine bir mağara araması nedendir? Bu duygular ta o günlerden kalmış duygulardır ve hala etkilidir. Evler, köyler, kentler, kurmak nedendir, sığınmak için değilse?
Bir yazarın kafasında onu yazmaya zorlayan bir şeyin bulunması gerekir. N. Meriç’te işte bu vardır..
ÜLKER İNCE, NEZİHE MERİÇ
‘N. MERİÇ’İ KADIN SORUNLARINA HAPSETMEK HAKSIZLIK OLUR. KADIN ERKEK TANIMAYAN EVRENSEL BİR VAROLUŞ SORUNUYLA İLGİLİDİR’
- “Nezihe Meriç’in kurmaca dünyasını kadınların doldurduğu söylenebilir ama onu feminist anlamda kadın davasına adanmış bir yazar olarak tanımlamak doğru olmaz,” diye bir saptamanız da var.
“Bir kadın olarak kadınları yazması kendisini, kendi yaşam deneyimini soruşturmak, kavramaya çalışmak gereksiniminden kaynaklanır daha çok,” diyorsunuz. Bunu neye dayandırıyorsunuz?
N. Meriç’in izleklerine. Siz izleklerden yalnızca bir tanesini andınız ama o bile N. Meriç’in, boşluk korkusu ve sığınma isteği gibi, kadın erkek tanımayan evrensel bir varoluş sorunuyla ilgilendiğini göstermeye yetiyor. Öteki izlekler de öyle. Hepsi varoluşsal. Böylesine evrensel ve geniş bir alandan N. Meriç’i çekip kadın sorunlarına hapsetmek haksızlık olur.
‘KADIN SORUNUNU TOPLUMSAL BİR SORUN OLARAK GÖRÜR. FEMİNİZM AZ GELİR N. MERİÇ’E’
Ayrıca N. Meriç kadınlara güçlülüğü yakıştıran bir yazardır. Başkalarını ezmek için kullanılmayan, başkalarına hayat sevinci aşılamaya yarayan bir güçtür bu, yani kıskanılası bir güç.
Asıl önemlisi N. Meriç kadın sorununu toplumsal bir sorun olarak görür diyeceğim. Sorun, erkeklerin, kadınların üzerindeki çeşitli baskılardır, köhnemiş, işlevsizleşmiş geleneklerin, göreneklerin baskısı, ilkelliğin baskıları, eğitim eksikliği, bilinç eksikliği gibi şeylerdir.
Yani feminizm az gelir N. Meriç’e. Düşünün kadınların sokağa çıkmasına, çalışmasına, erkeklerle eşit olmasına şiddetle karşı çıkan siyasal bir partiye oy veren bir kadın feminist olsa ne olur, olmasa ne olur? Neyi çözebilir? O daha nelerden kurtulması gerektiğinin farkında bile değildir. Bu bilinç eksikliğiyle hiçbir şeyi değiştiremezsiniz.
‘KADINLARI DELİ DEĞİLDİR AMA DELİ GÖZÜYLE BAKANLAR OLUR!’
- N. Meriç’in öykü kişilerinin ortak özellikleri… Neden hemen hepsi, şen, canlı, şakacı, genç, çocuksu, deli, ele avuca sığmaz, coşkuludur? Okuyucularına yaşama sevinci aşılamayı kendine görev bildiği için mi?
Kadınların hepsi öyle değildir canım, öyle olmayanlar da vardır. Öykülerde öyle olanlar öne çıkarılıyor ve övülüyorsa N. Meriç yazar olarak “özendirici” olmak istediği içindir. Bu arada saydığınız nitelikler arasında birine, “deli” nitelemesine karşı çıkacağım. Öykü kahramanı kadınların hiç biri deli değildir, deliler “ben” bilincini yitirmiş kişilerken, bunlar tam tersine çok bilinçli kadınlardır, değişik ve aykırı olmaktan korkmazlar çünkü hazırda buldukları gelenek ve görenekleri, yaşama biçimlerini sorgulamaktan, değiştirmek istemekten çekinmezler. O yüzden çevrelerindeki insanları şaşırtırlar. Kendilerine belki de bu yüzden deli gözüyle bakanlar olur.
‘İNSAN OLMANIN SORUNLARI KADIN VE ERKEK İÇİN ORTAKTIR!’
- “N. Meriç’in öykü ve roman dünyasında erkek yüzünden mutsuz olmuş kadın sayısı iki üçü geçmezken kadın yüzünden mutsuz erkek sayısı çok kabarıktır” diye de yazıyorsunuz.
Kendi kendine yeterlilik açısından kadınlar erkeklere göre daha şanslıdır. Kadınlar canlı, neşeli, yapıcı, koruyucu, yoktan var edici oldukları zaman güçlü olurlar ve yaşama isteği üretirler. N. Meriç için en olumsuz kadın örnekleri, cansız, yakınmacı, pis, uyuşuk, edilgin olanlardır, onlar mutlu olmayan ve kimseyi mutlu edemeyecek kadınlardır.
Deprem zamanı bir şey dikkatimi çekti. Deprem bölgesinden yansıtılan görüntülerde erkeklerin çoğu elleri ceplerinde enkazların başında dikilirken kadınlar hemen çocukları doyurmaya, yıkamaya davranmışlardı.
Hayatı kaldığı yerden ve var olan koşullarda yeniden başlatmak istiyorlardı içgüdüsel olarak. Erkekler fiziksel güç isteyen işleri yapmak üzere enkaz başında dikilirken kadınlar iç güç gerektiren bir işe sıvanıyorlardı.
Demek ki ben, “bazı işleri daha çok kadınlar yapar, bazı işleri de erkekler, kadınların ilgileriyle erkelerin ilgileri farklıdır ama bundan bir şey çıkmaz, insan olmanın sorunları kadın ve erkek için ortaktır” demekte pek de haksız değilmişim.
Fotoğraf: KURTULUŞ ARI
‘SIFIRDAN BAŞLAMANIN, SIFIRIN İÇİNDE KALMAK GİBİ BİR TEHLİKESİNİN BULUNDUĞUNU HATIRLADIĞIM İÇİN BU KİTABI HAZIRLAMAYA KARAR VERDİM’
- “Niyetim Nezihe Meriç’in öyküleri ve öykücülüğü üzerine öncelikle geçmişte yazdığım çeşitli yazıları bir araya getirmek. Hiç böyle bir niyetim olmamıştı bugüne kadar ama şimdi var” diye yazıyorsunuz. Neden var?
N. Meriç’i kolayca feminist bir yazar olarak damgaladıklarını gördüğüm için var. Sanki benim bu okumalarım, bu saptamalarım hiç yokmuş gibi onu sıfırdan okuyanları görüyorum. Oysa bu saptamaları bilmeleri ve onlarla hesaplaşmaları gerekir. Ben yanlış okumuş, yanlış saptamalarda bulunmuş olabilirim.
Ha, sıfır demişken aklıma bir şey geldi. Bir şiir festivalinde bir Arap şair, Avrupalı şairlerin Arap şairleri küçümsediklerinden yakınıyordu (ya da ona öyle gelmişti), o şairin biraz moralini düzeltmek için Özdemir de, “Ama onlara söyleseydin, Araplar da sıfırı buldu deseydin” demişti.
O Arap şairin yanıtını hiç unutamam: “Sıfırı bulduk ama sıfırın içinden dışarı çıkamadık, sıfırın içinde kaldık” dediydi.
Ben de sıfırdan başlamanın, sıfırın içinde kalmak gibi bir tehlikesinin bulunduğunu hatırladığım için bu kitabı hazırlamaya karar verdim. N. Meriç’i okumak anlamak isteyenler benim N. Meriç okumalarımdan da haberdar olsun diye.”